25. Bölüm

2.4K 291 189
                                    

Selaaaaaammm <3 

Sonunda ficte istediğim yere gelebildim yaşasın kötülükler olaylar molaylarr değişikliklerr yaşasııııııın alskdlşkdlaş

İyi okumalaaaar <3 


----



31 Aralık 1984


Dışarıda 'Eğer kıyamet kopacaksa o da bugün kopacak' dedirten bir hava vardı. Koyu bir grilik hakimdi. Sert rüzgar odanın zayıf camlarını sarsıyor, eskimiş ahşapları gıcırdatarak insanın içinde güvensiz bir his uyandırıyordu. Tam anlamıyla bütün felaketleri beraberinde taşıyan kötü bir havaydı.

Yeni yıla girmemize 8 saatten biraz daha fazla bir süre vardı. Hayatımın uzun bir kısmına kadar en sevdiğim mevsim kış, en sevdiğim zamanlar ise yeni yıla girilmeye hazırlanan bu günlerdi. Fakat artık soğuk hava bana yalnızlığı, yaşam mücadelesini, ödenmek zorunda olan yakacak parasını hatırlatıyordu. Yeni bir yıla giriyor olmak ise en korkuncuydu. Yılların geçtiğini, yılların değişmeden aynı şekilde geçtiğini bilmek ve yaşlanmaya başladığımın farkında olmak çok üzücüydü.

Çok yakında 28 yaşında olacaktım. Göz açıp kapayıncaya kadar da 30. Eskiden tek istediğim büyümekken artık aynada belirmeye başlayan yüzden endişe duyar olmuştum. Derste hocamız bir şey demişti. 

'Şu an ki yüzünüz, size ailenizden miras kalan yüzünüz mü yoksa kendi yarattığınız yüzünüz mü?' diye başlamıştı konuşmaya. Sınıftaki kimsenin cevap verecek kadar istekli olduğu söylenemezdi bu yüzden hoca kendi kendine cevaplamıştı.

'Aslında ikisi de, fakat önemli olan nasıl bir yüzünüzün olmasını istediğiniz. Ailenizin kanatları altında tamamen ailenize benzeyerek yaşamayı tercih ederseniz aynaya baktığınızda ailenizden başkasını göremezsiniz. Ama acıların, mutlulukların, yalnızlığın, bilgeliğin yüzünüze yansımasına izin verirseniz orada kendi yarattığınız yüzü görürsünüz.'

Bu konuşmayı o zamanlar duyduğumda anlam verememiştim, aynaya baktığımda babamın anlamlı bakışlarını, anneminse yumuşak yüz hatlarını görürdüm. Ama şimdi odanın camından bakarken cama yansıyan görüntümde tamamen kendi yarattığım yüzü görüyordum. Acısıyla tatlısıyla, umuduyla hayal kırıklıklarıyla oluşan bu yüzü.

Babama tıpatıp benzediğini sandığım bakışlarımda artık hüzün, yalnızlık ve biraz da bilgelik görüyordum. Dudaklarımın kenarındaki hafif kırışıklıklar eski mutluluklarımı gözler önüne seriyordu. Bu yüz benim yüzümdü, ailemden miras kalan değil, bizzat kendi yaptığım yüzümdü. Hangi ara çatıldığını anlamadığım kaşlarımı aynada görmeye başladığımdan beri o yüz ailemin yüzü olmaktan çıkmıştı. Tıpkı benim çıktığım gibi.

Masanın üzerindeki kahve soğuyarak içilemeyecek hale gelmişti. Odanın içine yayılan kokuyu içime çektim. Çoğunlukla içmek için değil, bu kokuyu içime çekebilmek için yapardım kahveyi. Kahvenin keskin kokusu beni dinç ve dingin tutardı. O kadar kokuyu içine çekmiş, o kadar kokuya alışkanlık kazanmış burnumun yeni favorisi buydu. Aynı apartmanda yaşadığım Vietnamlı kızdan durmadan sipariş ettiğim bu koyu Güney Asya kahvesi.

Bu koku bana artık nerede olduğumu hatırlatıyordu, nereden geldiğimi değil. Kendime ait bu küçük odaya girdiğimde beni ilk odama sinmiş olan bu koku karşılıyordu. Ben buyum diyordum, kitapların, kağıtların, bilgilerin içinde kaybolmuş, kahve kokusuyla bütünleşmiş bendim bu. Başka hiçbir şey değildim. Şu an olduğum kişiden başkası değildim.

The SeditionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin