Bölüm 2 - Not

82.3K 3.6K 206
                                    

Bölüm 2

Not


Jessie yatağına oturmuş, turuncu deri pantolonla sarılmış uzun bacaklarını ikimizin yatağı arasındaki boşluğa uzatmıştı. Elindeki kağıda şaşkın gözlerle bakıyor ve dudaklarını büküyordu. Kafasını eğdiği için kakülleri gözlerini büyük ölçüde kapatıyordu ve tam olarak ne düşündüğünü söyleyemiyordum. Benim bilezik olarak kullanacağım büyüklükte altın sarısı halka küpeleri saçlarının arasından görünüyordu. Bir beden küçük beyaz tişörtünden göbeği görünüyordu ve görmek istemediğim bir detayla sutyen giymediğini de anlamıştım. Parmaklarında büyük yüzükler ve kolunda rengarenk kalın bileklikler vardı. On santimetrelik sarı topuklu ayakkabılarını salladı.

"Şaka filan olmasın?"dedi başını kaldırıp. Yatağımdaki minik kırmızı yastığıma sarılmıştım ve sırtım hala duvara dayalıydı.

"Pencereyi açık bırakmadığını söylüyorsun."dedim kaşlarımı çatarak.

"Bırakmadım."dedi ve kaküllerini yüzünden çekti. Tekrar kayarak eski yerine düştü. "Pencere mevzusunu elemeni öneririm."dedi kendini beğenmişçe.

Gözlerimi devirdim. "Nedenmiş o?"

"Çünkü Bayan Umutsuz Vaka, içeriye giren birisi camı açıp, dikkatini oraya çekmek istemiş olabilir. Ayrıca okulun çevresini saran metrelerce yüksekliğinde duvar var. Onu aştı diyelim. Üçüncü kattayız. Ve buraya gelebilmek için kocaman bir ormanı geçmiş olmak zorunda."dedi ve nefes nefese kaldı. İddialarını sessizlik içinde dinledim. Haklı olduğunu biliyordum. Ancak içimdeki sesi kesemiyordum.

"Jess, ormanda birisini hissettim." Sesim inilti gibi çıkmıştı. Kağıdı komodinin üzerine koydu ve yatağıma atladı.

Gözlerimin içine bakarak gülümsedi. "Angel bu sadece boktan bir şaka."

"Ama bugün birisi beni gerçekten takip etti. Böylesine bir tesadüf mümkün mü?"

Kaşlarını çattı kuşkuyla. "O konuyu bence dedektiflere anlatmalısın."

Kafamı salladım ama içimden bir ses işe yaramayacağını söylüyordu. "Peki sence yaptıkları şakanın bugünkü kovalamacayla ilgisinin olmasına ne diyorsun?"

Kafasını önüne eğdi ve küpelerini çıkarırken siyah kalemle belirginleştirdiği iri mavi gözlerini halıya dikti. Dudakları çizgi halini almıştı. Bakışlarını gözlerime diktiğinde içindeki endişeyi görebildim.

"Angel, bence bir müddet kafeye gitme."

"Ne demek istiyorsun. Hani korkulacak bir şey yoktu."dedim yastığı kenara fırlatarak. Öne doğru kayarak yanına oturdum. "Sen de tesadüf olmadığını biliyorsun."

Gülümsemeye çalıştı. "Okulun çevresinde sivil polisler geziyor. Güvenli. Yarın onlardan birisiyle konuşmanı istiyorum."

Yüzümü buruşturmama engel olamadım. "Bu adam veya adamlar okulun 'içindeydi.' Hatta odamızın içindeydi Jessie. Belki de bir müddet tek kişilik odalara geçerim."

Gözlerini açtı ve bilekliklerini çıkarmaya başladı. Ayağa kalkarak kendi tarafındaki komodininin üzerinde duran kutunun içine attı. Sarı parlak ayakkabılarını çıkararak yatağının kenarına bıraktı ve pofuduk terliklerini giydi.

"Bir daha ağzından tek kişilik oda lafını duyarsam dudaklarını keser, onunla yatağımın altını temizlerim."dedi ve dolabından pijama niyetine minik bir tayt çıkarırken kaşlarını çatarak bana ürkütücü görünmeye çabaladı. Kafamı salladım umutsuzca. Uslu durduğumu görünce nefesini verdiğini duydum. Dolabının kapağını açmış, öylece içine bakıyordu. Aslında düşünüyor gibiydi.

