BÖLÜM 21 - İki Arada

69.1K 2.9K 154
                                    

BÖLÜM 21

İki Arada


"Bir şey istemediğine emin misin?" dedim buzdolabından uzaklaşarak. Kapağın üzerinden ona baktım.

Tezgahın diğer tarafına yaslanmış, milyonlarca anlama gelen bir ifadeyle beni izliyordu. Kafasını hafifçe iki yana salladığında tekrar buzdolabına döndüm ve bir tane yeşil elma çıkardım. Elmayı yıkadım ve kocaman, sulu bir ısırık alırken mutfak tarafındaki tabureye oturdum. Oturduğumda bacaklarımın arasında hissettiğim sızıyla birlikte yüzümü buruşturdum.

Kat eğildiği için burunlarımızın arasında bir karış mesafe vardı. Yüzümdeki ifadeyi yakaladığı anda gözleri hafifçe büyüdü.

"İyi olduğuna emin misin?"

Elmamı ısırarak gülümsememi gizlemeye çalıştım. Sabahtan beri aynı soruyu sormaktan bıkmamıştı.

"Eminim," diye homurdandım.

Bir yandan gözleriyle beni resmen afiyetle yiyor, bir yandan da endişeyle kol kanat geriyordu. Şey... Kanat derken... Mecazi anlamda yani. Yoksa sırtından çıkan bir şey yoktu.

Kat düşüncelerime karşılık yüzünü buruşturdu.

Haline gülümsedim. "Kafamdan çıkmakta özgürsün, biliyorsun değil mi?"

Burnunu çekerken yüzünü ifadesiz tuttu. "Öyle bir seçenek yok."

"Sürekli kafamda sen varken yaşamamı beklemiyorsun herhalde?"

Kaşlarını havaya kaldırdı. "Oldukça güzel bir şekilde yaşıyorsun işte."

Kendimi geriye itip sızlanarak tabureden kalktım ve çöpü atıp ellerimi yıkadım. Soruyu sormadan önce dudaklarımı ısırıp engellemeye çalıştım ama başarılı olamadım.

"Kan içmedin."

Kelimeleri kendim söylememe rağmen ben bile duymamıştım. Ama o duymuştu işte ve tam arkamdaydı.

"Sen yanımdayken ihtiyacım gittikçe azalıyor."

Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Yutkunarak kafamı salladım ve dönüp kollarımı gevşekçe beline sardım. Donakaldığını hissedebiliyordum.

Yanlarında duran ellerini yavaşça kaldırdığını gördüm ve dudaklarımı birbirine bastırarak bekledim. Önce hafifçe omuzlarıma dokundu, sonra sırtıma yayılan saçlarımı okşayarak belime kadar indirdi. Diğer elini başıma dayayarak göğsüne bastırdı. Kulağımın altındaki kalbi gümbür gümbür atarken çenemin kenarına boynundaki madalyon batıyordu.

Cinsellik veya şiddet içermeyen bir temas hissetmeyeli ne kadar olmuştu?

"Uzun... Uzun zaman oldu."

Alt dudağımı ısırırken aklıma burada ilk kez kaldığımda ağlarken saçımı okşayışı geldi.

Dudaklarını saçlarıma bastırdı. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda o kara gözlerinin ardında tutsak kalmış adamı gördüm. Yorgun, kimsesiz... Ama artık ben vardım. O bakışı bir daha gözlerinde görmeyecektim.

Geri çekilirken elleri isteksizce bedenimden ayrıldı.

"Okula gitmeye hazırım," diye mırıldandım.

Kaşlarının arasında küçük bir v harfi oluşurken kafasını sallayarak onayladı. Kapıya doğru ilerledik. Ben deri ceketimi giyerken o da kısa, siyah bir deri ceket giydi ve saçını ensesinde gevşekçe topladı. Ayağında motorcu postallarından vardı. Gülümseyerek kafamı iki yana salladım.

"Tüm bunların sebebi ne?"

Omzunu silkerken dudağını büktü.

"Kılık değiştirdiğini mi sanıyorsun? Senin cüsseni değiştirmek için saçını salıp toplamandan daha fazlası gerekiyor."

