BÖLÜM 22 - Sol Yumruk

65.5K 2.8K 79
                                    

BÖLÜM 22

Sol Yumruk




Tüm dersler bittikten sonra odama çıktım. Başım çatlıyordu. Her şey öylesine üst üste geliyordu ki artık hiçbir şeye anlam veremiyor, hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum. Ağır geliyordu, taşıyamıyordum. Ortak banyomuzu ovalarken kafamı iki yana salladım. Biraz temizlik yapmak iyi gelir diye düşünmüştüm ve banyonun halini gördükten sonra burayı temizlemek için depresif ruh halinde olmamamız gerektiği geldi aklıma. Bu yer leş gibiydi.

Odama girdim ve yatağımın üzerine uzanmış, tek eli başının altında diğeriyle bir kitabı tutan adam dikkatimi tamamıyla dağıttı. Korkularım, endişelerim hatta baş ağrım bile birazcık hafifledi. Bacaklarımın arasındaki sızı bütün gün varlığını hissettirmişti. Gözlerini kitaptan ayırmadı ama zihnimde olduğunu biliyordum. Aniden gerilen bedeni de onu ele veriyordu.

Gülümseyip dolabımın kapağını açtım ve günlerdir içine tıkıştırıp durduğum kıyafetlerin hepsini döktüm. Kirlileri ve temizleri ayırdım. Katlayarak veya askılarına takarak tekrar dolabıma yerleştirdim. Akşam için giyeceklerimi ve Jessie'ye iade edeceklerimi yatağın üzerine attım. Kat elindeki kitabı eğdi ve yatağın üzerindeki mini eteğe baktı. Ardından akik gibi kapkara gözlerini bana çevirdi, tek kaşı kusursuz bir ifadeyle havadaydı.

"Etek yok," diye mırıldandı. Bakışları soyarcasına üzerimde geziniyordu.

Ona bakarak alayla gülümsedim. "Neyi giyeceğime karışamazsın."

Bir an yatakta uzanırken, bir an sonra yatağın kenarına oturmuş eteğe bakıyordu. "Bu etek hiç olmaz."

O kadar dalmıştı ki aklımdan o eteğin Jessie'ye ait olduğunu geçirdiğimi bile duymuyordu. O sadece iade edeceklerim arasındaydı. Bu soğukta etek giyip götümü donduracak kadar gerzek değildim.

"Seni ilgilendirmez," dedim inatla.

Saçlarının arasından bir bakış gönderdiğinde omurgamdan bir ürperti geçti. Bakışlar öldürebilseydi, diye geçirdim içimden, şimdi iki kaşımın arasında dumanı tüten bir delik olurdu.

"Striptizi sen yapmayacaksın," diye tısladı dişlerinin arasından. "Dikkat çekmemen lazım. Bu işi 'ben' halledeceğim, senin gelme sebebinse kimseye seni emanet edecek kadar güvenmemem."

Kaşlarım kafa karışıklığıyla çatıldı. "Charlie ve Jess'le kalabilirim."

Gözlerini kapatıp kafasını iki yana salladı. "Anlamıyorsun. Bu onların da iyiliği için. Eğer onların yanındayken başına bir şey gelirse gözümü bile kırpmadan ikisini de öldürmüş olurum."

Tüylerim diken diken oldu. Ölümden ve öldürmekten böylesine kolayca bahsetmesi hala kanımı donduruyordu ama bahsettiği kişiler kendi en yakınıyla benim en yakınımdı.

Ona doğru yürüdüm ama yatağın ayakucunda durdum. "Bana söz ver," diye fısıldadım. "Onlara dokunmayacağına dair bana söz ver."

Başını önüne eğdi. "Yapamam." Fısıltısı acı doluydu.

Ona doğru yaklaştım ve elimi uzatarak yumuşacık saçlarına dokundum. Kollarını aniden belime doladı ve yanağını karnıma dayadı. "Eğer öleceksem bu benim hatam veya aptallığım yüzünden olacak. Ya da sadece kaderim. Kimseyi, hele hele kendini suçlamayacaksın. Bana söz ver."

Derin bir nefes alıp kazakla kaplı karnıma bir öpücük kondurdu. Dudaklarını tenimde hissetmediğim halde ürperdim. "Söz ver bana Kat."

"Buna gerek yok, çünkü sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

"Senin evinde kalsam olmaz mı?"

Çenesini karnıma dayayıp bana baktı. Bir an için düşünüyor gibi durdu.

"Olmaz."

"Niçin?"

"Orayı öğrenip öğrenmediklerini bile bilmiyoruz. Bu kulübü de Charlie buldu." Gözlerini kıstı. Bir şeyler gizliyordu.

"Sorun ne?" dedim geri çekilmeye çalışarak ama tutuşunu gevşetmedi.

Tek elini belimden çekti ve kulağının arkasını kaşıdı. Saçlarını karıştırdı. Sanki bir yere vurmak ister gibi görünüyordu.