"Yarın dersten önce polislerle konuşacağım."dedim kararlılıkla.

"Evet bunu yapacaksın. Bir müddet kafeye giderken yanında ben veya Brian gelecek. İtiraz istemiyorum."dedi ve kafasını yana eğdi. "James'in de itiraz edeceğini sanmıyorum. Ayakkabılarını temizlemeni istesen bile yapacak gibi görünüyor. O da yanında gelir."

"Jessie!"dedim cırlayarak. Kıkırdamaya başladığında gergin kaslarım gevşedi ve ben de gülmeye başladım. Üzerindeki tişörtü çıkardığında minik bir çığlık attım. Göğüsleri tüm ihtişamıyla gözlerimin önüne serilmişti.

"Lanet olsun! Banyoda değiştir. Ya da en azından haber ver başka yere bakayım."dedim kafamı çevirerek. Abartıyla verdiği nefesini duydum.

"Bunları görmek için kölem olacak insanlar tanıyorum ve sana her gece bedava şov sunuyorum. Hak ettiğim saygı nerede?"dedi ancak kahkaha atıyordu. Hafifçe yandan baktığımda üzerine bir atlet giydiğini görerek rahatladım. Bazen sadece şortuyla uyuyordu.

"Duş almayacak mısın?"dedim gözlerimi kısarak.

"Canım istemiyor. Sabah alacağım."

"Umarım yarın gecikmem. Profesör Salton'un dersini kaçırmak istemem."dedim gülümseyerek.

Jessie deri pantolonunu çıkararak heyecanla döndü ve minik taytını giyerek garip sesler çıkarmaya başladı. "Mmm... O adamın hiçbir şeyini kaçırmak istemem. Geçen gün bir rüya gördüm Ang... Ortak olmanı isterdim. Eski Çağ Medeniyetleri dersindeyiz ve Bay Salton bize bir kitap veriyor."

"Buraya kadar garip bir şey yok."dedim sakince ve kendimi yatakta geriye çekerek ona bakmaya başladım. Garip bir şey çıkacağını biliyordum yoksa bana anlatmazdı. Altından ne çıkacağını beklerken daha şimdiden gülüyordum. Rüyada gibi ilerleyerek kapıyı kilitledi.

Jessie kendisini yatağa attı ve ellerini kafasının altında birleştirdi. "Kitabı açtığımda içindeki dili anlamıyorum. Bay Salton bu ne demek diyorum. Ve birden..."

"Eee birden ne?"dedim heyecanla. Kırmızı yastığımı sıkıyordum ve yanak kaslarım seğiriyordu.

"Kürsünün üzerine çıkarak soyunmaya başladı! Eski Çağ dersinde striptiz! Rüya gibiydi Angel! Keşke görebilseydin. O karın kasları... O ahenkle dans eden saçlar... O devasa kahve gözler... Imm... Sonra beni de kürsüye çağırdı ve beraber-"

"Tamam bu kadar yeter."dedi kahkahaların arasında. Önceki derste Jessie'nin Bay Salton'a kitapta yazanları anlamadığını söylemesinin nedeni şimdi anlaşılıyordu. Bay Salton şaşkınca bakmış ve 'Konuştuğunuz dilde yazılmış Bayan Felton' demişti. Jessie'nin hayal kırıklığına uğrayan yüzü gözümün önünden gitmiyordu.

"O adam bir ilah... Ama pek ilgili olduğu söylenemez."dedi burnunu kıvırarak. Tatlı Cadı'dan beri gördüğüm burnunu kıvıran tek insandı.

"Dersleri muhteşem işliyor Jessie. Ama adama herkesin içinde kur yapmaktan vazgeçmelisin."

"Sadece bir kere ağzımdan kaçırdım."diye inledi eliyle gözlerini kapatarak. Kafasını utançla iki yana sallıyordu. Jessie'nin bir şeyden utandığı pek görülmezdi ancak bu onu bile aşıyordu.

"Adama, çocuklarımızın nasıl olacağını merak ediyorum dedin."dedim sırıtarak. Yatağın örtüsünü açarak içine girdim ve saatin alarmını kurdum.

