Bölüm 16 - Hayatın Benden Öte

59.2K 3.1K 142
                                    

Bölüm 16

Hayatın Benden Öte




"Kaldır kıçını ve gardını al."

Yerde yüzüstü ve nefes nefese uzanmaya devam ettim. Ne dediği umurumda bile değildi. Kat tüm bu olayları sona erdirmek niyetinde olabilirdi ama ben bitmiştim. Yanlış anlaşılmasın, ben de bitmesini istiyordum ama nefesi ağzım burnumla değil de götümle almaya başladığımda artık objektif olamıyordum işte. Tam iki haftadır bu odada canıma okuyordu. Beni yerden yere yapıştırıyor, her yerim morarana kadar pataklıyor ve sonra da bunlara sebep olan o değilmiş gibi yaralarıma merhem sürüp hatalarımı söylüyordu.

Onun dairesinde kalmadığımız günlerde yurda dönüyorduk. Gündüzleri derse girmemize ve vardiyam olduğu günlerde kafede çalışmama izin vardı ama o günlerde de Kat profesör veya taşımacı Igor kılığına giriyordu. Hiç peşimden ayrılmıyordu. Yurtta kaldığımız günlerde herkes yattıktan sonra ortak salona inip film izliyorduk. Bu gizli zevkimizdi. Jessie, Kat ve ben. Sanki eskiden Brian'la yaptığımız her şeyi onunla yapıyorduk. Yine üç tekerlek olmuştuk. Brian... Onu ne kadar ararsam arayayım hala telefonunu açmıyordu. James'in kaybının acısı onu derinden sarsmıştı ve kendimi sorumlu hissediyordum. Kanı elime bulaşmış gibi...

Lanet olasıca rüyalarım devam ediyordu ve her seferinde aynı şekilde sonlanıyordu. Katzfiel rüyalarımda bir asili daha yok etmişti. Gerçek dünyadaki Kat de bugün vampir barlarının bulunduğu sokağa gideceğimizi duyurmuştu. İlerleyişim - ya da objektif olmak gerekirse ilerleyemeyişim - umurunda bile değildi.

Okulda kaçırılan onuncu kızın adı Shia idi.

Tam on genç kız kaçırılmış ve öldürülmüştü. Onlar için ne kadar üzülüyorsam, aramızda sadece iki kişi kaldığı gerçeği kafamda gümbürdüyordu.

Bir dakika! Kafamda gümbürdeyen bu değildi ki!

Başımı yana çevirdim ve homurdanarak burnumun ucunda inatla yere çarpmaya devam eden sopaya baktım.

"Kaldır o tatlı kıçı."

Kapıya doğru sürünsem fark eder miydi ki?

"Şaka mı yapıyorsun?" diye cevapladı.

Puşt herif hala zihnimdeydi ve düşündüğüm şeyleri duyuyordu. En başından ne demeye güvenip onu zihnime davet etmiştim ki? Ellerimi yere dayadım ve kalkmaya çalıştım sırtım itiraz çığlıkları atarken dişlerimi sıktım. Sırtımda kocaman bir morartı vardı ve hayır bilerek yapmamıştı. Tekme atacağı sırada aklımdan eğileceğimi geçirmiştim ve o da bunu duymuştu. O yüzden kendini durdurmamıştı. Halbuki ben anlık bir kararla eğilmekten vazgeçmiştim. İki gün boyunca çalışamamıştık. Yine de o anda yüzünde beliren panik ve korku ifadesini aklımdan çıkaramıyordum. Canım o kadar yanmasa kahkaha bile atabilirdim.

Jessie de artık bizi izlemeyi bırakmıştı. Ben burada kan ve ter dökerken hanımefendi üst katta Charlie'yle son moda video oyunları oynuyordu. Charlie de şirketleri hackleyip henüz çıkmamış oyunları indirerek Jess'in ilgisini üzerinde tutmaya çalışıyordu. Ne kadar tutabilirse...

Yüzümü buruşturup oturmaya çalışırken Jess'in iki haftadır hiçbir erkekle görüşmediği aklıma geldi. Ne Kevin, ne Dominic... Hiç kimseyle. Charlie gerçekten de onun ilgisini üzerinde tutuyordu.

"Bitirsek olmaz mı?"