"Hiçbir şey umurumda değil," dedi ve kapıdan çıkıp elini bana doğru uzattı. "Senden başka... Gidelim mi?"

Elimi elinin içine bıraktım ve kapıdan çıktım. Parmaklarımın ucunda minik elektrik telleri cızırdıyordu. Otoparka indiğimizde gözlerim arka uçtaki kilitli kapıya kaydı.

"Bugün kafeden döndükten sonra biraz çalışalım mı?" dedim başımla kilitli kapıyı işaret ederken. "Arkada kaldığımda benim için endişelenmen hoşuma gitmiyor."

Hoşnutsuzlukla yüzünü buruşturdu. "Kafeye mi gideceğiz?"

"Elbette," dedim yolcu tarafına binerken. "O benim işim."

"Paraya ihtiyacın yok."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken onun direksiyonun başına geçmesini bekledim. "Gazoz kapaklarını takas ederek yaşamıyoruz. Herkesin paraya ihtiyacı var."

"Senin yok. Ben yanındayım."

Derin bir nefes alıp bıraktım. "Bugün kafeye gideceğiz çünkü benim çalışmam lazım."

Otoparktan çıkarken dönüp bana bakmadı ve kafasını hafifçe salladı. Güzel...

Otomobilde ilerlerken bakışlarımı Kat'in huzurlu yüzünden hiç ayırmadım. Dudağı hafifçe yukarı doğru kıvrılmıştı. Normalde gülümsemenin 'g'sini bilmeyen dudakları bugün hiç aksi bir çizgi gibi görünmüyordu. Tek kaşını havaya kaldırıp bana döndü.

"Dudaklarım aksi görünmüyor."

"Şu anda görünmüyor, evet."

Kaşlarını çatarak yola baktı. "Normalde de görünmüyor."

Gülmemek için alt dudağımı ısırdım. "Kendi yüzünü görmüyor olman büyük şans o zaman."

Kendini beğenmişçe dudak büktü. "Haklısın. Bu seksi bedene ve kusursuz yüze baksam gözlerim erimeye başlardı." Bana yandan bir bakış attı. "Bu kadar dirençli olman güzel bir şey."

Kendimi tutamayıp güldüm. "Ukala."

Omzunu silkip ilerlemeye devam etti. Okulun kapısından içeriye girerken hala gülüyordum. Arabasını öğretmenlerin park yerine bıraktığında homurdanarak arabadan indim. Profesör Vincent'ın dersliğine gitmek için soldaki binaya yöneldim. Taş parkelerle döşeli yolda kaymamak için dengemi sağlamaya çalışıyordum. Mickey'nin huysuzluğu üstündeyse derse almayabilirdi, o yüzden geç kalmak istemiyordum.

Hafifçe atıştıran kar saçlarımda birikiyor, yavaşça erirken ardında ürpertici ıslaklığını bırakıyordu. Kafamı kaldırıp kurşuni bulutlara ve ağaçların çıplak dallarına bir bakış attım. Ürperince ceketime biraz daha sarıldım. Bu Kat nerede kalmıştı ki böyle?

Kafamı çevirip arkama baktığımda, onu yüzünde kızgın bir ifadeyle peşimden gelirken buldum. Yine kızacak ne bulmuştu acaba? Başımla acele etmesini işaret ederken adımlarımı hızlandırdım. Yol üzerinde karşılaştığım arkadaşlarıma selam veriyor, gülümsüyordum.

"Nerelerdesin Angel?"

Başımı çevirip sesin geldiği tarafa baktım. Ve sınıftaki sevimli çocuklardan birisi olan Kevin'la karşılaştım.

"Ah... Şurada burada... Sen-"

"Derse geç kalacaksın!"

Kat parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi ve elimi tutarak beni peşinden sürükledi. Kaşlarımı çatarak ona ayak uydurmaya çalıştım. Kevin şaşkın bir suratla orada kalakalmıştı.

"Sorun ne?"

Ejderha gibi burnundan solurken bana döndü. "Sana bakmalarından hoşlanmıyorum."

