"Bugünlük prova bitmiştir! Yarına dinlenmiş gelin!" Koçlardan birinin bağırmasıyla rahatlayarak elimdeki fon kartonunu indirdim. Eşyalarımı toplayıp ayaklandım. Tribünleri adımlayarak çıkışın orada çocukları bekledim. Chanyeol en önden gülerek geliyordu. Eğer onun kadar rezil olmuş olsaydım asla gülemezdim.

"Naber ezik?" Omuz atarak yanıma geçti ve benim gibi beklemeye başladı.

"Bana ezik diyene bak, attığın her iki adımda bir düştün." Yine güldü. Her şeye güldüğü gibi.

"Domates gibi olmuşsun ufaklık." Wufan'a cevap bile veremedim çünkü Sehun yanında o kızla yürüyerek bize geliyordu. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Beni görene kadar, beni görünce suratı asıldı, kaşları çatıldı. Ona ne yaptığımı bilmiyordum. Ama o kıza gülüp bana surat asması canımı sıkmıştı.

Birlikte okul servisine doğru yürüdük. Şehir merkezindeki stadyum kasabamıza uzaktı. Okulun ayarladığı otobüslerle gidip geliyorduk. Ki Sehun'u gün içinde en fazla bu sırada görebiliyordum. Yan yana oturuyorduk. Sabahları uykusuzluktan, akşamları ise yorgunluktan birbirimizin omzunda uyuya kalıyorduk. İki gündür adam akıllı konuşamamıştık bile yorgunluktan. Bu beni üzüyordu.

"Sehun, birlikte oturalım mı?" Otobüsün önüne geldiğimizde kız sormuştu. Sehun ona bakıp gülümserken içimden bir şeyler kopuyordu.

"Ben arkadaşlarımla oturacağım, sonra oturuz." Dedi bana yol verip benim ardımdan otobüse bindi. Bu beni öylesine mutlu etti ki rahatlayarak cam kenarına geçtim. Sadece benimle oturmakla kalmayıp cam kenarını da bana bırakmıştı. Tek kelime etmeden oturduk, ona baktım. Başımı omzuna koymak istiyordum fakat bana öyle bir soğuklukla bakıyordu ki bunu yapmadım. Onun yerine camdan baktım, o da başını bana yaslamadı. Böylelikle bir saat boyunca yola baktım. Kasabanın caddesine gelince birkaç kişi inmeye başladı, bizim sokağa biraz daha vardı fakat Sehun ayaklandı.

"Nereye?"

"İşim var." Gün içindeki tek konuşmamızdı. Otobüsün kapısından indi, camdan ona baktım. O kızla birlikte inerek yürümeye başladılar.

"Sehun'umuz büyümüş de adam olmuş." Wufan arkamda yorumda bulunduğunda ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sehun cam kenarını bana benim için değil, erken ineceği için vermişti.

Hem fiziksel hem de ruhsal olarak ölü bir halde eve girdim. Yemek yemeyeceğim dediğimde annem bir ton laf etti. Yine de bir şey yemeden odama girdim ve üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Yüzüm, kollarım ve boynumun güneşte kalan kısımları acıyordu. Ama kalbim hepsinden fazla acıyordu.

Ne bekliyordum ki? Sehun sonsuza dek yanımda mı olacaktı yani? Elbette üzerine iğrenç tören kıyafetlerinin bile güzel oturduğu bir kızla birlikte olacaktı. Sonra bir başkasıyla. Bu böyle devam edecekti. Saçma hayaller peşinde koşan bendim. Kendime yeniden ve yeniden hatırlattım.

Sehun benim sadece arkadaşım. Sadece ve sadece arkadaş. Fazlası değil. Kalbim artık bunu öğrenmeliydi.

"Selam." Açık camımdan gelen sesle birlikte çığlık attım. Sehun camımdaydı.

"Luhan ne oldu?"

"A-ayağımı çarptım, bir şey yok!"

"Seni küçük yalancı." Sehun söylediğim yalana gülerek aralık camı daha fazla itti. "Beni içeri al."

"Senin burada ne işin var?" Soruma henüz cevap alamasam da Sehun'u koltuk altlarından tutup yatağıma doğru çektim. Yakınlığımız, ayaklarını ağaçtan ayırana kadar üzerime eğilmiş olması bir süredir kalbimi alt üst ediyordu.

The SeditionWhere stories live. Discover now