"Derste uyuyakalmıştım ve uyku sersemiydim."

"Seni gördüğünde elindeki kitapları ne kadar sıkı tuttuğunu fark ettin mi? Sanki sürekli üzerine atlayacağın anı bekliyor."

Başucumdaki ışığı kapattım. Yan döndü ve dirseğini yastığa dayayarak eliyle başını destekledi.

"Belki de beklediği şeye yakında ulaşır."dedi şuh bir sesle.

"Hey bu odada yatak odası sesi yasak."dedim alaycı bir şekilde. "Ve hocanla ilişkiye girme hayalleri kurmaktan vazgeçsen iyi olur Bayan Felton."

"Ah."diye bağırarak kafasını yastığa attı. "Neden herkes bu kadar kuralcı?"

"Kurallar yaşımı kolaylaştırır."dedim ve üzerimi örttüm.

Başucundaki ışığı kapattı ve yan yattı. Gözleri üzerimdeydi. Karanlıkta fısıltı halindeki sesi odayı doldurdu.

"Kurallar sadece hayatımızı bok yığınına çevirir Ang. Tam anlamıyla kocaman bir bok yığınına."

Gözlerimi yumdum. "Harika bir hayat olmalı." Ve sonra duraksadım. "Ama hala en azından bir hayat."

Sessizlik bir dakika sürdü. "Sana bir şey yapmasına izin vermem. Yarın beni uyandırmadan gitme. Anlaşıldı mı? Polise beraber gideceğiz. Ve şu aptal kuşaklı savunma derslerinden almaya başlayacaksın."

"Peki anne."dedim kıkırdayarak.

"Beni küçümsüyorsunuz Bayan Rosso."

"Jess."dedim sıkıntılı bir sesle. "Tanrı aşkına uyu."


Ve uyuduk. Hem de alarm çalana kadar deliksiz bir şekilde. Jessie'nin yanında yirmi bir top atışı yapılsa bile uyanmazdı. Muse'un sesi odayı doldurduğunda, yatağımdan yaylı oyuncak misali fırlıyordum. Jessie ise diğer tarafına dönüp, kafasını yorganın altına sokuyordu. Bugün de bir fark yoktu. Normalde onu son anda kaldırıyordum çünkü erken kalktığında huysuz bir çocuktan farksız oluyordu. Ne giydiğine hiç bakmadan üzerini giyiniyordu ve bunu tarz olarak adlandırıyordu.

"Jessie duşa girmelisin."diye bağırdım. Sesimin bir ton yükseğini kullanıyordum.

"Önce sen."diye homurdandı yastığın altından.

"Dün gece almıştım. Bir daha saçımı kurutmakla uğraşmak istemiyorum."

Sesini çıkarmadı. Siyah iç çamaşırlarımı giydim. Dar lacivert kotumu çekiştirerek içine girmeye çalışırken bir kez daha bağırdım.

"Benimle polise geleceğini söylemiştin. Anlaşılan yalnız gideceğim."dedim ve düğmemi ilikledim. Hızla yatakta doğruldu. Gözlerini kısmış, karmaşık saçlarını kaşıyordu.

"Adil dövüş."dedi sırıtarak ve yalpalayarak banyoya gitti.

Üzerime bir gömlek giydim ve dizlerime kadar gelen çizmemi ayağıma geçirdim. Bağcıklarını sıkıştırarak bağladım ve kısa, siyah ceketimi giydim. Yanıma hem savunma amaçlı hem de kurşuni gökyüzünün bir simgesi olması için kırmızı şemsiyemi almaya karar verdim. Saçlarımı fırçaladım ve yatakları toparladım. Çevreye attığımız giysileri kaldırdım. Çantamdaki kurabiyeleri Jessie'nin masasının üzerine koydum.

Jessie banyodan çıkmış, kuruttuğu saçlarını tarıyordu. Çantamı yatağın üzerine fırlattım ve içine kitaplarımı yerleştirmeye başladım.

"Polisleri nerede bulacağız?"dedim sakince. O ilk korku gitmiş, yerine kararlı bir öfke gelmişti. Onlar kimdi ki benimle uğraşıyorlardı. Buna pişman olacaklardı. Yutkundum.