Kat tam önümde duruyordu, ayaklarımı altıma alarak oturduğum için önümde devasa bir heykel gibiydi. Dizlerimin üzerindeki halime bakarken gözleri karardı ama hemen kendini toparlayarak önümde tek dizinin üzerine çöktü.

"Canın ne kadar yanıyor? On üzerinden puanla."

"Sekiz," diye tısladım. Bu sefer GERÇEKTEN acıyordu. Elimle tek kaburgamı sardım. "Bir şey soracağım ama dürüst ol."

Gözleri şüphe kırıntılarıyla kısıldı. "Yolla bakalım."

Dişlerimin arasından bir 'ah' çıktı. Kıpırdamamak en iyisi olacaktı. "Beni onlardan önce öldürmeye mi niyetlisin?"

Gözlerindeki şüphe anında silindi ve yüzünde boş bir ifade belirdi. Aslında o... Öfkelenmiş gibiydi. Tek eliyle uzanıp çenemi kavradı ve ona bakmam için başımı geriye doğru yatırdı. Bu öylesine bir tutuş değildi. Dişlerimin ağzımın içine battığını hissedebiliyordum.

"Yapma," diye hırladı. Yüzümü sarstı. "Söyleme." Uzun bir süre sadece gözlerimin içine baktı ve hızla ayağa fırladı. "Al sopanı eline."

Sopaya uzanırken canım yanınca irkildim ama beni hor görmesine asla izin vermeyecektim. Ayağa kalktım ve tam karşısında durdum. Kafasını yana eğdi ve hiçbir şey söylemeden saldırdı. Artık nereye saldıracağını söylemiyordu zaten. Hamlesini karşılamak için ellerimi kaldırdığımda kaburgalarıma bıçak sokuluyormuş gibi hissettim ama durmadım ve karşılık verdim. Sopasıyla sol baldırıma sertçe vurduğunda etrafımda dönüp kolumun altından ona vurmaya çalıştım. Kenara çekilerek sopama vurdu ve kafama çarptı. Normalde durdurur kafama bakardı ama şu anda değil. Bana öfkeliydi. Daha da önemlisi kendisine öfkeliydi.

Etrafımda dönerek boynuna vurmaya çalıştım ama yere eğildi. Sopamın iki ucundan birden tutup kafamın üstüne kaldırdım ve gelen hamlesini engelledim. Sopam çıtırdayarak tam ortasından ayrıldı. Dizimle tamamen böldüm. İki elimde iki sopam vardı artık. Tam kalbe saplamalık! Ya da boğazına veya gözüne. Çığlık atarak atıldım ama kenara çekilerek yere düşmeme izin verdi. Ellerimle düşüşümü yavaşlatıp sırtüstü döndüm. Ve işte oradaydı. Gözlerinde yabancı bir ışık vardı. Sanki her gün çalıştığım adam değildi. Neredeyse üzerime uzanmıştı sopasının ucunu boynumun yanına getirdi ama o dokunduramadan uzandım ve parmaklarımı uzun saçlarının arasına geçirdim. Sol elimdeki sopa parçasını nereye attığımı bilmiyordum. Ellerime doladığım saçlarını çektim ve yüzünü kendiminkine doğru yaklaştırdım.

Gözlerimi kapatıp dudaklarına yapışmadan önce gördüğüm son şey, Kat'in yüzündeki şok ifadesiydi. Dudakları sıcacıktı. Yumuşacık. Alt dudağını dudaklarımın arasına kıstırdım ve hafifçe emdim. Boğazının gerisinden gelen hırlama onaylandığımın işaretiydi ve bu devam etmem için gereken cesareti vermişti. Saçlarındaki elimi ensesine doğru kaydırarak başını kaldırmayacağından emin oldum ve ensesindeki saçlarıyla oynamaya başladım. Kat de gittikçe kendine geliyor hırsla ve hevesle karşılık veriyordu. Elimi kolunun altından geçirerek sırtını okşadım.

