Gitme,kal

804 89 2
                                    

Are you really here or am I dreaming? I can't tell dreams from truth For it's been so long since I have seen you I can hardly remember your face anymore.

Gerçekten burada mısın, yoksa rüya mı görüyorum? Son görüşmemizden bu yana, uzun zaman girdi araya... Gerçek ile rüyayı ayırt edemez oldum... Yüzünü bile zor hatırlar oldum...

*Müzik:İf you want me/Glen Hansard&Marketa Irglova

İki insan birbirine inandıkları zaman ancak bir bütün olurlar. Bunu her şekilde anlamak mevcuttur: dostluk, aşk,sevgi... Birbirlerine inanmak isteyenler ise onlar başkadır. Onlar içinde hep umut eden kişilerdir. Öyledir ki umut onların yaşam kaynağı haline gelmiştir. Bir süre sonra umudun yerini karamsarlık alır. Karamsarlığın sonucu insan kendini yalnızlığa alıştırır daha doğrusu böyle olması icap eder. Bu yalnız ruhlar hep birini ararlar. Onu anlayabilecek, onu sevebilecek,onunla arkadaş olabilecek birini beklerler. Tabi buna çok azı kavuşur ve kavuştukları andan itibaren ona sıkıca sarılırlar. Bıraksa gidecekmiş, bir daha onu göremeyeceğini, hissedemeyeceğinin korkusu kaplar içini bu yüzdendir ki asla ama asla tutundukları dalı bırakmazlar. Bu da onları bağımlı biri haline getirir. O olmadan bir daha nefes alamayacakmış gibi olmanın sebebi buydu. Ruh eşini arayıp bulamamak daha çok bununla ilgilidir. Onu aramak yerine en azından beklemek daha anlamlı gelir. Bekler.
Uzun geceler boyu, günler boyu, hatta yılar boyu bekler ama sonuç nedir? Koca bir sıfır. Beklemekte ona çare olamaz. Birbirini bulan ruhlar için ne mutlu! Bir de şöyle bakalım bu kimsesiz ruhlara. Ya birbirlerini fark edemeyecek kadar körlerse? Gerçek sevgi söylenen sözlerle değil, yaptığın eylemlerle belli olur. Bu kör kişileri sevenlere ise ne acı! Sevdiği kişinin bir gülüşü bile ona mutluluk verir. O kimseler ki hayattan çok bir şey beklememeyi öğrenmişlerdir. Hayat hiçbir zaman adil olmadı. Kimseye kıyak geçmedi. En mükemmel hayatı yaşıyor dediğimiz bir kimsenin bile kim bilir başından neler geçmiştir .Kim bilir, tekrar bir gülüşe muhtaç kalmış kadar sevecek kimselere gelelim. Bizim aşıklarımızda öyleydi. Sevsede sevgisini söylerse onu kaybedeceğinden korkarak hayata devam etmeye çalışır. Diğeri ise onun hiçbir şeyden hiçbir zaman haberi olmamıştı. Belkide fark etme sırası ondaydı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Marinette ve Adrien bir restorantta oturmuş garsonun gelmesini bekliyorlardı. Arada bir ömür boyu sürebilecek kadar sessiz bir hava hakimdi. Marinette sıkılmış ama bir o kadarda heyecanlı bir şekilde bekliyordu. Aradan beş dakika daha geçmemişti ki Marinette dayanamamış konuşmaya başlamıştı." Uzun zaman oldu görüşmeyeli. En son ne zaman konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum." aslında bunu laf olsun diye söylemişti çünkü cidden konuşacak hiçbir şey gelmiyordu aklına."Evet haklısın.Seni nasıl unutmuşum hala aklım almıyor" Adrien gülmüştü. Marinette ise ortamdaki soğuğun biraz daha ısındığını hissedebiliyordu."Evet bende şaşırsamda pek belli etmek istemedim sonuçta hala o bilekliği takıyorsun." Marinette bunu dedikten sonra kendi bilekliğini gösterdi. "Evet takıyorum. Demek sende hala sana verdiğim bilekliği takıyorsun." Marinette bilekliği göstermekle ne büyük bir hata yaptığını şimdi anlamıştı. Büyük bir pot kırmıştı. Biraz zaman kazanmak için masada duran su dolu bardaklardan birini kafasına dikti. "Evet bende takıyorum,hala." şu an burada konuyu değiştirmesi ya da bir şekilde kaçması gerekirdi ama tam tersi konunun üstüne üstüne gidiyordu."Hala." dedi Adrien. İkiside buna sıcak tebessümlerle yanıt vermişti. Marinette'in başından beri söylemek isteyip unuttuğu konu şimdi aklına gelmişti."Adrien. Bu böyle olmaz yani iş meselesini diyorum. Ben kendi hakkımla bir yerde çalışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Torpille ya da kıyakla değil." Marinette'in Marinette'in dobra sözleri karşısında Adrien ne diyeceğini bilememiş, bir süre düşünmüştü. "Madem öyle diyorsun şu an mülakatta olduğunu varsayabilirsin." Marinette bunu hiç beklemiyordu. Hızlıca çantasından diploması çizimleri gibi önemli evrak ve kağıtları çıkardı. "Tabi,Bay Agreste." dedi Marinette. Adrien ise sormaya başladı." Niçin bizimle çalışmak istiyorsunuz bayan Dupain-Cheng?" Marinette'in tavırları oldukça rahat ve kendine güveni tam bir şekilde oturuyordu. Hazırlıklıydı hemde hiç olmadığı kadar."Eminim ki sizinle çalıştığım takdirde kendimi çok daha iyi geliştirebileceğim. Kişisel performansımı daha da ileriye taşımam adına sizinle çalışmam benim için önemli bir faktör. Bazen doğru olanı yapmak için istediğimiz şeylerden vazgeçmemiz gerekir. Ben işime çok tutkulu biriyimdir. Bu iş için kendimi feda bile edeceğime emin olabilirsiniz." Adrien etkilenmiş gözüküyordu. Başka bir soru sormadan Marinette'den CV'sini istemişti ardından da yaptığı çalışmaları tek tek incelemişti. "Marinette,"Marinette,senin yetenekli olduğunu biliyordum ama sen kendini bile aşmışsın. Bunlar cidden harika tasarımlar. Bayan Dupain-Cheng eminim bize çok faydanız olacaktır. İşe alındınız." ardından ikiside ayağa kalkıp el sıkıştılar. Bu süre vaktinde ne bir garson gelmişti ne başka birisi sadece ikisi vardı. Sanki dünya onları iki saatliğine hayattan koparmıştı fakat geri dönme vakti gelmişti. Bundan sonra yaklaşık iki saat daha konuşmuşlardı. Sohbet sohbeti açıyor. Kahkalar ardı ardında sıralanıyordu. Gecenin sonunda Marinette saatine baktı 22.38 "Saat baya geç olmuş, benim gitmem--" Adrien onun konuşmasına izin vermemişti. "Gitme, kal." Adrien yine bugün yaptığı gibi Marinette'e elini uzatmıştı."Gel sana göstermem gereken bir şey var." Marinette itaat edermişçesine elini tutmuştu. Şu anda kimse umrunda dahi değildi. Bu vakit anlamıştı ki o hala Adrien'a körkütük aşıktı. Alev alevdi ciğeri fakat ya onu kaybederse ya Adrien onu hala arkadaş olarak görmeye devam ederse. Bir kez daha bunun olmasına sebebiyet vermek istemiyordu. O da oyunu kurallarına göre oynamaya başlayacaktı.

La Vie En Rose ~AdrienetteOnde histórias criam vida. Descubra agora