"Normalde seçilmiş bakireyi almak için iki kişi gelir," diye mırıldandı. "Normalde güneş altında yürüyen ve sıradaki güneş altında yürüyecek olan."

Tek kaşımı kaldırarak devam etmesini bekledim. Derin bir nefes alıp verdi. "Ee?" dedim teşvik edercesine.

"Daha fazlası burada."

Dudağımı ısırırken anlamaya çalıştım. "Tamam." Geriye çekildiğimde bu kez bıraktı. Jess'in yatağının kenarına oturdum. Karşılıklı oturup birbirimize baktık. "Bunu bana açıklaman gerekecek."

Beni rahatlatmak istercesine gülümsedi. Gizliyordu. Aklındakini saklıyordu. Ve bunu düşündüğümü duyuyordu. Kafasını hafifçe iki yana salladı. "Hepsinden kurtulacağız," diye mırıldandı. "Ve senin benimle birlikte olmanı istiyorum. Seni en iyi ben koruyabilirim. Sen yanımda değilken hep ne durumda olduğunu düşüneceğim."

"Ve ben de sen iyi misin diye tırnaklarımı kemireceğim."

Gülümsememek için dudağını ısırdı ve dikkatini dağıtmak istercesine oturduğu yatağımın ayakucuna uzandı. Siyah eteği parmak ucuyla havaya kaldırdı. "Bunu giymeyeceksin değil mi?"

Haline güldüm. "Onu Jess'e geri vermek için çıkardım."

Alnı kırıştığında kaşındaki eski yara izi büzüştü. "O zaman ne giyeceksin?"

Sevimli ve numaracı bir ifadeyle sırıttım. "Üzerine oturduğun kadife pantolonu."

Poposunu hafifçe havaya kaldırıp altından siyah kumaş yığının çekti. Omzundan arkaya fırlattı ve anında aramızdaki mesafeyi kapattı. Parmaklarını siyah dalgalı saçlarıma daldırıp başını geriye doğru eğdi ve ağzımı açlıkla kendi ağzıyla kapattı. Dudaklarımı kendi dudaklarıyla eziyor, emiyor, ısırıyordu. Ani ve ateşli tepkisi tüylerimi diken diken etmişti. Sanki karnımda minik bir çark sürekli olarak dönüyordu. Ellerimi kollarında ve boynunda gezdirdim. Elimden geldiğince karşılık vermeye çalıştım ama o karşılık almaya çalışmıyordu.

Başımı çevirmeye çalıştığımda izin verdi ve ben ciğerlerimi yakan bir soluk çektim. Tanrım! Nefes almayı unutmuştum. Kulağımın arkasına bir öpücük kondurdu, boynumda nabzımın attığı noktayı tekrar tekrar yaladı. Hırıltılı soluklar alırken, "Kan içecek misin?" diye mırıldandım.

Kafasını iki yana salladı ve boynumu öpüp doğruldu. Beni Jess'in yatağına sırtüstü yapıştırmıştı. "O zaman dövmelerim bedenimi terk eder."

"Ama güçsüzleştin," diye mırıldandım.

Bacağını bacaklarımın arasına soktu ve dizini kadınlığıma dayadı. Sırtım yay gibi gerildi ama belime doladığı kolu beni yerimde tuttu. Başını omzumun kenarına koydu.

"Bunca zaman tek başıma yürüdüm. Her zaman, her yerde tek başıma yürüdüm. Beni takip eden tek şey kendi gölgemdi. Ara sıra atan sönük kalbim dışında bir şeyim yoktu. Ve intikam arzum. Eğer sadece intikam arzum olsaydı tekrar yolumu kaybedebilirdim. Ama o şaman bana tutunacak minicik bir dal vermişti." Başını çevirip parmağıyla burnumun üzerinden geçti. "Senin bir saniyelik görüntünü."

"Bazı zamanları hatırlıyorum da, birisi çıkıp beni bulsa diye dilerdim. Asiller bulsa ve öldürse... İçimdeki ruh sıkılıp gitse... Sonra yeniden tek başıma yürümeye başlayıncaya kadar. Tek başıma sınırlarda gidip gelmek, birilerini yeniden yaşama bağlamaya çalışmak... Bir şekilde beni hayatta tutuyordu. Ama o gördüğüm yüzü unutacağım ve gördüğümde hatırlamayacağım diye çok korkuyordum."

Sesi düz ve emindi. Hatta bir parça hüzünlü. Araya girmek istemedim ama sesinin tonu kalbime değiyor, hislerimi felç ediyordu.