Sanki böylesine bir şeyi itiraf ettiği için ne ağzından çıkanlara ne de kendisine inanamıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"İnsanların baktıkları yere engel olamazsın."

Binaya girdiğimizde tokasını çekip saçını açtı ve kafasını iki yana sallayarak her tarafa su sıçrattı. Saçlarının arasından bakan gözleri iki adet kor gibiydi. "Aslına bakarsan, olabilirim."

Elimi omzundan göğsüne doğru indirdim ve kalbinin üzerinde tuttum. Derin bir nefes alarak kokusunu içime çekerken bedenim yavaşça rahatlamaya başladı. Parmakları ufak dokunuşlarla saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yüzümü ellerinin arasına alıp kulağıma doğru eğildiğinde sıcak nefesi tüylerimi diken diken etmişti.

"Zitrivan Sante Kum."

Elimi sırtına doğru kaydırıp sıkıca sarılmaya çalıştım. İşaret parmağımı kanatlarının olması gereken noktada gezdirince neredeyse gürültüyle inledi.

Jessie'nin kendisinden önce sesi geldi. Kendi ufak dünyamızda öylesine kaybolmuştuk ki okulda olduğumuzu bile unutmuştum. Kat kulağımın hemen altına bir öpücük kondurup geri çekildi ama tekrar elimi tuttu.

Jessie çenemi tutup sıktı ve ona bakmam için kafamı geriye doğru yatırdı. "Eğer bana bir daha yalan söyleyecek olursan, lanet olası derini diri diri yüzerim. Anladın mı beni?"

Kafamı sallamaya çalıştım ama öyle sert tutuyordu ki beceremedim bile. Ağzımda tükürük birikiyordu. Birazdan herkes güzel bir salya şova tanıklık edecekti. Kat başını eğip gülüşünü saklamaya çalıştığında yan gözle ona baktım. Ah... Şu kafamda gezinmeleri yok muydu!

Jess'in bileğini tutup geri çekmeye çalıştım. Ancak o zaman canımı yaktığını anlayıp bıraktı. Yanaklarını ovalarken ona öldürücü bakışlarımdan bir tane atmaya çalıştım ama ters tepti.

"Birde bana öyle bakmaya kalkışma sakın!" Ellerini beline dayadı. Bakışlarımı ondan uzaklaştırmak için arkasına baktığımda kollarını göğsünde bağlamış Brian'la karşılaştım. "Hem sen-"

Jess aniden susunca tekrar ona baktım. Kaşlarını çatmış, yüzünde şapşal bir ifadeyle elime bakıyordu. Kat'in elini tutan elime...

Kafasını yana eğdi. "Sen. Siz..." Dudağını kemirirken ellerimizi işaret etti. "Siz şimdi-"

"Evet," dedim daha fazla bocalamasını istemeyerek. Yüzünden geçip giden şokun gölgesine gülmek istedim.

"Angel!" diye bağırdığında birkaç kişi dönüp bizden tarafa baktı. Niye bağırdığını biliyordum ve kafamı hızla iki yana sallayarak onu kestim.

"Burada olmaz."

"Sizi beklemek zorunda mı kalacağız?" Öfke tınıları içeren ton, kafamı sınıfa doğru çevirmeme sebep oldu. Mickey kapı kolunu sıkıca kavramış, tek kaşı havada bize bakıyordu. Diğer kolunda ceketi ve çantası vardı. Aceleyle sınıfa doğru yürürken Jess'i ceketinden yakalayıp beraberimde çektim. Brian ve Kat'in arkamızdan geldiğini bilmek için dönüp bakmama gerek yoktu.

Jess'le birlikte gidip ön sıradaki yerimize oturduk. Kat gelip tam yanıma oturdu. Brian da Jess'in diğer yanına oturmuştu.

Mickey çantasını masanın üzerine atarken başımı çevirip Brian'a baktım. Kafamızın üzerinden gözlerini kısarak Kat'e bakıyordu.

"Dün gece sizi bulamadım," dedi sonunda.

Kat gözlerini karşısından ayırmadan onu cevapladı. "Bulunmak istemediğimizdendir."