Kat'in sağ bileğimdeki tutuşu gevşedi. Elini boynumun kıvrımına yerleştirerek beni yerimde tuttu. Tam bacaklarımın arasında uzanıyordu. Kendini dengeleyen diğer elini de bıraktı ve kasıklarımızı birleştirdi. Giysilerin üzerinden bile ısısını hissedebiliyordum. Ve sertliğini. Birazcık daha, birazcık daha, birazcık daha diye tekrar tekrar inlemek istiyordum. Dizlerimi kırıp kendime doğru çektiğimde daha çok yerleşti ve sırtındaki elim onun homurdanmasıyla titreşti. Gülümsemek istedim ama dudaklarım özgür değildi. Kesinlikle değildi ve daha önce böylesine bir esarete mahkum olmadıklarından ne yapacaklarını bilemiyormuş gibi hareket ediyorlardı. Ama Kat bundan şikayetçiymiş gibi görünmüyordu.

Elini bacağımdan yukarı doğru kaydırdı, baldırıma ve kalçama doğru. Kocaman eliyle kalçamı kavradı ve sertçe çekerek kendine bastırdı.

"Ah..."

Bu da neydi? Bu ses benden mi çıkmıştı? Dudaklarımın boşta kaldığını sonradan fark ettim. O kadar berelenmeden sonra hissizleşmişti. Hissizleşen sadece dudaklarım değildi. Beynim de bulanıyordu. Buna neden başladığımı hatırlamaya çalıştım. Kat boynumu yalayıp emiyor, beni çıldırtıyordu.

Biraz daha... Birazcık daha...

Kalçasını ritmik olarak bana sürtüyordu. Boynumdan çeneme doğru ilerledi ve çenemi emmeye başladı.

Lanet. Olsun!

Aman. Tanrım.

O çenemi emerken bacaklarımın arasındaki histen çok amacıma odaklanmaya çalıştım ve boştaki sağ elimi kaldırdım. Sopayı o kadar sıkı tutuyordum ki eklemlerim bembeyaz boğumlara dönüşmüştü.

Sopanın tırtıklı ucunu sırtının alt kısmına, kalbine gidebileceğim kısa yola sertçe dayadım.

Nefesim kesildi. Ve aynı anda Kat'in dudakları durdu. Yaptığım şeyin adice olduğunu biliyordum ve evet en az onun kadar ben de perişan olmuş bir haldeydim. Ama aklımı okuyan bir vampirden dayak yiyip durmak da hiç hoş değildi doğrusu. Önce eli kalçamı bıraktı ve bedenlerimizin alt kısımlarının arasında boşluk bırakmaya çalıştı. Dişlerini sıktığını görebiliyordum. Başını hafifçe kaldırdığında gözlerimiz buluştu.

Aralık dudaklarımdan hızlı soluklar alıp veriyordum.

"Kural iki," diye mırıldandım. "Elinde ne varsa kullan. Adil olma."

Yüzünden hüzünlü bir gülümseme gelip geçti. Elini yanağıma dayayarak hafifçe okşarken simsiyah gözleri gözlerimi deşiyordu. Başını eğerek dudaklarıma minik bir öpücük kondurdu ve geri çekildiğinde mırıldandı, "Hayatın benden öte."

Ben ona şaşkınlıkla bakarken kalkıp gitti. Kendimi minderden kalkacak kadar güçlü hissetmiyordum. Ve hayır, bunun sebebi kaburgalarımın acıması değildi.

***

Yurt odamın banyosundaki klozetin kapağını kapatıp oturdum ve aynaya boş boş baktım. Gözlerim simsiyah makyajla aşırı derecede dikkat çekici olmuştu ve yüzümde kocaman görünüyorlardı. Deri pantolonumun paçalarını düzelttim ve siyah büstiyerimi çekiştirerek göğüslerimi iyice sıkıştırmaya çalıştım. Yine de üstten biraz taşmıştı. At kuyruğumu açarak saçlarımı dağıttım ve önümü kapattım.

Yüzüm aptal ve şaşkın bir ifadeyle kaplıydı. Hem de Kat'in evinden çıktığımızdan beri. Kat sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bana karşı hala aynıydı. Yine de... Onu kırmışım gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Saçmaydı biliyorum ama öyle hissediyordum işte.

Banyonun kapısı tempolu bir şekilde çaldı. Jess diğer taraftan kapıya vurup 'Angel yine ishal oldu, bütün banyo koktu,' şarkısını söylüyordu. Elimle ağzımı kapatarak attığım kahkahayı engellemeye çalıştım. Okulun ilk aylarında uydurduğu bu şarkıyı hala hatırlamasına inanamıyordum. Ne zaman banyoda gereğinden uzun kalsam bunu söylerdi.

