5. Bölüm - Hediye

10.4K 537 18
                                    

Şimdiye kadar sadece tek başıma gezmeye çıkmıştım. Hastanedeki yürüyüşlerden bahsetmiyordum, hemşirelerin sahte gülümseyişlerinden. Ece elindeki siyah-beyaz çizgili eteği bana gösterdiğinde içime dolan yabancı bir mutluluktu bu.

Benim arkadaşım vardı, gerçek bir tane. Hikâyeler veya kitaplardaki gibiydi. Yanımdaydı ve biz alışverişe çıkmıştık! Tamamen normaldik burada. Deli damgası vurulmamıştı, sıradanlığa bürünmüştük. Tek istediğim buydu zaten.

Babam yanımıza yaklaşırken elinde iki kutu taşıdığını gördüm. Birini Ece’ye diğerini de bana uzattıktan sonra cansızca gülümsedi, hali kalmamış gibi. ‘‘Bunlar ikinci el fakat çok kullanılmamış. Bu yüzden idare edebileceğinize inanıyorum.’’

Aynı telefonlar, aynı kıyafetler. Ece arkadaşım değildi, artık değildi. O benim kardeşimdi. Aynı liseye gidecek, belki kavga edecektik. Yine de unuttuğum o sıcak duyguyu hatırlatacaktı bana. Annemin içime işlediği o görkemli sevgiyi. ‘‘Buna gerek yoktu.’’ dedi biraz utanarak. Gözlerimi kocaman açarken her hareketini inceledim. Utandığından yanakları kızarmıştı, elleriyle oynuyordu.

‘‘Ece, babamı baban olarak kabul etmezsin belki ama ihtiyaçlarını karşılamasına izin vermelisin.’’ Nedense babamı paylaşıyor gibi hissetmiyordum. Belki de babanı hissetmiyorsundur diye çıkıştı iç sesim. Ben babamla her zaman iyi anlaşmaya çalışmıştım. Ona sığınmıştım, beni istemeyen oydu. Aramıza her an daha da artan duvarlar ören, gözlerindeki soğuklukla beni süzen, eli tenime değdiğinde yüzünü buruşturan kişi; babamdı. Ben değil. Bu mesafeyi ben açmamıştım, bu yüzden olsa gerek hiç pişmanlık duymuyordum.

Onlar aniden konuşmaya dalınca gözlerimi kırpıştırdım. Babam… Benimle iki cümle konuşmayan adam Ece’ye gülümsüyor muydu? Ellerim titremeye başlarken fark etmesinler diye elimi askılardan birine attım. Gri, dizlerime gelebilecek sade elbiseye bakarken içimin neden bu kadar karardığını düşündüm.

Babamın nefret ettiği tek insan bendim. Gözlerim yanmaya başlarken onlara tamamen arkamı döndüm. Dikkatimi dağıtmam gerekiyordu, mağazanın içinde çalan şarkıyı hatırlamaya çalıştım. James Arthur’un söylediğini biliyordum fakat kelimeler uğultu şeklinde kulaklarıma ulaşıyor, algılama seviyemi düşürüyordu.

Elbiseyi dikkatle incelerken görüşümün bir düzelip bir bulanıklaştığını anlamamaları için birkaç adım attım. Akmayan gözyaşlarım gözlerimi yakıyordu. Keşke ağlayabilseydim, babamın yüzüne bağırıp nefretimi kusabilseydim.

Yapamazdım. O bana nasıl davranmış olursa olsun babamdı işte. Küçükken eve geldiğimde beni kucaklayan, cebindeki çekme çikolatayı öpücüğü karşısında avucuma koyan, bazen sırf beni mutlu etmek için elinde bebekle eve gelen ilk aşkımdı.

Bizim de mutlu zamanlarımız olmuştu. Annemin yaşadığı, babamın beni sevdiği zamanlar. Şuan o anlar bana o kadar uzaktı ki. Sanki asla bunlar yaşanmamıştı, birileri zorla zihnime girip oraya yerleştirmişti. Hayır, annemin son fotoğrafı elimdeyken böyle düşünemezdim, henüz değil.

‘‘İmge?’’

Ece’nin sesi kulaklarıma dolarken bakışlarımı yukarı kaldırdım. Yüzümdeki o gerçek gülümseme silinip gitmişti.  Yerini zorlukla iki yandan çekiliyormuş gibi gözüken huzursuz bir sırıtış almıştı. ‘‘İyi misin? Gözlerin kızarmış.’’ diye sordu endişeyle. Çok kısa, kendi kafamda kurduğumu düşündürtecek kadar minik zaman dilimi içinde babamın bana bakışlarını yakaladım.

Aynı eve oyuncak bebek alıp geldiğinde baktığı gibi bakmıştı.

‘‘İyiyim, alerji herhalde.’’ dedim gözlerimi yalandan ovuştururken. Ece’ye yalan söylemekten nefret ediyordum ki fark ediyordu zaten. Gözlerindeki zeki parıltılar bile kaçırmayacağının göstergesiydi.

Aşka Dokunuş ღDonde viven las historias. Descúbrelo ahora