Ona hafifçe dirsek atarken tısladım, "Nazik ol!"

Dişlerini sıktı ve oturduğu yerde kıpırdandı. "Acelemiz vardı."

Brian'ın sesi yumuşadı. "Senin için endişelendim Angel. Arkadaşının pek tekin göründüğünü söyleyemem," dedi 'arkadaşın' kelimesini vurgulayarak.

Kat'in karşıya bakan gözleri kısıldı ama sesini çıkarmadı. Mickey gömleğinin kollarını kıvırırken bize doğru döndü ve gözlerini yanımızdaki iki erkeğe dikti.

"Bu sınıfta yeni misiniz?" diye sordu.

Sesimi çıkarmadan önümdeki kağıda şekiller çizmeye başladım. Konuşan Brian oldu.

"Bir süre uzaklaşmam gerekmişti."

Mickey kafasını salladı ve bakışlarını Kat'e çevirdi. Bizden büyük göründüğü ortadaydı ve bu sınıfa ait olmadığını Mickey de adı gibi biliyordu. "Peki sen?"

Kat tek kaşını kaldırıp sıkılmış gibi dudağını büktü. Mickey'nin dişlerini sıktığını oturduğum yerden bile görebiliyordum.

"Sınıfta oturma kuralı var, sizden arkaya geçmenizi isteyeceğim."

Kat boğazının gerisinden kaba bir ses çıkardı. Mickey kafasını yana eğerek ona baktı.

"Dersini anlat. Zamanımı boşa harcıyorsun," dedi Kat boğuk bir sesle. Gözlerim bardak altlıkları gibi açılırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Sınıfta mırıltılar yükselirken Mickey'nin çatırdayan otoritesinin sesini neredeyse duyabiliyordum.

Mickey'nin şişen burun delikleri, adamın mutlu olmadığını gösteriyordu. Arkasını dönüp tahtaya bir şeyler yazmaya başladı. Ne yazdığına odaklanamıyordum bile. Çünkü bir yanımdan Kat boynumla oynarken diğer yanımdan Jess not defterime bir şeyler karalıyordu.

Kat benim okumama izin vermeden defterimi kendi önüne çekip bir şeyler karaladı. Jess irileşen gözleriyle ona bakıp bir şeyler yazdı ve bana göstermedi bile. Kat'in elini boynumdan çekmeye çalışırken bir yandan da ne yazdıklarını okumaya çalıştım. Mickey bize doğru döndüğünde ikisi de hareketsiz kalıp önlerine dönmüşlerdi. Defteri kaldırıp bakınca utançla kıpkırmızı oldum.

Jess'in dağınık ve heyecanlı şekilde yazdığı cümleler birbiri ardına suratıma indi.

'Yaptınız mı?'

'Nasıldı?'

'Kılıcı büyük müydü?'

'Bence kocamandır!'

'Kılıcıyla oynadın mı?'

Ve Kat'in düzgün, okunaklı yazısıyla yazdığı o cümle: 'Tüm sorularının cevabı evet, önüne dön.'

Not defterini ters çevirerek masama bastırdım. Yanaklarım yanıyordu. Pislikler! Jessie kulağıma doğru eğilip fısıldadı;

"Artık seçilmiş bakire değil, seçilmiş sürtük müsün yoksa?"

Kırgın bir ifadeyle ona baktım ve kafamı Mickey'e doğru çevirdim. Mutlu değildi. Yeşil gözlerinin altı kıpkırmızıydı ve o gözler direkt olarak bana bakıyordu.

"Not almıyor musunuz Bayan Rosso?"

"Bugün değil," dedim ama sesim bir garip çıkmıştı.

Yüzünü buruşturarak masanın üzerindeki kitabı aldı ve okuyup çeviriler yaparken anlatmak istediği noktaları tahtaya not aldı. Dersin bitiminde kitabını kapattı ve gözlerini sınıfın üzerinde gezdirdi.

"Haftaya ara sınav dönemi geliyor. Profesör Vincent'ın anlattığı her yerden sorumlusunuz. Ek olarak bugünkü konular da var. İyi çalışmaya bakın. Kimsenin gözünün yaşına bakmam."