Yüzümü ayarlayıp kapıyı açtım ve mavi gözlerle karşılaştım. "Hiç de bile, kokutmadım."

Dudağını yukarı doğru bükerken kaşlarını yukarı aşağıya oynattı, "Öpücük nasıldı?"

Gözlerimi kocaman açarak odaya bakındım ama Kat yoktu. Bir dakika? Kaşlarımı çatarak Jess'e baktım. "Ne öpücüğü? Yine hayal mi kuruyordun?"

Jess banyoya girerken eğilip kulağıma fısıldadı. "Kirli sakal iz bırakır, sevgili arkadaşım."

Ben keskin bir soluk alırken o kapıyı ardından kapattı. Dolabıma doğru koşup kapağındaki aynaya baktım. İz falan yoktu. Zaten kapatıcı sürmüştüm, kızarıklık bile yoktu. Lanet olsun, blöf yapıyordu. Ve elimi açık etmiştim.

Küfrederek yatağımın kenarına oturdum ve dizlerimin üzerine kadar gelen siyah çizmelerimi giydim. Odanın kapısına vurulduğunda kaşlarımı çattım. Kat kapıya vurmazdı ki.

Oturduğum yerden bağırdım; "Kimsin?"

"An-Angel? Ben Charlie."

Charlie mi? Yüzümü buruşturarak Charlie'nin kim olduğunu hatırlamaya çalıştım. Gözlerim farkındalıkla irileşirken oturduğum yerden fırladım ve kapıyı açtım. Charlie, siyahlar içindeydi. Kısa, kıvırcık saçları dağınıktı. Deri pantolonunun kenarından bir zincir sarkıyordu. Kaşlarımı çatarak onu inceledim. Burada ne halt ediyordu?

"Ne yapıyorsun burada?"

Hipnotize olmuş gibi göğüslerime bakıyordu. Parmaklarımı yüzüne doğru şıklattım. Kafasını iki yana sallayarak kendisine geldi. "Jess burada mı?" Kafasını yana eğdi ve dinledi. "Ah, banyoda."

"Burası kızlar yurdu. Burada olmamalısın."

Tek kaşını havaya kaldırdı. "Odandan Kat'in kokusu geliyor."

"Ama kimsenin koku duyusu seninki gibi olmadığından bunu bilmiyorlar."

"Her neyse," dedi sıkılmış gibi omzunu silkerek. "Jess ile birlikte bara gideceğiz."

"Hangi bara?"

Dümdüz bir ifadeyle bana baktı ve içimden inledim. Hayır. Banyo kapısı açılınca kafamı çevirip baktım ve bu kez dışımdan inledim.

"Bizimle gelmiyorsun," dedim kaşlarımı iyice çatarak.

Jess baldırlarının ortasına dek uzanan çizmelerini, minicik İskoç eteğini ve göğüslerinin fışkırdığı siyah büstiyeri düzeltti. "Seninle gelmiyorum zaten. Ayrı ayrı gidiyoruz." Sırıttığında dişine ruj bulaştırdığını gördüm ama ona söylemedim. Oh olsun!

"Bu kılık da ne böyle? Git kıçına bir şey giy, dışarıda kar yağıyor,"dedim sinirle. Kendini hasta edecekti. Çizmelerinin topuklarına baktım. Ben bile Charlie'den uzunsam Jess'le ikisi yan yana komedi şovu gibi görüneceklerdi.

"Bence mükemmel görünüyorsun."

Tiksintimi gizlemeden Charlie'ye bir bakış attım. Bir salyasının akmadığı kalmıştı. Jess ona doğru yaklaştı ve gülümseyerek eğilip adamın burnunu öptü. Ah... Midemi bulandırıyorlardı. Sonra Charlie parmaklarını onun ensesine daldırarak bedenini yatırdı ve dudaklarına aç bir öpücük kondurdu. Oh... İşte bu... Oh! Hey!

Başımı hızla yukarı kaldırdım ve çenesini sıvazlayan Kat'i gördüm. Açık ağzıma bakıp gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. Boğazımı temizledim ve Jess kıkırdayarak geri çekildi. Yani... ben iki haftadır aşağıda dayak yerken onlar video oyunu oynamıyorlardı. Jess bana bakarak özür diler gibi omzunu silkti ve Charlie'nin elini tutarak ilerledi. Lanet olası velet, yavrusu gibi duruyordu. Odadan çıkıp kapıyı kilitledim ve Kat'in kafası karışmış gibi görünen yüz hatlarını inceledim.