"Sonra elime kömür kalemi aldım ve çizmeye başladım. Aklımdaki o yüzü çizmeye çalıştım. Tekrar tekrar denedim. Gözlerindeki o sıcaklığı yakalayamıyordum. Onu görünce hatırlamayacağımdan emin olduğum bir gün bir resim daha çizdim. Benziyordu. Sonra onu kendime yakın tutmak istedim." Eliyle göğsünü okşadı ve kazağının içine uzanarak uzun zincirin ucundaki madalyonu dışarı çıkardı. Gözleri benimkileri buldu. "Resmini bile yanımda taşımak bir şekilde beni etkiledi. Bana umut verdiğini fark ettim ve his. Hissetmek kilit kelimeydi. Her gün kan içmek zorunda kalmıyordum. Ve güçlü kalabiliyordum."

Madalyonun kapağını açtı ve şefkatle gülümseyerek baktı. Ardından bana uzattı. Madalyon ortalama bir yumurtadan daha küçüktü ve içinde bir resim vardı. Kara kalemle yapılmıştı. Sadece gözleri koyu bir maviyle renklendirilmişti. Benim suratımın birebir kopyasıydı. Şaşkınlıkla Kat'e baktım. "Ne kadar da yeteneklisin," diye mırıldandım hayranlıkla.

Utangaçça gülümsedi ve madalyonu kapatıp öptü, göğsünden içeri attı. Kalbim göğsümde şişiyordu, patlayacak gibiydi.

"Bu kadar umutla beklediğin birisinin sana karşı davranışları herhalde seni üzmüştür." Sesim utangaç bir fısıltıdan ibaretti. Adama neler yapmış ve demiştim!

Gözlerini kaldırıp gözlerime baktı. "Asla! Seninle gurur duydum. Dişli, dövüşen, kendini teslim etmeyen bir kız... İstediğim bir kız..."

Ona bakarak gülümsedim ama gözlerim yanıyordu. Ah hayır, hayır, hayır. Ağlamak falan istemiyordum. Sulu gözlü değildim ve şimdi olmaya hiç niyetim yoktu.

"Demem o ki, resmin bile bana güç verdi. Sen yanımdayken kana olan ihtiyacım neredeyse bitiyor."

Gözlerim iyice büyüdü. Koluna asılarak yaklaştım ve yüzümü boynuna gömdüm. "Seni seviyorum," diye fısıldadım. O kadar küçük bir fısıltıydı ki ağzımdan çıkan kelimelerin yarısı duyulmamıştı bile. Ama o anlamıştı işte. Sımsıkı sarıldı bana. Saçlarımı öptü. Alnımı öptü.

"Sevgi benim hissettiğim şey için az kalır," dedi boğuk sesiyle.

Kapının dışında bir homurdanmanın ardından Jessie'nin sesi geldi. "Umarım benim yatağımda değilsinizdir."

Yaptığı nokta atışına karşılık kendimi tutamayıp gülümsedim. Kat'in üzerinden atlamak için harekete geçtim ama hareketimin ortasında bacaklarımı kavrayarak beni durdurdu. Tam üzerinde kalmıştım. Gözleri alev alev yanıyordu. Sonra küçük bir inlemeyle beni bıraktı. Yataktan çıkınca saçını karıştırdım ve yüzünde beliren huysuz ifadeye gülümsememek için dudağımı ısırdım.

"İstersen dışarıda bekle, giyinip geleceğim."

Gözleri düşündüğünü gösterircesine kısıldı ve hafifçe başını sallayarak onayladı. İri bedenini ondan hiç beklenmeyecek bir zarafetle kaldırdı ve karışmış yatak örtüsüne anlamlı bir ifadeyle bakıp kapıya yöneldi. Kat dışarı çıkarken Jess içeri girdi ve gözleri odadaki iki yatak arasında gidip geldikten sonra kendi karışık yatak örtüsünde durdu. Açık ağzı ve suçlayıcı bakışlarını önemsemeden yatağımın üzerindeki kıyafetlerimi alıp banyoya kaçtım.

"Bunun hesabını vereceksin Rosso!" diye bağırıyordu öte yandan. Siyah kadife pantolonu giyerken sırıttım. Tabii ya. Ne yapacaksa... Üzerime uzun kollu, boğazlı siyah bir kazak geçirdim. Dizlerime kadar uzanan çizmelerimi giydim. Uzun saçlarımı alelade bir atkuyruğuyla topladım. Makyaj da yapmadım. O sırada diğer taraftan Jess'in sesi geldi. "Çıplak kıçımla yatağına oturacağım kızım! Göreceksin."

"Iyk! Nee?" diye cırladım. Kapıyı açtığımda karşımda duruyordu. Bakışlarını yüzümden çizmelerimin ucuna kadar indirdi ve yüzünü buruşturdu.

"Bu ne hal böyle? Rahibe olmaya mı karar verdin?"

Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Onun için bir gün geç kaldım sanırım," dedim dudağımı alayla bükerken.

Jess gülerken kaburgamı dürttü. "Pis sürtük!"

"Hey!" Kafamı iki yana sallayım ceketimi aldım. Cep telefonumu pantolonumun cebine tıkıştırdım. Çantayla uğraşacak halim yoktu. Zaten Kat yanımda olacaktı. Jess'in yanağına bir öpücük kondurdum. "Charlie seni alacak mı?" diye sorduğum anda kapıdan çekinikçe bir tıklatma geldi.