Sınıftaki homurdanmalara aldırmadı. Brian kafasını dayadığı masadan kaldırdı. Kazağının baklava dilimi şekli yanağında iz yapmıştı. Ellerini havaya kaldırarak esnerken, "Sonunda bitti. Açlıktan ölüyordum," diye inledi.

Mickey ona bakarak bıyık altından gülümsedi. Ah... Brian kara listede bir numaraya oturmuştu bile. Gömleğinin kollarını indirirken bana bir bakış attı. Ceketini koluna aldı ve bana bakmadan konuştu; "Angel, benimle birlikte yürü lütfen."

Birdenbire adımın geçmesi beni gerdi ama ayağa fırlayıp ceketimi giydim. Çantamı sırtıma takarken Kat'e bakıp göz kırptım. Sanki oturduğu yerde kalmak için kendisini zorluyormuş gibi görünüyordu. Mickey'e doğru yürümeden önce işaret parmağımla şakağıma dokundum. Nasılsa kafamdasın, diye düşündüğümde gerginliği biraz daha azaldı.

Koşar adımlarla kapıdan çıkan Mickey'e yetiştim. Bana yandan bir bakış atıp binaları birbirine bağlayan geçitlerden birisine girdi. "Sen salak mısın?"

Nefesim kesildi ve şokla ona baktım. Doğru mu duymuştum? Açık ağzımı kapattım. "Ağzını topla."

"Hayır, yani salak değilsen salakça davranma sebebin ne olabilir?"

"Ne diyorsun?"

Hızla döndüğünde duvara yapışacaktım. "Duvarlardan sıçrayan, zırt pırt odana giren bir adama mı güveniyorsun? Tabii ona adam diyebilirsen! Ne olduğu meçhul bir yaratık."

Dişlerimi sıkarak ağırlığımı diğer ayağıma verdim. "Sonuca gelecek misin?"

Kafasını iki yana salladı. "Kimseye güvenme! Dubrery sana bunu söylemiştim."

Alnım kafa karışıklığıyla kırıştı. "Dubrery de kim?"

Öfkeyle burnundan soludu. "Profesör Vincent!"

Elimi aramıza sokarak işaret parmağımı gözüne sokmak istermiş gibi kaldırdım. "Bana bağırma! Buna hakkın yok!"

"Ahmak," diye tısladı.

"Gerzek!"

Öyle bir baktı ki gerileyerek duvara yapıştım. Kafamın hemen yanındaki duvara bir tane geçirdiğinde irkilmemeye çalıştım. Kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "Panayırda ne olduğunu biliyorum." Geriye çekilip gözlerime baktı ve dişlerinin arasından konuştu. "Arkanızı avcılar temizliyor."

"Ben bir şey yapmadım," dedim suçlulukla mırıldanırken. "Görmedim bile." Bu doğruydu, gözlerim tamamen kapalıydı.

"Sen yaptın demedim zaten." Gözlerini kısarak sol tarafa baktı. "Ama onun için aynı şeyi söyleyemem," dedi başıyla o tarafı işaret ederken.

Kat ifadesiz bir suratla kolunu aramıza uzattı ve Mickey'i koridorun diğer ucuna doğru fırlattı. Dimdik duruyordu. Ve şey... Umursamaz görünüyordu.

"Ben yaptım, bir problemin mi var?"

Mickey sakinleşmek ister gibi dudağını dişledi. Konuştuğunda sesi zehir saçıyordu. "Bir dahakine arkanı kendin temizle."

Kat alayla gülümsedi. "Temizliği beceriksizlere bırakıyorum. Bir sonraki temizlik yerini mesaj atarım." Bana baktı ve elimi tuttu. "Gitmemiz gerekiyor."

Kaşlarım havaya kalktı. "Nereye?"

Kat beni geçitten kafeteryanın olduğu kısma sürüklerken sırtına bakıyordum. "Önce bir şeyler ye. Sonra söylerim."

"Aç değilim."

"Öylesin."