"Ne?"dedim elimi yüzüme götürerek. "Yüzümde bir şey mi var?"

Gözlerini yumup kafasını iki yana salladı. "Gerçekten de onların video oyunu oynadığını mı düşünüyordun?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak omzumu silktim. "Öyle demiştin."

İnanamıyormuş gibi ağzı açıldı. "İlk gün için." Kolumdan tutup ilerletirken homurdanıyordu. "Birisi hormon deposu, diğeri de bir sürtük."

"Hey!"

"Yürümeye devam et, öyle olduğunu biliyorsun."

Kafamı yana eğdim. Gerçekten de öyleydi.

Yürürken Kat yandan bir bakış attı. "Farklı görünüyorsun."

Gülümsedim. "Vampir yemi gibi mi?"

Gülümsememe karşılık vermedi ve kafasını iki yana salladı. Yurttan çıkıp otoparka doğru yürürken, "Sen gibi değil," diye mırıldandı.

Yolcu tarafına geçip kuruldum ve kemerimi bağladım. "Amaç o değil mi zaten?"

Anahtarı kontağa soktu ama çalıştırmadı siyah gözleri gözlerimin içini araştırıyordu. En sonunda, "Sanırım öyle," diyerek motoru çalıştırdı ve ilerlemeye başladık.

Silecekler durmadan çalışıyordu. Yağan kar şiddetini artırmıştı ve gökyüzü pofuduk pembe bulutlarla kaplıydı. Sanki melekler pembe fenerlerle bulutların arasında gizleniyorlardı. Gökyüzünün bu kadar aydınlık görünmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Hava öngörüldüğü kadar soğuk değildi. Yine de ellerim üşüyordu. Kat her zamanki gibi siyahlar içindeydi ve uzun, siyah trençkotunu da giymişti. Çalıştığım kafenin birkaç sokak arkasına park ettik. Kemerimi açtım ve oturmaya devam ettim. Kendimi hazırlamaya çalışıyordum.

Hayal meyal Kat'in bana dönerek oturduğunu fark etmiştim ama bakışlarımı ön camdan ayırmadım. O sokakta kaç tane vampir vardı? İnsanların kanını içecekler miydi?

"Sakın yanımdan ayrılma. Korkma. Üzerinde kokum olacak. Yanından ayrılmayacağım ama ayrılsam bile bu onları uzak tutacaktır." Hafifçe başımı salladım. "Bana bak."

Kafamı çevirip ona baktım. Gözlerinde şefkat vardı.

"Sakın bir şey yapmaya çalışma. O eğitimlerin amacı seni bir avcı yapmak değil. Çok elzem bir durum olmadıkça bildiklerini kendine sakla. Anlıyor musun?"

Hafifçe başımı salladım. "Yani ben işe yaramaz bir şekilde mi dövüşüyorum?"

İçtenlikle gülümsedi ama gamzesini gösterecek kadar değil. "Daha iki haftadır çalışıyoruz ve sen beni alt ettin."

Başımı yana eğdiğimde saçlarım da o tarafa döküldü. "Bunun doğru olmadığını biliyorsun," diye fısıldadım. "Hile yaptım."

Sahte bir kahkaha attı. "Umarım o hileden bol bol yaparsın."

Tek kaşımı kaldırarak yüzünü inceledim. "Herkese mi?"

Yemin ederim gözlerinin akının karardığını gördüm. Kalbim birkaç tık daha hızlı attı. "Herkese yap," diye hırladı. "Sonra koparttığım kafalarından akan kanla banyo yaparsın."

Hissettiğim hayal kırıklığı sonraki sözleriyle bambaşka bir şeye bıraktı yerini. Adam birisinin kafasını koparmaktan bahsediyordu ve ben... Ben sırıtıyordum. Sorunum neydi benim?

"Seni yenersem söyleyeceğine söz vermiştin."

"Neyi?" dedi biraz daha rahatlayarak. Omuzlarındaki gerginliğin azaldığını görebiliyordum.

"Zitrivan sante kum?"

Çarpık bir şekilde gülümsedi. "Zaten söyledim." Ardından arabadan çıkıp benim peşine takılmamı beklemeden ilerlemeye başladı. Siktir.