"Ah, kendilerini çok fazla belli ediyorlar. Ayrıca ana binada güvenlik var."dedi mırıldanarak. "Sence pembe mi? Mor mu?"

Ona döndüm ve ufak bir haykırışla önüme döndüm. Üzerindeki havluyu yere atmış kıyafetlerine bakıyordu. "Jessie senin çıplaklıkla rahat olman, diğerlerinin de öyle olduğu anlamına gelmiyor."dedim sakince.

"Annem bir nudist."dedi ve omzunu silkti. Mor sutyenini ve çamaşırını giydi. Bana bakarken dolaptan bir şey alıp, ne olduğuna bile bakmadan giyinmeye başladı. Minik kot şortunu, içinde ne var ne yok gösteren beyaz bir bluzu ve mavi deri çizmelerini giydi. Takıp takıştırdıktan sonra büyük kırmızı bir çantayı hazırladı. Makyaj yapamayacak kadar huzursuzdum. O kırmızı rujunu sürerken bekledim.

"Çıkabiliriz hayatım."dedi ikimizi de parfümüyle yıkarken. Öksürerek çantamı sırtıma attım.

"Ah notu unuttum."dedim ve arkamı dönerek komodine baktım. Her şeyi alt üst ettim. Ardından Jessie'nin tarafına baktım. "Jessie!"diye bağırdım.

"Ne oldu?"dedi kaşlarını çatarak.

"Not yok!"dedim ve ellerim saçlarımı buldu. "Kahrolası not gitmiş! Gitmiş!"

Çantasını yatağına fırlattı. "Sakin ol. Buralarda bir yerdedir. Nereye gidecek."dedi. Sesini sakin tutmaya çalışıyordu ancak başaramıyordu. Her yeri iki kez araştırdık. Çantalarımızı boşaltıp içlerine baktık. Yoktu. Pencerenin kenarından hafif bir esinti geliyordu.

"Jessie."diye mırıldandım. Baktığım yere bakarak yavaşça yaklaştı ve gözlerime baktı. Parmakları pencereye doğru uzandı ve hafifçe dokundu. Pencere dışarıya doğru özgürce açıldığında geriye çekildi. Derin bir nefes alarak durdu. Yatağımdan hızla kalkıp pencerenin mandalını kapadım bir hamlede.

Jessie'ye baktım. Kafasını hızla iki yana sallıyordu. Eliyle pencereyi işaret etti. "Bu imkansız. Örümcek Adam filan olmalı buradan gelebilmesi için."

Ellerimle yüzümü ovuşturdum. "Hemen polise gitmeliyiz."

"Elimizdeki notu kaybettik mi diyeceğiz... Tanrım! İçeriye girdiğini nasıl duyamadık."Kafasını yana eğdi. "Sen nasıl duyamadın? En küçük bir çıtırtıda uyanırsın."

"Hiçbir şey duymadım ki, Jess. Lanet olası herif. Buraya nasıl girip durur!"

Gözleri büyüdü. "Odaya kamera filan yerleştirmiş midir?"

"Saçmalama."derken sesim hiç de kendinden emin birisinin sesine benzemiyordu.

"Çantanı al çabuk. Hemen buradan çıkıyoruz."dedi hızla. Ve çabucak çantasından cep telefonunu çıkardı. Odanın kapısının kilidini açtı.

"Kimi arıyorsun?"dedim kaşlarımı çatarak.

Odadan çıkarken bana yandan bir bakış attı. "Şu aptal renk kuşaklara sahip savunma sanatı bilen birisini."

Telefondaki açmış olmalıydı ki dikkatini ona verdi. "Hey, James. Angel ve ben bir yere kadar gitmek zorundayız da, bizimle yurdun önünde buluşur musun?"

Kaşlarımı biraz daha çattım. Bu saatte büyük ihtimalle uyuyor olmalıydı. "Hayır fazla zamanımız yok."dedi gözlerini devirerek.

"Sonra derse girmek zorunda olduğumuzu biliyorsun. Ihım. Ihım. Hı hı. Evet. Çalıştığı kafeye gidebilirsin, sana bir şeyler ısmarlamak istediğini söylüyor."dedi ve bana bakarak omuzlarını silkti.

"Hey, yapma şunu" diye inledim.

