BÖLÜM 6 - KAN AYINLERI KITABI

63.4K 3.2K 124
                                    

Yurdun demir dış kapısını hızla açtım ve Frank'e selam bile vermeden bahçeden yürüdüm. Kafam karmakarışık olmuştu. Bir de başımıza Mickey çıkmıştı! Homurdanarak yurt binasına girdim ve ortak salona bakmadan sol tarafa yöneldim. Hızla merdivenleri tırmanarak üçüncü kata ulaştığımda nefes nefese kalmıştım. Kapıya iki kere seri bir şekilde yumruk attım ardından üç nefeslik süre bekleyerek bir yumruk daha attım. Bu bizim Jessie'yle şifremizdi. Kilitte dönen anahtar sesini işittim ve kapı aralandı. Jessie'nin üzerinde benim pamuklu pijamalarımdan vardı ve saçları da ıslaktı. Yatağının üzerine oturarak bana bakmaya başladı.

"Sormadan aldım ama..."dedi ayıcıklı pijamaya dokunarak.

Çantayı yatağımın üzerine fırlattım ve kapıyı kilitledim. "Saçmalama."dedi. Ama onun bu durgun halini kabullenemeyerek zorlukla sırıttım ve korku filmlerindeki gibi gözlerimi kocaman açarak, yavaşça ona döndüm. "Sen kimsin ve Jessie'ye ne yaptın?"

Bu bana içten bir gülümseme kazandırmıştı. "Ben onun çocukluk ruhuyum."dedi hayaletimsi sesler çıkararak. Gülerken ceketimi ve gömleğimi çıkardım. Pantolon ıslanmış ve üzerime yapışmıştı. Zorlanarak ve ıkınarak onu da çıkardım.

"Daha iyi misin?"dedim üzerime eşofmanlarımı giyerek. Duşu gece alırdım. Üşeniyordum ve böyle yaparak hasta olacağımdan da emindim.

"Evet. İyiyim. Teşekkürler."diye fısıldadı. Yatağın üzerine oturdum ve bağdaş kurdum. Kendi yatağından kalkarak yanıma gelip yatağımın başucuna doğru oturdu. Karşılıklı bağdaş kurmuştuk. Birdenbire sırıttı. Tam anlamıyla eski Jessie olmuştu. Elinde bir not defteri ve kalem vardı, onları salladı havada. "Bu gece odadan cevaplarla çıkmış olacağız. Lütfen kitabı çaldığını söyle."

Gülümsedim ve çantamı açarak tozlu devasa kitabı çıkardım. Kitapla birlikte Bay Vincent'ın yazdığı buruşturduğum mektup da çıktı. "Şunu okusana önce."dedim Jessie'ye mektubu uzatarak. Kağıdı alıp düzeltti ve gözleri hızla satırların üzerinde gezinmeye başladı. "Ne düşünüyorsun?"dedim.

Mavi gözlerini kâğıttan kaldırıp gözlerime dikti. "Ona inandığımı hissediyorum Ang."diye fısıldadı. Kafamı salladım.

"Hadi başlayalım."dedim hırsla. Elindeki not defterinin en başına büyük harflerle 'Vampirler' yazdı.

"Kitabı okumaya başlamadan önce mektupta yazan bir şeyden bahsetmek istiyorum."dedim ve mektubu alarak bir yerin altını çizdim ve ona gösterdim.

"On üçüncü bakire önceden belirlenmiştir. Diğer on ikisi herhangi bir kız olabilir ama on üçüncü hep sabit kalır." Diye sesli bir şekilde okudu.

"Diğer on iki kız herhangi bir bakire olabilir ama on üçüncü bakire önceden seçilmiştir ve sırası değiştirilemez olarak yorumladım bunu."dedim tekrar. Kafasını sallayarak onayladı.