"Hayır," dedi kapıyı açarken. "Burada takılacağız." Charlie içeri girerken Jess gözlerini kısarak bana bakmaya devam etti. "Tam senin yatağının üstünde."

"Sen ne kadar intikam düşkünü çıktın böyle," diye homurdandım ve Charlie'ye gülümsedim. "Selam Charlie."

"Selam Angel. Güzel görünüyorsun-" derken durdu ve ellerinden birisi alnına doğru hareket etti. Dişlerini birbirine kenetlemişti. Sanki bir çeşit nöbet geçiriyor gibiydi. Jess'le ikimiz aynı anda hareket ettik.

"Charlie!"

"Charlie neyin var?"

Tek gözünü hafifçe açtı ve homurdandı. "Sadece ufak bir hatırlatma," dedi bacakları onu taşımıyormuş gibi yere otururken.

"Ne hatırlatması?" dedi Jess kaşlarını çatarak.

Charlie bana bakarken yüzünü buruşturdu. "Yaratıcın yakınlardayken kadınına güzel göründüğünü söylememem gerektiğinin hatırlatıcısı."

Gözlerim büyürken geriye doğru çekildim. Bunu yapmış olamazdı. Olamazdı değil mi? Jessie yere oturarak Charlie'nin başını kendi bacaklarının üzerine koydu. Geriye doğru çekilerek başımı kaldırdım ve şaşkın suratım kapıda duran siyahlar içindeki Kat'e döndü. Geldiğini duymamıştım bile.

Charlie'ye bakarken yüzü ifadesizdi. Eh, en azından "oh olsun," dememişti. Kaşlarımı çatarak ona bakmaya devam ettim. Siyah gözleri benimkileri bulduğunda omzunu hafifçe silkti ve tek kaşını kararsızca havaya kaldırdı.

"Çok güzelsin," dedi neredeyse korkar gibi.

Bakışlarımı tekrar Charlie'ye çevirdim. "Sen iyi misin?"

"İyiyim, sorun edecek bir durum değil," dedi ve oturdu. Kat'e bakıp başını eğdi. "Üzgünüm."

Kat onu başından def eder gibi hafifçe kafasını salladı ve bana doğru elini uzattı. "Benimle gel."

Dudağımı kemirerek öfkemi bastırmaya çalıştım. Niye zarar vermişti ki? Elini tutup ayağa kalktım ve kapıdan çıkarken arkasını dönüp Charlie'ye baktı. Jess'i işaret ederek, "Ona bir şey olmasına izin verme," diye mırıldandı ve kapıyı arkasından kapattı.

Merakla ona baktığımın farkındaydı ama konuşmadı. Kendimi tutamadım. "Bu niçindi?"

"Çünkü o senin için önemli."

"Yani?" dedim kaşlarım havada. Merdivenden inerken kafasını iki yana salladı.

"Sende benim için önemlisin. Üzülmeyeceksin."

Yurt binasından çıkana kadar bekledim ve kaçamak bir bakış attım. Dış kapıdan çıkıp park yerine doğru ilerlerken fısıldadım. "Charlie'yi incitmen beni üzdü ama."

Hiç etkilenmiş ya da aldırmış gibi görünmedi. Ellerini önü açık trençkotunun ceplerine soktu. "Kadınımla nasıl konuşacağını bilmeliydi," diye mırıldandı.

Elim arabanın yolcu kapısında, durakladım. "Ben senin kadının-" Sıcak bir el ağzımı kapatırken sert bedenini tüm bedenime dayadı. İliklerime kadar ürperdim. Eğilip boynumu yaladı ve ensemi hafifçe ısırdı. Elinin arkasından inlememek için kendimi tuttum. Karnıma bastırdığı eliyle bedenlerimizin arasında kalmış olabilecek bütün boşlukları da doldurdu.

"Sen 'benim' kadınımsın," dedi dişlerinin arasından. Tıpkı tıslar gibi! "Sakın. Aksini. Söylemeye. Kalkışma!"

Ve ardından beni sertçe geriye doğru çekti. Bu kez iniltimi bastıramadım. Arabanın kapısını açıp beni koltuğa ittiğinde şaşkınlıkla donakaldım. Kapıyı kapatırken yüzünde kendinden emin bir gülümseme vardı.

O, direksiyonun başına geçip bizi gitmemiz gereken kulübe götürürken ben ağzım beş karış açık onu izliyordum.

Harika!

***


Arabayı ara sokaklardan birisine bıraktı. Yağan kar yolları bembeyaz bir örtü gibi kaplıyordu. Arabadan çıkıp Kat'in yanıma gelmesini bekledim. Ağzımızdan çıkan sıcak soluklar beyaz bir iz gibi üzerimizden yükseliyordu. Soğuk parmaklarımı kendisininkilerle kapladı ve elimi hafifçe çekerek beni yönlendirdi. Sessizce onu takip ettim.

İkimizde simsiyah giyinmiştik ve bembeyaz karın üzerinde iki adet leke gibi görünüyorduk.

"Bir üst sokakta," dedi aramızdaki sessizliği bozarak. Binalardan gelen müzik sesleri ayaklarımın altındaki zemini titretmeye başladı. Sadece birkaç sokak lambası çalışıyordu. Onun haricinde tüm ışık binaların levhalarından ve bulutla kapanıp açılan aydan geliyordu.

Gelen sesle birlikte kafamı o tarafa çevirdim. Kadın kalçasını bile kapatmayacak kadar kısa bir elbise giymişti ve topuklu ayakkabıları bacaklarını daha da uzun gösteriyordu. Tek elini genç bir adamın boynuna sarmış, onu duvara yapıştırmıştı ve ağzı açlıkla onun boynuna gömülmüştü. Kesik bir soluk aldım. Elimde değildi. Her gün böyle manzaralarla karşılaşmıyordum.

Elini tuttuğum adam da vampir değil miydi? Bu ikiyüzlülüğüm olmuyor muydu?

Hayır! Hayır... Onun ruhu vardı. Mükemmel bir ruhu. Bunlar canavardı! Sonra nefesimi tuttum. Charlie canavar değildi... Kat'e kaçamak bir bakış attım, açık bir şekilde beni izliyordu.

"Her şey seçim. Kendi seçimin. Kendi iraden."

"Yani pek de farkımız yok," diye fısıldadım. Sonuçta insanların içinde de katil olanı ve o katili bulmaya çalışanı yok muydu? İyi ve kötü. Bunlar bizim seçimimizle olmuyor muydu?

Kırmızı neon harflerle "Akışkan" yazan bir yerin önünde durduk. Sokak soğuğa rağmen inanılmaz kalabalıktı. Duvara dayanmış sevişenler, kan içenler, kan içerken sevişenler ya da sadece öylece durup onları izleyenler. Açık ağzımı kapatmak için fırsatım olmadı. Nasıl bir şehirde yaşıyordum ben böyle?! Burnumun ucunda duran tüm bu şeyleri hiç mi görmemiştim? Sadece beş altı sokak aşağıdan her akşam yurda dönüyordum!

Kat elimi hafifçe çektiğinde başımı kaldırıp ona baktım. Kulaklarım ve burnum donmuştu. Başıyla binayı işaret etti. "Akışkan mı?" dedim alayla.

Anlamlı bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. "Birçok anlama gelebilir."

Bakışları resmen ara sokaktakilere katılmaya saniyelerimiz var diyordu. Aklımdan geçenlere karşı dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Elimi tekrar çektiğinde peşinden gittim. Fedailer sorun çıkarmadı. Hatta Kat'e anlamlı gülümsemeler gönderdiler.

Erkekler! Vampir de olsalar değişmiyorlardı. Koridorun duvarları simsiyahtı ve kırmızı led ışıklarla tepeden aydınlatılıyordu. Tavan siyah sırlı aynalardandı. Yürürken sürekli yukarı bakma dürtümü bastıramadım. Sanki birisi sürekli tepemde geziyormuş gibi hissettiriyordu. Müziğin titreşimleri ayaklarımı titretiyordu. Koridorda öpüşenler vardı. Kat kolunu belime dolayarak beni yakınına çekti. Birisine değmemi bile istemiyor gibiydi.

Kulübe girdiğimizde gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Şey, biraz da önümdeki manzaraya... Tıpkı koridor gibi burada da siyah ve kırmızı ağırlığı vardı. Tavandaki aynalar da konsepti tamamlıyordu.

Önümüzdeki üç merdiveni indik. Dört ayrı sahne vardı. Her sahnede iki direk yer alıyordu. Kızlardan kimileri sadece tangalarıyla dans ediyorlardı, kimileriyse çoktan çıplak kalmıştı. En sondaki sahnede gümüş rengi tangasının içinde sanırım sarışın bir adam dans ediyordu. Kaslı ve düzgün bacakları, karın kaslarıyla gözlere zevkti gerçekten. Bazı adamlar sahnesini çevrelemiş tangasının kenarına para asıyorlardı. Kızları izleyen çoktu ama onun kadar para aldıklarını söyleyemezdim. Sırıttım. Adam doğru düzgün dans etmiyordu bile. İki yana sallanıp duruyordu.

Her sahnenin yakınında siyahlar giymiş iri yarı adamlar vardı. Güvenlik! Gözlerimi havaya kaldırdım. Birkaç salıncak ve kafes vardı ama içleri boştu. - şükürler olsun- Müzik iliklerime bile işliyordu. Göz ucuyla en sondaki sahneye baktım. Keşke bakmaz olsaydım. Kat elini at kuyruğuma doladı ve göz göze gelene kadar başımı geriye doğru yatırdı. Şakağındaki atan damara bakarsam dişlerini sıkıyordu. Şey, sertçe.