Bana döndü. "James seni işten sonra bir şeyler içmeye davet ediyor."dedi koridorda yürürken. Kafamı iki yana salladım. "Geleceğini söyledi."dedi. Ve onu merdivenlerden aşağıya itmek istedim. Telefonu kapatır kapatmaz kimseyi uyandırmadan ona bağırabildiğim kadar bağırdım.

"Ne yaptığını sanıyorsun! Kimseyle randevulaşmak istemiyorum!"

"Hadi ama Angel. Elbet birisi olacak. Neden James olmasın? Yakışıklı, gayet zengin, son model bir otomobili var ve senin için deli oluyor."

"O kadar harikaysa kendine ayır."diye öfkeyle tısladım.

"Ah tatlım. Son şıkkı unutuyorsun. Senin için deli oluyor. Kevin ise benim için."

"Bu kadar rahat olmanı anlayamıyorum. Zaten korkuyorum ve sen beni aptalca bir şeyin içine sürükledin."

Merdivenlerin sonunda beni durdurdu ve hafifçe eğildi. Ayağındakiler olmadan da benden daha uzundu. Ben kısa değildim. Bir yetmiş boyum vardı. Jessie normalden biraz uzundu.

"Zaten bende seni düşünüyorum. James bir sürü dövüş sporunda madalyalı. Ve yarın kafeden seni alacak. Kafanı biraz dağıtmak için eğlenceli bir yere gideceksiniz. Ve senin korkmana gerek kalmayacak çünkü onun seni koruyabileceğini bileceksin."dedi tek kaşını kaldırarak. Gözlerimi kıstım.

"Peki son bir soru. Beni, 'ondan' kim koruyacak?"

"Birkaç öpücük ve okşama olur. O kadar büyütme. İlk seferde üzerine atlamaz. Hem Kevin ve ben de geliriz."

Dudaklarımı büktüm. "Brian deliye dönecek."

Zarifçe omzunu silkti. "Okul çıkışında kafeye beraber gideriz. Uzun süredir Meredith'i görmüyordum zaten. Akşam da Brian almaya gelir bizi."

Kafamı salladım. Yüzünde sinsi bir gülümsemeyle kapıyı açtı ve geçerek demir kapıya doğru ilerlemeye başladık. Bahçe dün akşam yağan yağmurla ıslanmıştı. Çiçekler parlıyor, üzerlerindeki damlalar tutunmak için çabalıyorlardı. Serin rüzgar eserken Jessie'nin şortuna kuşku dolu bir bakış attım. Donacaktı.

Demir kapıdan geçerken bekçi kulübesindeki Frank'e el salladım. Sarkık gıdığını sallayarak selam verdi ve önüne döndü. Demir kapının önüne geçerek beklemeye başladık.

"Yüzündeki bu sinsi gülüşün sebebi ne? Ve neden ortak salonda beklemek yerine kapının önünde duruyoruz?"

"Brian ona anlatmadığımız için kızacak. Dün gece arasaydık, ona sarılıp uyurdun ve o da kahraman gibi görünürdü."dedi ve kahkaha attı. "Burada bekleme sebebimize gelince..." Omzunu silkti ve bezgince bana baktı. "Sadece uyku sersemliği. Umarım acele eder, kıçım donuyor."

Elimi deri ceketimin cebine soktum. "Tabii ki donar. Neden normal insanlar gibi uzun bir şeyler giymedin?"

Bana ayıplayan bir bakış attı. "Hey, bu benim tarzım."

"Lady Gaga'nın kayıp kız kardeşi bulundu."diye homurdandım. O ise gururla gülümsedi.Tanrıya şükürler olsun ki üzerine bir şey almıştı çıkarken. Mor sutyeni beyaz bluzundan görünüyordu. Bluzu şu yarasa kolları olan şekildeydi. Üzerine minik bir ceket giymişti. Sırtının ortasına kadar geliyordu ve kolları uzundu. Onun için bir rekor sayılırdı.

Demir kapının kenarına yaslandım ve binalara sakince bakmaya başladım. Yağmur yağmıyordu. Henüz. Şemsiyemin sapına daha da sarıldım.