"Bu durumda on üçüncü bakire olma olasılığın var?"dedi tek kaşını kaldırarak. Not defterine on üç bakire kurban edilecek ama on üçüncü seçilmiş olacak diye yazdı. Kitabı açtım ve çıkan tozdan dolayı öksürdüm. Sayfaların çoğu anlayamadığım bir dille yazılmıştı. Ancak hala resimleri yorumlayabilirdik. Ayrıca sayfaların kenarlarında minik notlar vardı. Yazının üzerine parmağımı vurdum hafifçe. Jessie hala mektubun içindeki şifreleri çözmeye çalışıyordu. "Bu dili hatırladın mı?"dedim sessizce. Gözlerini kısarak baktı ve kafasını iki yana salladı.

"Tanıdık gelmiyor."

"Profesör Vincent'ın son derste anlattığı dil bu. Tarihçilerin Kliktigan dediği. Vampir dili."dedim sırıtarak. Jessie dudaklarını büzdü ve Kliktigan= vampir dili yazdı. Gözlerimi devirdim ve devam ettim.

Popomu kaydırarak Jessie'ninkine dayadım ki kitabı beraber görebilelim. Resme baktım. Jessie de kafasını yana eğmiş bakıyordu. "Adamın boynuzları var."dedi tek kaşını kaldırarak. Minik boynuzları olan bir adam vardı ve kalçası açıktaydı. Adam sadece arkadan görünüyordu. Altında bacakları açılmış, boynunun altında kan birikmiş bir kadın vardı ve bu boynuzlu adam onun kadınını içiyordu.

"İki kanı da aynı anda alıyor!"diye bağırdı Jessie. Yerimden sıçradım.

"Ne?"

"Kadına hem tecavüz ederek bekaretini bozuyor, hem de boynundan kan içiyor."dedi ve gözleri parıldayarak bu gözlemini de yazdı. "Dedektiflerin odasına girmeli ve öldürülen kızların dosyalarını karıştırmalıyız Rosso."dedi kalemini burnuma doğru sallayarak.

"Sana bunu zaten söylemiştim ve karşı çıktın." Kaşlarımı çattım. "Kanları çekilmiş mi, cinsel saldırılara uğramışlar mı? Isırık izleri var mı?"

"Bunları daha kolay bulabileceğimiz bir yer biliyor musun?"

"Aslında adli tıp raporlarında oluyor... Onları da morglarda yapmıyorlar mı? Oradaki bir antropologla görüşemez miyiz?"

Kafasını yana eğdi. "Genç ve yakışıklıysa ben konuştururum. Senin hemcinslerin üzerinde hoş bir etkin var Ang. Kadınsa da sen konuşursun."

Kaşlarımı kaldırarak ona baktım ve gülümsedim. "Sanırım o raporları karıştırmak daha kolay olacak gerçekten."dedim kararlılıkla. Not defterine bir şeyler yazdı. Resmin altındaki yazıyı yeşil ojeli tırnaklarından birisiyle işaret etti. Minik bir yazı vardı ve Kliktigan değildi. Ama bildiğimiz bir dildi. Profesör Vincent bu dilin üzerinden birkaç kez geçmişti ve ben de merak edip araştırmıştım.

Jessie gözlerini yüzüme dikti. "Bu bir ara senin her yere taşıdığın kitaptaki dile benziyor Ang."

"Evet o."diye fısıldadım. Profesör beni nasıl ayırt etmişti de bu kadar hazırlamıştı. Neden bir kere bile uyarmamıştı? "Sanırım şöyle yazıyor, gecenin avcısının dostu aydır. Düşmanıysa ışık. Ah, hayır güneş. Güneş diyor. Düşmanıysa güneş."

"Bu bana vampir miti gibi geldi."dedi Jessie kaşlarını kuşkuyla birbirine yaklaştırmıştı.

"Bana da."diye mırıldandım.

Söylediğim kelimeleri tırnak içinde not defterine yazıyordu. "Devam et Ang."dedi kalemi not defterine değdirerek.

"Asil olan on üç kişi için, on üç bakire."