"Ama-"

Omzunun üzerinden ters bir bakış attığında iç çektim ve tepsilere doğru onunla birlikte yürüdüm. Çatalımı alarak sıranın ilerlemesini bekledim. Kat sıraya girmemiş dışarıdan direktif veriyordu.

"İki tabak al."

"Neyden?"

"Şu köfte tabağından. Söyle peyniri bol koysunlar."

Gözlerimi devirdim. "Burası okul. İtalyan restoranı değil."

Görevli kadın cilveli bir ifadeyle Kat'e gülümserken köftenin sosunu ve peynirini bolca döküverdi. Kadının alnına bakışlarımla dumanı tutan bir delik açabilirdim. Sürtük. Kat, onu da al, bunu da al diye bana emirler yağdırırken kızlar onu işaret ediyor ve fısıldıyorlardı. Dişlerimi sıktım. Sürtükler!

Sıradan çıkıp Kat'in yanına gittim ve masalardaki kızlara kaşlarımı çatarak baktım. Kat elimdeki tepsiyi alıp pencere kenarındaki bir masaya doğru giderken kendi kendine gülümsüyordu. Suratına bir tane geçirme isteğimi görmezden geldim. Gösterme o gamzeleri!

Daha derinden gülümsedi. Kafamı iki yana sallayarak sandalyeye oturdum. O da karşıma oturup tepsiyi aramıza bıraktı. Peynirli makarnayı kendi önüne çekerken köftelerden birisine çatalı batırıp ağzıma tıkıverdi. Homurdanırken çenemden damlayan sosu silmeye çalışıyordum.

"O kadar mı açsın Ang?" dedi Jess. Ardından kendisini yanımdaki sandalyeye attı. Kaşlarını yukarı aşağı oynatırken, "Eh gece o kadar efor sarf ettin değil mi? Sen de haklısın. Gücünü topla da geceye kalsın."

Ağzım açık ona bakıyordum. Birileri duydu mu diye panikle çevreme bakarken Kat ağzıma bir köfte daha tıktı.

"Hızlı ye biraz."

"Acelen ne aygır? Dersimiz var," dedi Jess.

Ağzım dolu bir halde, "Jess," diye inledim. "Kes şunu."

"Evet, Jess. Kes şunu," dedi Kat soğukça. "Yoksa o dilini koparacağım."

"Aman tamam, tamam. Sustum. Ee sizin ne aceleniz var?" dedi ve Brian'ın, önüne bıraktığı tepsiden bir şeyler yemeye başladı. "Akşam bir yere mi gidiyoruz?"

Kaçamak bakışlarla Brian'a baktım. Kat'in yanına oturdu ve sessizce yemeğini yedi. Ardından soran bakışlarımı Jess'e çevirdim.

"Ne kadarını biliyor?"

Brian bana bir bakış atıp tabağına dönerken, "Çılgın Profesöre kızmamam gerektiğini bilecek kadarını."

"Ayini," dedim.

"Ve bakireleri," dedi Jess.

"Ve şey..." Brian içeceğinden bir yudum alıp bana baktı. Köpek dişlerini işaret ettiğinde gülmemek için dilimi ısırdım.

"Vampirleri," dedi Kat soğukça.

Brian ona bir bakış attı ve kafasını salladı. "Ama senin ne olduğunu söylemedi. Birdenbire ortaya çıkan beyaz atlı şövalye misin?"

Kat ağzına koca bir çatal makarna atarken, "Hıı," diye mırıldandı.

"Atın nerede?"

Kat ağzındakileri çiğnerken bezgin görünüyordu. Kafasını çevirip ona baktı ve ağzındakini yuttu. "Sen varsın ya," deyip kafasını çevirdi.

Jessie kahkahalara boğulurken ben nefesimi tuttum. Maruz kaldığımız testosteron oranı bizi öldürebilirdi!

Erkekler...

Kat tek kaşını kaldırarak bana baktı ve yemeğini yemeye döndü.

"İştahın mı açıldı senin?" dedim onu izlerken. Ne bulursa ağzına atıyordu.

Omzunu silkti. "İlk zamanlarımdan beri bu kadar acıkmamıştım." Yüzünü buruşturdu. Gözlerinde gördüğüm acının başka bir açıklaması olamazdı. O zamanları düşünmek kalbini paramparça yapıyordu. Eliyle göğsünü dürtükledi.