Dudakları kulağıma dokununcaya kadar eğildi. "Dua et," dedi dişlerinin arasından, "o gözlerini çok seviyorum." Geriye çekilip gözlerime baktı ve dudaklarıma yapıştı. Ne olduğunu anlayamadan beni bacaklarım titrer, dudaklarım zonklar halde bırakarak geri çekildi. Şey... Lanet olsun.

"Ben sadece bakıyordum."

Elimi o kadar sıkı tuttu ki inledim. Hemen ardından tutuşunu gevşetti. "Sadece baksaydın bunu bilirdim. Zaten salyaların akarak baktığın ilk seferde sesimi çıkarmadım."

"Buraya gelme sebebimize odaklansan."

"Odaklanıyorum zaten!" dedi öfkeyle.

Elimi beline doladım ve sırtındaki dövmede gezdirdim. Çıkıntı falan yoktu. "Acımıyor mu?"

Bana yandan bir bakış attı. Gözleri hala öfkeliydi. "Acımıyor," dedi ve kafasını çevirdi.

"Neden uyuzluk yapıyorsun ki? Sadece baktım! Sen sahnedeki kızlara tek tek baktın ama!"

Aslında bundan o kadar da emin değildim. Ağzım açık bir şekilde kulübü tararken yüzüne bakmamıştım. Beni bara doğru çekti ve belimden tutup kaldırarak boş taburelerden birisine oturttu. Yan oturduğunuzda sahneyi görebiliyordunuz. Bar boş sayılırdı çünkü çoğu sahnelerin önündeki koltuklarda oturuyordu.

Kat eğilip gözlerini gözlerime dikti. Yüzünde alaylı bir ifade belirdi. "Aslında tatlım, ağzının kenarından damlayan salyayı izliyordum."

Kaşlarımı çatarak geriye doğru yaslandım. "Salyam falan akmıyordu."

"Emin misin?"

Sinsice sırıttım. "Senin gibi bir adamlayken o gey kılıklı herife mi salya akıtacağım? Lütfen! Beni bundan daha iyi tanıman lazım."

Benden bunu beklemiyormuş gibi gözleri büyüdü ve yüzünde sevimli bir ifade belirdi. Onu izlerken gülmemek için kendimi zor tuttum. Barmen ne içeceğimizi sorduğunda Kat sipariş verdi.

"Peki neden gülümsüyordun?"

"Onun sahnesinde kızlarınkinden daha çok para olmasına."

Kat kafası karışmış göründü. "Bende önündeki minicik şeyi görmeye çalışıyorsun sandım," dedi sıkılmış gibi. Tabureye oturdu ama sırtı sahneye dönüktü.

"Sen inceledin demek ki." Yüzüme tiksinmişim gibi bir ifade kondurdum.

Eğildiği için önüne düşen saçlarının arasından baktı. Ah o gözler... Ve içimde bir şeylerin yer değiştirmesini sağlayan o bakış... Eridim.

"Sahnedekilerin hiçbirisine bakmadım. Senin ikinci kez baktığında yerler hariç."

"Yani beni mi izledin?" dedim yüzüme flörtöz bir ifade yerleştirerek.

Kendini geriye doğru atıp önüne bırakılan içkisinden bir yudum aldı. "Sanki duvara konuşuyorum," diye kendi kendine homurdandı. Gözleri her yeri geziyor, mekanın içini dışını keşfediyordu. Gözlerinde x-ray mi vardı? Kendi salakça düşünceme güldüm. Bakışlarım netleştiğinde barmenin görünen sivri dişlerine baktım. Kaşlarımı çattım.

"Ne var?"

"İçkini içmiyorsun. Başka bir şey ister misin?"

"Hayır, iyiyim ben."

Tek kaşını kusursuz bir biçimde havaya kaldırdı. Acaba bunu ayna karşısında kaç kez denemişti? Yoksa ilk yaptığında da bu kadar kusursuz muydu? Omzumu silktim ve kızıl saçlarını bir çeşit kırbaç gibi savuran kadına baktım. Kahkaha atıp dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. Vay canına! Dans edenler vampir miydi?

Kat gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Bazen öyle saçma şeyler düşünüyorsun ki."

Gözlerimi yüzüne diktim ve dudağının kenarının hafifçe titrediğini gördüm. Gülmemeye çalışıyordu! Harika!

"Ee neyi bekliyoruz?"

Minicik siyah şortları popolarının arasına kaçmış garson kızlardan birisi yanımıza yaklaştı. Sarı saçını iki yanından örmüştü. Beyaz tişörtünün içine sutyen giymediği barizdi.

"Kaaaat," diye neşeyle cırladı ve koca göğüslerini aramıza sokarak poposunu bana döndü. Önce kaşlarımı çattım ama bir daha bakınca hakkı var güzel popoydu. Ne diyordum ben böyle? Kızın kolunun altından bakmaya çalıştım. "Uzun zamandır gelmiyorsun," dedi kız.