"Yine bakire muhabbeti. Diyorum sana Ang. Kısa yoldan icabına bakacak birisini bulsak sorun kalmayacak."

Kafamı iki yana salladım gülümseyerek. "Merak etme. Vampirden önce kendimi birisine veririm."

"İşte buna inanmam!"dedi kahkaha atarak. "Devam et."

Kitapta kaldığım yerin üzerine parmağımı koyup devam ettim. "Her asil için bir bakire." Tek kaşımı havaya kaldırdım ve notun bittiği yerdeki sayıya baktım. Yetmiş üç yazıyordu. Sayfaları hızla çevirerek bir toz bulutu yarattım. Yine bir kadın bedeni üzerindeki bir adam resminin altında, aynı dilde bir not vardı.

"Zekice."diye mırıldandı Jessie yanımdan. Kafamı sallayarak onu onayladım.

"Her asil kendi bakiresinden kan içer ve bekaretini alır. Canını almak mecburi değildir. Ancak bugüne kadar sadece dört kişinin canı bağışlanmıştır." Sonunda seksen iki yazıyordu hemen o sayfaya geçtim. "Gece avcıları veya - durakladım - asil vampirler vazgeçtiği için değil, altıncı cennetin koruyucu kılıcı o kızları kurtardığı için."

"İşler ilginçleşiyor."dedi Jessie ama onu dinleyemedim bile. Yine cennet ve kılıç, koruyucu tabirleri aynı cümle içindeydi. Profesör bu araştırmasından yola çıkarak öyle söylemiş olmalıydı. "Devam et Ang."

Derin bir nefes aldım. "Son asil için, alacağı son bakire seçilmiştir. Bunu kanlarının kokusundan, bir doğum lekesinden veya gözlerinin renginden bile anlayabilirler."Doğum lekelerininse genellikle kılıç, yarasa veya yılan şeklinde olduğunu söylüyordu. Sayfaları değiştirdim ve diğer bir kan içen... Çocuk resminin altındaki kadına baktım. Altındaki yazıya odaklandım. "Asillerin sırası on üç yılda bir değişir. Sonuncu sıraya gelen asil, on üç yıl sonra seçilmiş bir başka bakirenin kanını içerken diğer asiller sıradan bakirelerin kanlarını ve bekaretlerini alırlar."

Sayfayı daha hızlı hareketlerle değiştirdim. Yırtmamak için çabalıyordum ama panik ellerime hakim olmamı engelliyordu. Notu buldum ve okumaya başladım tekrar. "Ayin için tüm asillerin bakire kanıyla ıslanmaları ve ısınmaları gerekir. Fakat tüm ayinin asıl sebebi sonuncu ve seçilmiş bakirenin kanını içecek olan son sıradaki asildir."

"Bok için!"dedi Jessie öfkeyle. Hata yaptığım yerleri karalamış ve tekrar yazmış, not defterinin sayfasını mahvetmişti. Sayfayı değiştirdim tekrar. Yazan numaraya gittim. Yine başka bir kan içme resmi vardı. Ve tabii tecavüz sahnesi olmadan tamamlanmıyordu bu sanat eserleri!

"On üç yılda bir yapılan bu ayinle, seçilmiş bakirenin kanıyla ısınan, ıslanan ve parıldayan asil, on üç yıl boyunca en büyük düşmanının karşısında duruyordu. Ve onun süresi bitmek üzereyken sıradaki asil için avlanmaya başlıyordu. Ve on üç yıllık saltanat için diğer asil hazırlanıyordu."

Hata yaptığım son yeri de düzenleyen Jessie elini elimin üzerine koydu. "Az kaldı, dayan." Kafamı salladım. Ellerim titriyordu. İçten içe biliyordum. Doğru olduğunu hissediyordum. Ama o adli tıp raporlarına ihtiyacımız vardı!