Hızla indim ve topuklu pabuçlarıma rağmen peşinden ilerledim. "Söyledim de ne demek? Uyurken falan mı söyledin? Öyleyse sayılmaz bilesin."

Elleri pantolonunun cebinde ilerlerken omzunu silkti. "Bana gayet ayık görünmüştün."

"Kat..." dedim çocuk gibi bir sesle.

Gülmemek için dudağını ısırdı. Dudak demişken... Ne güzel dudaklardı onlar öyle. Havaya kalkan tek kaşını gördüğümde kafamı hızla önüme çevirdim ve o anda fark ettim. Önümde bir şeyler hareket ediyordu.

Belki çok yorgun olduğunuzda size de oluyordur. Gözlerinizin önünde minik noktalar uçuşuyordur. Yalnız benim minik noktalarım onlara baktığımda yok olmuyorlardı. Sadece zarifçe bir başka noktaya kayıyorlardı. Ah... Gözler...

"Neden dışarıda duruyorlar? Karanlıkta."

Kat bana bakmadı ama sağ elini pantolonundan çıkarıp omzuma doladı ve bedenimi kendi yanına yapıştırdı. "Karanlık değil."

Kaçamak bir bakışla çevreme baktım. Yani hepsi beni net olarak görüyordu?

"Evet," dedi Kat.

Dövmeci gibi görünen bir dükkanın önünde durdu. Yeşil neonlarla adı yazıyordu:
'Yeşil Mürekkep'

Biraz daha uğraşsa yaratıcılıktan ölecekmiş doğrusu. Kat homurdanıp beni de beraberinde çekerek dövme dükkanına girdi. Zihnimde olmak ve garip düşüncelerimi dinlemek onu çıldırtıyor olmalıydı. Ne zaman saçma şeyler hakkında uzun uzun düşünsem kendi kendine konuşup homurdanıyordu. Gülümsememi bastırarak onu takip ettim. Dükkanın tüm ışıkları kapalıydı ve kasada kimse yok gibiydi. Ama ayaklarımın altında garip bir titreşim vardı.

"Burası kapalı," diye tısladım ama Kat gülümseyerek elini omzumdan belime kaydırdı. Elimi trençkotunun içine sokup sırtına dayadım. Sırtındaki kasların tel gibi gerildiğini hissedebiliyordum ama onun da ötesinde teninin altında belirmeye başlamış bir çıkıntı vardı. Tam dövmesinin olduğu yerde.

Başını eğip bana baktı, gözleri bilmem gerekenleri söylüyordu sanki. "Burada bir asil var," diye fısıldadı.

"Nereden biliyorsun?"

Dudaklarını kulağıma yaklaştırdığımda ürpertimi gizleyemedim ve daha kötüsü o bunu fark etti. Ama kulağıma hiçbir şey söylemedi, sesini zihnimde duydum.

-Dövmelerim sadece onlara ihtiyaç duyduğumda canlanır.

Canlanır mı?

-Bana göre canlanıyorlar.

Ona yandan bir bakış attım ve gözlerimi kıstım. "Söyle artık."

Neden bahsettiğimi biliyordu. Dudaklarını büktü. "Zaten söyledim."

"Peki," diye mırıldandım.

Kasanın arkasındaki bir kapıdan geçip karanlık merdivenlerden inmeye başladığımızda elimi tutmasına izin verdim. Son birkaç basamakta koluyla kalçamı kavradı ve bedenimi kucağına alarak koridorda yürüdü. Eski kale duvarlarına benziyordu. Eski ama dayanıklı. Geniş, çift kapılara doğru ilerledi. Kapıda iki tane iri yarı adam vardı. Yaklaşırken bedenimi diğer koluna doğru eğdi ve dudaklarımı iştahla öptü. Ben şokla cırlarken korumlar sırıtarak kapıyı açıp bizi içeri almışlardı bile.

Kat beni ayaklarımın üzerine yerleştirdi ve etrafa bakıp durumu özümsemem için zaman verdi.

Hassiktir...

Buna başka hangi kelime yakışırdı bilmiyorum ama... Hassiktir.