Kat ifadesiz bir suratla ona baktı. "El değiştirmiş."

Kızın gerilen sırtını görmekten çok hissettim. Ne el değiştirmişti? Kıza onu kızdıracak bir şey söylemenin sırası mıydı şimdi?

"Bunu nereden duydun?"

Kat'in kaşları bir milim havaya kalktı. Sanki sorumu cevapla der gibi. Kız gergince ağırlığını diğer ayağına verdi. "Evet," diye fısıldadı.

"Kim?" Kat onunla konuşurken az önce olduğu kişiden eser yoktu. Benimle konuşan adam değildi bu. Hayır, hayır, benimle bir kere bile böyle konuşmamıştı. Hatta Zindan'ın arkasında neredeyse tecavüze uğrayacağım zaman bile. Evet, ağzı bozuktu. Evet, kabaca davranıyordu. Ama şimdi gözlerinde beliren bakış, bedeninin duruşu... Hepsi rüyalarımdaki adamla aynıydı. İkisini ayrı kişilermiş gibi görme sebebim tamamen Kat'in kendisiydi.

Kızın omuzları biraz düştü. Korkuyor muydu? Kızdan bir fısıltı sesi çıktı. Ne dediğini anlamadım ama görünüşe göre Kat duymuştu. Zaten burayı kimin aldığını bilmiyor muydu? Charlie söyledi demişti. Söylediği ismi hatırlamaya çalıştım. Alık... Hayır, hayır... Elka... Hayır! O, şu Polonyalı kadının adıydı. Dudağımı büktüm. Efil! Evet, adı Efil demişti.

Kat'in diğer sorusu, "Nerede?" oldu.

"Burada değil."

Kat'in kızın kolunun altından bana attığı bakış hoşuma gitmedi. Hiç hoşuma gitmedi. Kız başını hafifçe yana çevirdi ve yoğun maskaralı kirpiklerinin altından bir bakış attı. Haset falan yoktu bakışlarında. Çekiniyordu. Hatta korkuyordu. Sanki bir karar aşamasındaymış gibi görünüyordu.

"Gittiler," dedi tavana bakarak. "Fedailerin çoğuyla birlikte o da gitti. Buradakiler sadece birkaç aylık." Başını eğip gözlerini Kat'e dikti. Ben de taburemden kalkıp kızın yüzünü görebileceğim şekilde Kat'in yanına geçtim. Kız beni saçımın telinden çizmemin ucuna kadar süzdü. "Kabanımı almama izin verin." Gözlerini gözlerime dikti. "Beni de götürmek zorundasınız. Burada kalırsam..." Gözleri onun için devamını söyledi. Burada kalırsa ölürdü. Ve Kat'e değil bana bakıyordu. Neden bana bakıyordu ki? Ayrıca fedai vampirlerle birlikte nereye gitmişti bu adam? Yeni neferler bulmaya mı?

Kıza bakarak kafamı salladım. "Tamam, git çabuk."

Kız gözlerinde şüpheyle kafasını salladı ve hızla arka tarafa doğru ilerledi.

Kat ayağa kalktı. Gözlerini gözlerime dikti ve elini uzattı. Elini tutup güven verircesine gülümsedim. "Gitmemiz gerek," dedi duraksamadan.

Elimi çekiştirdiğinde kaşlarımı çatarak yerimde kalmaya çalıştım. "Bekleyeceğimizi söyledim!"

"Bebek bakıcılığı yapacak zamanım yok," diye tısladı dişlerinin arasından.

"Kat, ona bekleyeceğimi söyledim!" dedim inatla. Ya beni dinleyecekti, ya da elimi kopartıp yanında götürecekti. Çünkü o kız olmadan gitmeye niyetim yoktu. Gözlerindeki korku içime işlemişti.

Kendine sabır yüklemeye çalışır gibi gözlerini hızlı hızlı kırptı ve ellerini havaya kaldırdı. "Bebeğim onun adını bile bilmiyorsun."

Omzumu silktim ve kafamı kızın kaybolduğu kapıya doğru çevirdim. Ya yalan söylüyorduysa? Ya canımıza okuyacak birilerini getiriyorsa? Hayır... Sadece... Hayır. Gözleri samimiydi.

Ya, tabii.

Kat dişlerini sıkıp tısladı. "Onu becerdim."

Şokla ona döndüm. "Nee?"

"Onu becerdim." Ellerini beline dayadı. "Senden önceydi tabii. Ama... Onu becermiştim."

Yüzüme bal kadar tatlı bir gülümseme kondurdum. "İyi halt ettin."

"Ee?"

"Kapa çeneni."

"Hala bekliyor musun?"

"Sen eğlence çubuğunu oraya buraya batırdın diye masum birisinin hayatını riske atmayacağım."