Gözlerimi sımsıkı yumup açarak tekrar kitaba döndüm ve söylenen sayfayı açtım. Bu resimde kan içen kimse yoktu. Uzun, çok uzun boylu bir adam vardı ve arkası dönüktü. Karanlık bir çizimdi. Adamın sırtında devasa bir kılıç vardı. Ensesinin üzerinden başlıyor ve kalçasına kadar iniyordu.

Jessie derin bir nefes aldı. "Korkutucu görünüyor. Devler ülkesinde gibi hissettiriyor."

Parmağımı kılıcın üzerinde gezdirdim yavaşça. "Altıncı cennetin koruyucu kılıcı."diye mırıldandım. Jessie tek kaşını kaldırdı.

"Kızları kurtaran mı?"

"Öyle olmalı..."dedim tekrar.

Nota odaklandım. "Altıncı cennetin koruyucu kılıcı, lakabını isminden almıştır. İsmi vampir dünyasında, bizim dünyamızdaki Azrail'le eşdeğer olarak fısıldanır. Kulaktan kulağa adı dolanır. Ancak sesli söylenmez. Bu yüzden gerçek adını hiçbir insan bilmez. Yüzlerce yıl dünya üzerinde adı ya çığlıkla ya da duayla anılmıştır. Ve..."dedim ve nefesimi tuttum.

"Ne? Ne oldu?"

"Altıncı cennetin koruyucu kılıcı da bir vampirdir."

"Vampir. Bir vampir ve vampirleri mi öldürüyor?"

Yazan sayfaya giderken ellerim titriyordu. Kafamı kaldırıp Jessie'ye baktım. "Niye o kadar şaşırdın ki? İnsanlar da, insanları öldürüyor."

Dudağını büktü. Tek satırlık cümleyi okudum. "Onu kimse bulamaz. Eğer isterse o sizi bulur."

"Ukala piç. Bence bunu o yazmış."dedi Jessie sırıtarak. Güldüm. Son söylediğimi not alırken kaçamak bakışlarla yüzüme bakıyordu.

"Doğum leken filan var mı hiç Ang?"dedi sıradan bir şey soruyormuş gibi. Kaşlarımı çattım ve kafamı salladım.

"Aslına bakarsan var."dedim dudağımı bükerek. Üzerimdekini sıyırdım ve belimi açtım. Pembe bir doğum lekesi belimin sağ tarafında duruyordu. En fazla birkaç santimdi.

"Bu şeye benziyor sanki..."dedi ve kafasını yaklaştırdı. Ardından geriye çekilip kafasını yana eğerek baktı. "Şeye..."

"Minik bir bıçağa."dedim yüzümü buruşturarak.

"Yoksa koruyucu kılıç sen misin? Belki cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuşsundur ve hafızan gitmiştir."dedi ve yatağın üzerinde ayağa fırladı. "Daha iyisi var! Belki de düşmanlarının aklını karıştırmak için erkek resimleri vardır her yerde!" Ellerini boynuna götürdü. "Geceleri kanımı içiyorsun dimi Ang?"

Köşeye büzüşmüş kahkaha atıyordum. "Kapa çeneni artık. Ve otur, yatağımı yıkacaksın."dedim kahkahaların arasında. Gülerek hopladı ve oturdu.

"Sence şu on üçüncü geri zekalının düşmanı kim? Ona karşı durabiliyor diyor ya?"dedi Jessie not defterini sallayarak. Altıncı cennetin koruyucu kılıcı ve düşmanın üzerinde soru işaretleri vardı.

"Vampirlerin en büyük düşmanı ne?"

"Kazık mı?"

"Daha iyi düşün?"

"Sarımsak."

"Hayır."

"Haç?"

Derin bir nefes aldım.

"Kutsal su!"

"Dini olmayan bir şey!!"dedim kaşlarımı çatarak.

"Aha buldum! Gümüş mermi!"

Burun kemerimi sıktım. "O kurtadam için!"

"Kurt adamda mı var? Onu nereden öğrendin? Angel! Bana ne zaman söyleyecektin?!"