"İyi misin?" diye sordum endişeyle.

Kafasını salladı ve anlayışla gülümsedi. "Sanırım uzun zamandır yanından hiç ayrılmadığım için böyle oldu," diye fısıldadı.

"Nasıl yani?"

Gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Değiştiğimi hissedebiliyorum."

Mırıltısı sadece benim duyabileceğim gibiydi. Bir şey söylemeden önce dudaklarımı yaladım ve onu anlamaya çalıştım. İyi yönde mi değişiyordu? Neler oluyordu?

"Sana sorun mu çıkarıyorum?"

Yüzündeki acı dolu ifade attığı kahkahayla dağılırken beni şaşırtarak yerimden sıçrattı. Herkes bize doğru bakıyordu ama umurunda bile değildi. "Sen bugüne kadar karşılaştığım en iyi şeysin."

Yanaklarımın kızardığını gizlemek için başımı önüme eğdim. "İlk zamanlar öyle demiyordun," diye homurdandım.

"Bir de öyle söyleseydim kaçar giderdin herhalde," dedi tek kaşını havaya dikerken.

Ona katılarak kafamı salladım. Aklıma gelenle birlikte daha dikkatle baktım.

"Nereye gitmemiz gerekiyor?"

Kat boşalan tabağı ileriye doğru iterken bana baktı ve sırıttı. "Striptiz kulübüne." Sırıttığında sivri dişlerini bile gördüm.

Gözlerimi kıstığımda bir boğa gibi eşelenmediğime şaşıyordum. Jess bile şaşkınlıkla bir soluk almıştı.

"Benimle kafa mı buluyorsun sen?"

Peçetesiyle ağzını silerken kafasını iki yana salladı. "Hayır."

"Seninle striptiz kulübüne gitmeyeceğim."

"Mecbursun. Ben nereye gidersem gelmek zorundasın."

"Amacın ne?" diye tısladım.

Gözlerini çevrede gezdirdi ve mırıldandı, "On üçlerden birisi birkaç aydır orayı işletiyormuş."

"Bu on üçler doğru düzgün bir yer işletemiyorlar mı? Hem artık dokuzlar dememiz gerekmiyor mu?"

Yüzüme bakarken samimiyetle gülümsedi. "Gerginken espri yapma sen."

"Kimmiş gergin?"

"Ben de geleceğim!"

Kat gözlerini devirdi. "Angel'ı korumak bana yetiyor Jessie. Sen gelme."

"Sormadım zaten, geleceğim dedim."

"Hayır dedim."

Brian bana baktı, "Buna karışmalı mıyım?"

"Kesinlikle hayır," dedim kafamı iki yana sallarken. Jess'e döndüm. "Sen de burada kal. Ya da Charlie'nin yanına git."

Charlie dediğimde gözlerinde parlayan yıldızları sayabilirdim. Yok artık! Onun gibi bir adam, Jessie gibi bir kızı nasıl böyle iliklerine kadar aşık edebiliyordu? Derin bir nefes alıp verdim.

"Ee?" dedi Kat. Bacağı masanın altından benimkine sürtünüyor, beni çıldırtıyordu.

Dudaklarımı kemirdim. Brian'a ve Jess'e gergin bakışlar attım. Ardından kalbimi göğsümden çıkmak ister gibi attıran adama döndüm. Gece karası gözleri dikkatle beni inceliyor, alnı kırıştıkça kaşının üzerindeki eski kesik izi büzüşüyordu. Yüzü meleklere aitti. Tanrı onu en özel anında yaratmış olmalıydı.

Dudağının kenarındaki eski kesik izi büzüşmeye başladığında gülümsememeye çalıştığını anladım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Şimdi ona hayran hayran bakmanın sırası değildi.

"Tamam!" diye fısıldadım. Öksürerek boğazımı temizleyip daha kararlı bir ses tonuyla konuştum. "Bu gece striptiz kulübüne gidiyoruz!"

Kurban: 13. BakireWhere stories live. Discover now