Yüzünde bezgin bir ifade belirdi. "Kız vampir, başımın belası."

Tekrar omzumu silktim. Kız kapıdan çıkmış koşar adımlarla bize doğru geliyordu. Barmen şüpheli bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Kız yanımıza yaklaştığında Kat bir kolunu benim omzuma diğerini kızın omzuna attı ve mekandan iki hatunla ayrılan zampara sırıtışıyla koridora girdi. Koridora girdiğimiz anda kolunu kızın omzundan çekti ama beni kendine daha da yaklaştırdı.

Kulübün sıcağından çıktığımız anda buz kestim. Hava mümkünmüş gibi daha da soğumuştu. Kat elini kolumda yukarı aşağı gezdirerek beni ısıtmaya çalıştı.

"Araba aşağıda," diye açıkladı. Yan yana yürümeye başladık. Kızın yüzündeki makyaj silinse güzeldi aslında. Yüzü meleklere yakışan bir yüz değildi. Ama fiziği... Ayrı bir konuydu. Lanet olası Kat! Sanki bana söylemeye mecburdu.

Arabanın yanına vardığımızda yolcu kapısını açtı ve hemen geçip oturdum. Kapımı kapattı ama onlar binmedi. Arabanın yanında durup kıza döndü.

"Nereye gittiler?" diye sordu.

"Beni burada bırakmayacaksın değil mi?"

Kat kafasını iki yana salladı. "Bırakmayacağım. Ama seni yanımda da götüremem. Nereye bırakılmak istiyorsan güvenle vardığından emin olurum."

"Ama-"

"Seni yanımda gezdirecek kadar sana güvenmiyorum."

Kız yaralanmış gibi göründü ama bir şey söylemedi. "Bakire lakaplı birisinden bahsediyorlardı." Omzunu silkti. "Tek bildiğim bu. Gerçekten."

Kat yavaşça gözlerini kapattı. "Nereye gittiler?"

"Bilmiyorum."

"Kaç kişiler?"

"Bilmiyorum."

"Ne zaman geri dönecekler?"

"Bilmiyorum! Bilmiyorum!"

Kat arka kapıyı açtı ve anında şoför kısmında belirdi. Kız şaşkın bakışlarla baktı. "Be-beni götürecek misin?"

Kat gözlerini önünden ayırmadan kafasını salladı. Kız bindiğinde hareket etti. Yolda birisini aradı.

"Sana birisini getiriyorum. Onu istediği yere götür. Borcun silinecek."

Telefonu kapattı ve ellerini direksiyonda kenetledi. Bunu ben istedim diye yapıyordu. Kalbim bunun bilinciyle şişip kocaman oldu. Onu daha çok sevmem mümkün müydü? Sanırım öyleydi. Karanlık sokaklarda ilerledik. Tek bir sokak lambasının aydınlattığı yıkık dökük bir binanın önünde durdu.

"İn."

"Burada mı?" dedi sesi inanamıyormuş gibi geliyordu.

Başımı çevirip binaya baktım ve tahtalar çakılmış penceresinden parlayan bir çift göz dikkatimi çektiğinde irkilerek sıçradım. "Orada birisi var."

"Evet. Ve ona yardım edecek. Sen de hemen in."

"Teşekkür ederim," dedi ve arabadan indi. Gözleri benim üzerimdeydi. Teşekkür ettiği kişi bendim.

"O adama güveniyor musun?"

Kaşlarını çattı. "Hangi adama?"

"Kızı bıraktığın adama?"

Omzunu silkti. "Borcunu ödeyecek."

"Beni nerede bulacaklarını düşünüyorlar ki?" Kendi sorumla birlikte dondum ve bakışlarımı Kat'e çevirdim. Okuduğum yeri biliyorlardı. Boğazımdaki kocaman düğümü yutamıyordum. Direksiyonu tutan elleri gerildi ve hız ibresi gittikçe diğer tarafa doğru yatmaya başladı.

"Lanet olsun!" diye bağırıp direksiyona vurdu. "Onları avladığım için yurduna gidecek kadar gözleri döndü. Lanet olsun!"

Gözlerim yanıyordu. Nefes almaya çalıştım. Biz yumruğu sağdan bekliyorduk. Sağa odaklanmıştık. Soldan gelebilecek darbeyi kimse önemsememişti. Kat cebinden telefonunu çıkardı ve birisini aradı. Tekrar, tekrar, tekrar. En sonunda öfkeyle hırlayarak yumruğunu panele geçirip koca bir delik açtı.

Kendim için korkmuyordum, hayır. Arka cebimdeki cep telefonumu çıkardım ve ekranın Brian'dan gelen aramalarla dolduğunu gördüm. Kalbim sıkıştı ve ellerim uyuştu. Telefon parmaklarımın arasından kayıp kucağıma düşerken dudaklarımdan tek bir kelime çıkabildi.

"Jessie!"

Kurban: 13. BakireWhere stories live. Discover now