Kat beni kolunun altına alarak merdivenlerden indirdi. Tam karşıda devasa bir bar vardı. Orta kısımda masalar ve tabureler yer alıyordu ama tam ortalarındaki boşlukta millet dans ediyordu. Sağda ve solda kabinler vardı. Daha gizli ve gizemli işleri yapmaya uygundu. Merdivenden indikten sonra arkamı döndüm ve gözlerimi kapatamadım. Bir camekan vardı ve tepeden aralıklarla akan köpük ve su, altındaki çıplak kızları ıslatıyordu. Kızların fizikleri kusursuzdu.

Dans ediyor, gülümsüyor camekanın dışındaki adam ve kadınları tahrik etmeleri için ne gerekiyorsa yapıyorlardı. Şokla adamlardan bazılarının cinsel organlarını çıkarıp cama sürttüklerini gördüm. Camın kimi kısımlarında delikler vardı. Adamlardan birisi delikten içeri organını soktu ve kızlardan sarışın olanı camekanın diğer tarafında dizlerinin üzerine çöktü.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?" diye fısıldadım. Açık ağzımı Kat'e doğru çevirdiğimde onun gözleriyle barı taradığını ve arkasındakileri izlediğimi fark etmediğini gördüm. Ama bir şey - belki saflaşmış gibi bakmam, donakalmam, aklımdan geçenler - dikkatini bana çekti.

"Ne?"

"Burası ne böyle?"

Arkasına bakıp sırıtarak bana döndü. "Hadi ama... Birkaç si-penis gördün diye kızarma."

Dudaklarımı yalayarak kafamı salladım. Tamam. Bunu yapabilirim. Tamam. Sadece kaçık bir seks kulübü bozmasından vampir barı... En fazla ne olabilirdi ki?

Çalan erotik şarkıyla birlikte tavandan uzun, beyaz tüller indi ve tüllerde de kadınlar vardı. Evet, evet bildiniz. Çıplaklardı. Jimnastikçiler kadar esnek bedenlerini tüllerle kaplıyor, hızla aşağıya iniyor, bacaklarını kaldırıp indirerek düşecekmiş gibi yaparak diğer tüle sıçrıyorlardı.

"Harika..." dedim sesimi olabildiğince düz tutmaya çalışarak. "Şimdi de gökten vajina yağıyor. Günün daha güzel olabilir miydi?"

Kat'e yandan bir bakış attım. Yüzünde sevimli bir gülümsemeyle beni izliyordu. Parmağımla tam tepemizdeki çıplak kadını işaret ettim. "Sanırım senin için çok sıradan?"

"Sen varken her şey sıradan," diye mırıldandı.

Kalbim şok ve şaşkınlıkla şişerken gözlerimi ona diktim. "Bu da ne demek?"

"Beni öyle boklara bulaştırdın ki geri kalan her şey sıradan geliyor."

"Pislik."

Burnumu bükerek ona arkamı döndüm ve masalarda oturup öpüşenlere baktım. Başka tarafa baktığımda bir vampir topluluğunun bir... bir... insan barında bileklerinden, boyunlarından insanları ısırışlarını izledim. Ya da kan barı... Artık adı her neyse. Dudağımı kemirirken arkamdaki güçlü varlığını hissettim.

Arkamdan kollarını dolayarak yüzünü saçlarımın arasına gömdü. Ağzı kulağımın hemen kenarındaydı ama hiçbir şey söylemedi. Sadece nefesinin sıcaklığı vardı. Tam artık pes edecekken zihnimde sesini duydum.

Ve o ses bana 'Hayatın Benden Öte' diyordu.

"Anlamı bu," diye fısıldadı.

Bunca zamandır bana benim hayatımı kendi hayatının önüne koyduğunu söylüyordu. Söz veriyordu. Titreyen elimi belimi saran elinin üzerine koydum ve dişlerim tıkırdamasın diye dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Parmaklarımı parmaklarının arasına geçirirken sıcaklığından ve varlığından güç aldım. Bu birisine söylenebilecek şeylerin arasında en uç noktaydı. Bu sevgi sözcüklerinden, gereksiz iltifatlardan, saçma ifadelerden çok daha ötesiydi.

Bana vaat ettiği şey beni korumak için kendi yaşamını vermekti.

Ve ben buna asla ama asla izin vermeyecektim.

Barın iç kısımlarına doğru yürürken elimi tutan o değildi, parmaklarımı parmaklarına geçiren bendim.

Kurban: 13. BakireWhere stories live. Discover now