"Günaydın. Gelebildiğim kadar çabuk geldim."dedi tam arkamdan bir ses. James ile aynı yurt binasında kalıyorduk. Bizim çıktığımız kapıdan çıkmış, sesleniyordu. Dönüp ona baktım. Kumral saçları dağınıktı ve ela gözleri hafifçe şişmişti. Vücudunda kastan başka bir şey yok gibi görünüyordu. Boyu uzundu ve kollarının kalınlığı minyon bir kızın bacakları kadardı. Onu üstsüz de görmüştüm. Tabii ki basketbol oynarken. Ve sonrasında yanımıza geldiğinden karın kaslarının görüntüsünü en küçük ayrıntısına kadar resmedebilirdim.

Asker botlarını giymişti ve paçalarından birisi içeride kalmıştı. Kot pantolonunun üzerine dün çıkardığı şeyleri giymiş gibiydi. Bir gömlek ve deri ceket. Bay ve Bayan Smith gibiydik. Bu gerçeği göz ardı etmeye karar verdim.

"Önemli değil."dedi Jessie gülümseyerek.

"Teşekkürler James. Aslında gerek yok ama Jessie ısrar etti."dedim çocuğun şişmiş gözlerine bakarak. "Seni uykundan etmek istemezdik."

Düzgün bir burnu ve muntazam kaşları vardı. Kızların hayranlıkla baktığı türde bir yüz. Ve beni ölesiye korkutan bir yüz. Çünkü fazla yakışıklıydı ve bana güldüğünde... Şuanda olduğu gibi, ne yapacağımı bilemememdi.

"Asla böyle düşünme Angel."dedi fısıldayarak ve kapıdan çıkıp Jessie'ye göz kırptıktan sonra derin bir nefes alarak yanağıma bir öpücük kondurdu. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi Jessie'ye döndü. "Aramana sevindim Jess. Keşke daha sık arasanız."

Jessie omzunu silkti. "Gidelim mi?"

"Eee problem ne?"dedi ellerini kotunun arka cebine sokarak. Yavaşça yanımızda yürüyordu.

"Kısaca anlatmak gerekirse, sanırım peşimde kötü adamlar var ve Jessie, senin onların popolarına tekmeyi basabileceğini düşünüyor. Yani, eğer karşımıza çıkarlarsa."

Kolumdan tutarak durdurdu. O kusursuz kaşları çatılmıştı. "Ne demek peşimde kötü adamlar var. Neler oluyor Angel?"

"Polise anlatırken dinlersin tatlım."dedi Jessie yüzünü buruşturarak. "Derse geç kalmak istemeyiz."

James bir müddet bana baktı ve hafifçe kafasını salladı. "Pekala. Ama bu hiç hoşuma gitmedi."

Sakince gülümsedim. "İnan bana koşarken benim de hiç hoşuma gitmedi."

"Şu kafeden ayrılmalısın artık."dedi. Sesi kendinden emin ve bezgin çıkıyordu.

"Bazılarımızın para kazanması lazım."

Bana yandan bir bakış attı. Gözlerinin altı kırmızıydı ve şişmiş yüzüyle masum bir çocuk gibi duruyordu. James yirmi bir yaşında bir üçüncü sınıf öğrencisiydi. "Başka bir yerde iş bulabileceğini biliyorsun. Kampusun içinde de iş bulabilirsin. Asistan olabilecek kadar zekisin."

Jessie hızını artırmış önden yürüyordu. Onunla uzun bir konuşma yapmamız gerekecekti. James'in kusursuzluğu beni rahatsız ediyordu. Onda, beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ya da sadece kendi aptalca kuruntumdu.

"İkinci sınıftaki birisini asistan olarak almazlar."

"Sen farklısın."

"Denemediğimi mi sanıyorsun James."dedim sessizce. Kafamı çevirerek ona baktım. Ne gördüğünü biliyordum. Dün geceden kalma kalemi hafifçe akmış, kocaman lacivert gözler. Ürkek bir geyiğinki gibi şaşkınlıkla açılmış ve içinde biraz da öfke var. "Ama işimi seviyorum."

"Seni tehlikeye atıyor."

Sesimi kestim. Ne diyebilirdim ki? Jessie arkasını döndü ve duvarın kenarındaki bankta oturan bir adamı işaret etti. Gençti ancak siyah kıyafetleri, beresi ve bileğinin iç tarafına doğru konuşması bize istediğimiz bilgiyi vermişti.