"Kurt adam yok! Ya da vardır bilmiyorum! Filmlerden duydum işte! Yaratıcı ol Jessie. Bir vampirin en büyük düşmanı?"

"Buffy."dedi omzunu silkerek. Sırıttı. "Yaratıcı oldum işte."dedi. Tam ağzımı açacağım sırada beni susturdu. "Biliyorum. Sik kafalının teki değilim."dedi sırıtarak. Tek kaşımı kaldırıp bekledim. "Güneş ışığı!"

Alkışlayarak duygulanmış numarası yapmaya başladım. Aklıma bir şey gelince yere fırlattığım pantolonuma koştum ve cebinden bir şey çıkardım. Bir kart. Yurt binasına girmeden önce cebime bıraktığı kartı Jessie'ye uzattım. Okudu ve ayağa kalkarak camdan dışarıya bakmaya başladı.

"Neye bakıyorsun?"dedim yanına giderek.

"Arıyorum."dedi.

"Neyi?"

"Görünüşe göre dışarıda bir yerlerde bir şövalyen var. Beyaz atını arıyorum Angel."

Kahkaha atarak cevap verdim. "Biraz sapık bir şövalye! Kartı bırakırken kıçımı okşadı."

Jessie gözleri büyüyerek bana döndü. "Vay canına! Hem şövalye, hem de şerefsiz bir piç! Müthiş bir karışım! Kadınların süslü rüyaları için yaratılmış bir baş tacı!"

"Kadınlar uyuduktan sonra kanlarını içiyordur. Çünkü o bir vampir."dedim kollarımı göğsümde kavuşturarak. Omzunu silki.

"Kılıcıyla oynamama izin verirse, kanımı içmesine göz yumarım."dedi dudaklarını ısırarak. Gözlerinde muzip ışıklar yanıp sönüyordu.

"Koca kılıcı ne yapacaksın?"

" 'Kılıcını' Angel. 'Kılıç'."

Lanet olsun! Gözlerimi açarak ona bakakalmıştım işte yine! Kahkaha attı ve kendi yatağına oturdu. "O kadar iri bir adamın bıçağı değil 'kılıcı' olur."

"Anladım."diye homurdandım.

"Ne anladın?"dedi kollarını sımsıkı kenetleyerek.

Dudağımı ısırdım ve utanma diye fısıldadım kendime. "Penisinden bahsediyorsun."dedim burnumu havaya kaldırarak. Gözleri büyüdü.

"Bu devirde hala böyle nazik kelimeler kullanan kızlar olduğunu bilmiyordum. Benim hangi kelimeyi kullanacağımı duymak ister misin?"dedi dudaklarını ısırıp cilveyle gülümserken. Koşarak banyoya girdim ve "Hayır!"diye bağırdım. "Duşa gireceğim ben."

Suyu açtım ve elimi altına sokup ısısını kontrol ettim. Önce suyun biraz akmasını bekliyorduk ısınması için. Jessie kapının önüne gelip kapıya vurdu.

"Eee. Romeo Zindan'a gitme demiş. Ne yapacağız yarın?"dedi. Tuvaletin kapağının üzerine oturdum ve üzerimdekini çıkardım.

"Tabii ki gideceğiz! Bugün herkes bana bir şeyleri yapmamamı söyleyip durdu! Sinir oldum."dedim çoraplarımı çıkarırken. Romeo dediğini duymamış gibi yapacaktım. Yüzyıllardır yaşayan birisi bunları duysa, beni korumak yerine öldürürdü! "Önce Brian, sonra Mickey, sonra da bu... Bu... Kılıçlı!"

"Mickey?"

"Uzun hikaye!"

"Yarın kafeye gidecek misin?"

"İzin günüm." Sutyenimi de çıkardım ve attım. Su artık ılıktı ama ben sıcak istiyordum.

"Yarın Perşembe. Raporları çalmak için hafta sonu gideriz. İki gün sabredebilir misin?"Altımdakileri de çıkardım ve attım. Suyun altına girdim.

Saçlarımı ıslatırken bağırdım. "Çalmamıza gerek yok. Ya da raporları çalmamıza gerek yok. İki önlük çalsak yeter."

"Vay vay vay. Bayan Rosso. İçinizde bir suçlu olduğunu biliyordum."dedi Jessie gülerek. Saçlarımı köpürttüm ve durularken kapıdan ses geldiğini duydum. Jessie önüne oturmuş olmalıydı. Telefonumun müzik sesi geliyordu. "James arıyor."dedi kapının arasından.

"Ben sonra ona dönerim."dedim saçlarımı durularken.

"Alo? Jameeees! Ben Jessie. Angel duşta. Hı hı. Ah hayır. Yarın hala buluşmak istiyor. Öyle değil mi Ang?"

Derin bir nefes çektim içime. "Evet. Evet istiyorum."

"Evet. Ona da biraz iyi gelecek. Zindan'da Angel'ın bir arkadaşı çalacak ben de onunla görüşeceğim için onu dinlemeye gideceğiz. Zindan'da görüşürüz o zaman. Ang, James seni alsın mı, yoksa biz beraber gidip orada mı buluşalım?"

James'in rahatsız edici, kusursuz yakışıklılığıyla yalnızlık mı? Ah, hayır ben almayayım! "Orada görüşürüz."dedim ve saçlarımı durulayıp bir havluyla sarmaladım. Bornozumu giydim ve Jessie'nin telefonu kapatmasını bekledim. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Dişlerimi fırçaladım. Bacaklarıma krem sürdüm. İç çamaşırlarımı banyodaki dolaba taşıdığım için bir kez daha şükrederek siyah çamaşırımı giydim. Bornozu çıkarıp astım. Saçlarımı kurulayarak dışarıya çıktım.

"Vay! Seksi!"dedi Jessie. Kafamı hızla kaldırdım. Ayıcıklı pijamalarımla yatağının üzerine oturmuş ayak parmaklarına oje sürüyordu. Yanındakilerden birisini alıp bana fırlattı ve havada yakaladım.

"Ne yapıyorsun, yere düşseydi ne olacaktı!"dedim nefes nefese.

Omzunu silkti. "Leke olacaktı. Büyütme. Kendini sal biraz."

Kafamı iki yana sallayıp elimdekine baktım. Siyah ojeydi. İtirazım olmazdı. Severdim. Üstüme eski bir tişört ve yarım bir pijama altı geçirdim. Yatağımın üzerine oturarak ayak tırnaklarıma sürmeye başladım. Düzgün bir şekilde sürmeye çalışırken odaya bakındım. "Odayı toparlamışsın."

"Tüm bunlar ikimizin arasında kalmalı bence. Bir de Romeo'nun."

"Bir de Mickey'nin."dedim dudağımı bükerek. Kafamı salladım tekrar "Uzun hikaye." Dolabının üzerine astığı kıyafetleri işaret ettim. "Karar veremedin mi?" İki değişik ve güzel elbise öylece salınıyordu.

"Tabii ki karar verdim. Siyah olan benim."dedi. Siyah elbise süper mini, eteği büzgülerle, raptiyelerle, iğneliklerle doluydu. Ellerine oje sürerken elbiseye bakıyordu. "Sırt dekoltesi de var. O biraz fazla bence."dedi cart pembe ojesini el tırnaklarına sürmeyi keserek. "Mini beni davet et derken, arkası da açık olunca, beni arka sokağa götür ve işimi bitir diyor. O yüzden üzerine deri ceket giyeceğim. Ama yarım. Altına da şu çizmeleri."dedi siyah uzun, deri çizmeleri işaret ederken. Bunları üzerinde görmüştüm. Baldırının ortasına kadar uzanıyordu. Kenarlarında cart pembe düğmeleri vardı.

"Diğerini niye astın?"

"O da senin."dedi sırıtarak. Elbise ten rengiydi ve sadece yan taraflarında kalın siyah şeritleri vardı. Ve süper süper bir miniydi. Sırtı, önü kapalıydı. Sadece omuzları, omuz başlarına kadar açıktı. Altındaysa bileklere kadar kapalı siyah deri topuklular duruyordu. Kenarlarında büyük üç tane altın sarısı düğmesi vardı.

"Takıları yarın ayarlarız. Ojeler kuruyunca uyumak istiyorum. Gözlerimde torbalar olmasını istemem."

"Bacaklarıma bu elbiseyi giyebilecek kadar güvenmiyorum."

"Onlar kendilerine güveniyorlar" dedi göz kırparak.

"Halimize bak."dedim kafamı iki yana sallayarak.

"Neyimiz varmış?"dedi ve kaşlarını kaldırdı.

"Sanki az önce gerçekten vampirlerin olabileceğini keşfedenler biz değiliz. Aman canım ne ki? Sadece kan içen, insan görünümlü oldukları için ayırt edemeyeceğimiz varlıkları öğrendik. Yarın ne giyeceğimizden önemli değil," dedim alayla sırıtarak.

"Hey, hey."dedi Jessie yeni boyadığı cart pembe tırnağıyla beni göstererek. "Ona gereken önemi ve zamanı verdik. Kızız biz. Bu normal! Elbiseler her şeyden önce gelir."dedi ama o da gülüyordu.

"Sence Zindan'da vampir var mıdır?"dedim kuşkuyla.

"Gerçek vampiri bilmem ama sahtesinden her köşe başında var."

Derin bir şekilde içimi çektim."Tabii bir de adli tıp raporlarını çalacağız."dedim ellerimi sallayarak. Dokunup kuruyup kurumadığına bakmamak için çırpınıyordum.

Kafasını salladı. "Yarın dersten sonra kısa bir süreliğine uğrayabiliriz. Hastanenin hemen yanında."

"Güzel. Yapılacaklar listesinden bir maddenin üstünü çizmiş oluruz."

"Romeo'yu bulacağız."

"Başka kızlar kaçırılmasın diye çabalayacağız."

"O konuda fazla bir şey yapabileceğimizi sanmıyorum Ang. Sen okudun, biliyorsun onları gelişigüzel seçiyorlar."

"Benim de on üçüncü olduğum kesin değil."

"Kıçında bıçak şeklinde doğum izi var ve-"

"Belimde."

"Her neyse. Kıçında leken var ve koca kılıçlı adam da peşinde."

"Kızları kurtarmak için her şeyi yapmalıyız."

"Sadece seni kurtarsam bana yeter."

"Jessie!"

"Diğerlerini tanımıyorum ve elimden bir şey gelmez. Üzülmek istemediğim için de düşünmemeyi tercih ediyorum. Bir an önce hepsine birer tane erkek bulsak yeter."diye mırıldandı ve parmaklarını kontrol edip yatağını açıp ışığı kapattı. Ben de aynısını yaptım.

"Çok kalpsizce konuşuyorsun."

Hışımla bana döndü. "Seni hayatta tutmak istiyorsak birimizin kalpsiz olması lazım!"diye tısladı.

"Tamam, o zaman ben olurum."

Acı bir kahkaha attı. "Sen uçurumun kenarında benim ve bir çocuğun elini tutsan ve birimizi kurtarmak zorunda olsan, üçümüz birlikte düşeriz Angel. Ama ben o çocuğu bırakabilirim."dedi tek kaşını kaldırarak. Arkasını dönüp başını yastığa koyduğunda ben hala dirseğimin üzerinde durmuş ona bakıyordum. Kafamı yastığa bıraktım ve gözlerimi yakan yaşları serbest bırakarak arkamı döndüm. Acı olan haklı olmasıydı.

Daha acı olansa, artık o çocuğu bırakmaya hazır olduğumdu. Çevremdekiler için kalpsiz bir sürtük olmam gerekirse olacaktım!

Kurban: 13. BakireWhere stories live. Discover now