Hızlandım ve James'i arkada bırakarak Jessie'yi de geçtim. Kendi işimi kendim halletmeliydim. Bu son diyerek kendime söz verdim. Bu andan sonra kimsenin yardımını istemeyecektim. Başkalarının başını belaya sokmanın anlamı yoktu.

"Merhaba Dedektif."dedim adamın karşısında dikilerek. Gözlerini kısarak yüzüme baktı. Ağzını açtı ancak konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Adım Angelica Rosso."dedim ve gözlerinde bir ışığın çaktığını gördüm. Bekçi ona benden bahsetmişti. Güzel.

"Bayan Rosso, biz de sizinle görüşmeye gelecektik."dedi ayağa kalkarak. Boyunun uzunluğuyla beni sindirmeye çabalıyordu. Bir an için bir şey hissettim. Bir şeyler olmuştu. Bunu polisin ciddi yüz hatlarında ve endişeli gözlerinde görebiliyordum. "Dün sizi birisinin takip ettiğini söylemişsiniz."

"Birisi değil. İki kişiydiler."

"Nerede fark ettiniz? Ve o saatte kampus dışında ne yapıyordunuz?"

"Kampuse giriş saati on iki memur bey. Yeşil Düş isimli bir kafede çalışıyorum. Vardiyamdan ayrıldıktan sonra, iki blok ötede gölge görmeye başladım. Uzun bir adamdı. Oldukça uzun. Bir doksana yakın boyu olabilir. Siyah bir trençkotu vardı. Dizlerine kadar geliyordu. Ve o, inanılmaz hızlıydı. Ben hızlı koşarım. Oldukça hızlı. Rekorlarım var. Ve o adam benden on kat daha hızlıydı."

"İki kişi mi dediniz?"

"Beni kovalayan bir kişi vardı. Ya da sadece beni korkutmaya çalışıyordu, anlamadım. Çünkü istese beni yakalayabilirdi. Ama yapmadı. Okulun önüne geldiğimde arkama baktım ve yanında bir kişi daha olduğunu gördüm."

"Sizi takip ettiklerinden emin misiniz?"

"Odama döndüğümde pencere açıktı ve bir not vardı."

Kaşlarını çattı. Ve gözlerinde bir ışık yandı. Yeni bilgi bekliyordu. "Not?"

"Hızlı koşuyorsun ama onlar daha hızlı. Geliyorlar. Diyordu."

"Peki nerede bu not? Yanınızda mı? Bakmam gerekli."

"Sabah odamızın penceresi açıktı ve not gitmişti."dedim.

"Aman Tanrım."diye fısıldadı James ve bir elin omzumu sıktığını hissettim.

"Bayan Rosso, bana sizi tehdit eden adamın notunu kaybettiğinizi mi söylüyorsunuz?"

"Hayır Memur Ahmak, adamın geri gelip onu aldığını söylüyoruz."dedi Jessie öfkeyle.

"Bayan sözlerinize dikkat edin. Görevi başındaki bir memura hakaret ediyorsunuz. Sizi uyarıyorum." Bakışlarını bana çevirdi. "Okulun çevresinde aşılması imkansız duvarlar var."

"Ben size olanı söylüyorum."dedim öfkeyle bağırarak. "Ve sizin göreviniz bizi korumak."

Adam gözlerini kıstı ve ellerini beline dayadı. "Bayan Rosso. Dün gece okulun arkasındaki ormanlık alanda Simone Cooper'ın cesedi bulundu."

Geriye doğru çekildim ve yutkundum. Tokat yemiş gibiydim. "Simone da kim?"dedi James kaşlarını çatarak. Ve polise öfkeyle bağırdı. "Onu korkutmaya hakkın yok! Adınız ne Memur Bey?"dedi alayla. Babasının güçlü olduğunu biliyordum. Oğlunu buraya sürmüştü. Burası zenginlerin çocuklarını cezalandırmak için gönderdikleri okuldu. Hepsi ne kadar kusursuz görünse de çok büyük kusurları olmadıkça burada işleri olmazdı.

"Simone kaybolan dördüncü kız."dedim sessizce. Polis bana bakmaya devam etti. Henüz bitmediğini biliyordum.

"Ve dün gece bir kız daha kaçırıldı. Rachel Allister."

Kurban: 13. BakireWhere stories live. Discover now