19-Aile

9.7K 1.1K 173
                                    


Hayatımın en uzun ikinci gecesi geride kaldığında yine bir dönüm noktasındaydım. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, olamazdı biliyordum. Ancak bu defa eskiyi özlemeyeceğimden de emindim. Doktor Ege Soylu'nun nişanlısı ilan edilmiş olmanın sağladığı imtiyazlarla önce hastanede, sonrasında karakolda ifade verdim. Savcıyla görüştüm. Fark ettim ki elimdeki görüntüler olmasa hiç kimseye bir şey ispat edemezdim. Üniversite yıllarından bu yana defalarca psikolojik tedavi görmüş, ilaçlar kullanmış biriydim. Ailemle yıllardır görüşmüyordum ve ablamla ilişkimizin sorunlu olduğunu bilmeyen yoktu. Fakat benim davamla ilgilenen komiser ve savcı belki Ege yüzünden belki de izledikleri görüntülerin, anlattıklarımın onlarda bıraktıkları etki sebebiyle açıkça benim tarafımdaydılar.

Geçmişi anlatsam da görüntülerdeki konuşmalar olmasaydı sadece ispat edilemeyecek bir suçlama olacaktı iddialarım. Hiçbir delilim, şahidim yoktu. Zaten yaşadığım yer eniştemden dayak yemiş olmamla, ondan şikâyetçi olup hastanelik hale gelmemle çalkalanıyordu. Dosyanın içeriğinin duyulmasını da istemiyordum. İnsanlar bana ya iftiracı bir ruh hastasıymışım gibi ya da acıyarak bakacaktı. Bu da buradan tamamen göç etmem anlamına geliyordu. Göç demek Ege'yi bırakmak demekti. Çünkü aksi takdirde onu ailesinden, toprağından, mirasından ayırmam gerekecekti. Ne olursa olsun benim için hayatını silip yeniden kurmasına izin veremezdim. Hem ben de burada kalmak istiyordum. Doğduğum, büyüdüğüm, âşık olduğum yerde yaşamak... Yıllarca mahrum bırakıldığım bir haktı. Artık böyle devam etmeyecekti.

Zafer bana saldırıp yeniden tecavüz etmeye çalışmıştı. Çünkü saplantılı bir sapıktı. Ben onun zaafıydım. Tabi bu durum başka kadınlar, çocuklar için tehdit olmadığı anlamına gelmiyordu. Savcıya elimdeki görüntülerin, konuşmaların yeterli olması için dua ederek kimsenin duymasını istemediğimi belirttiğim geçmişi anlattım. Ne kadar tehlikeli olabileceğini kestiremediğimi söyledim. Bana inanıp inanmamak ona kalmıştı. Gerçi inansa bile ne değişecekti? Zafer bir yolunu bulup kaçmıştı. Şimdi kim bilir neredeydi. Dosyanın mümkün olduğunda gizli kalması için ricada bulundum. Neyse ki yargılayan bakışların yerine bana bakan her gözde anlayış vardı.

İşin can sıkan, mide bulandıran kısmı ise Zafer'in ortadan yok olmayı başarmasıydı. Ege bu yüzden paranoyaklaşmıştı. Yanımdan bir an bile ayrılmadığı için ailesini, işini ihmal ediyordu. Hastaneden izin almıştı. Ayrıca zafer hakkında tutuklama kararı çıkarıldığını duyan ablam ve babamla yüzleşmem gerekiyordu. Ege bu konuyla da benim yerime ilgilenmişti. Ben karakoldayken eve gidip bizimkilerle konuşmuştu. Belki de ona kızmam, anlatması gerekenin ben olduğumu söylemem gerekiyordu ama bunun yerine rahatlamış hissettim. Yıkılma anlarını görmek istemiyordum. Üstelik ben onları üzecek hiçbir şey yapmamıştım. Üzüleceklerse ne yapabilirdim yani? Zafer'i ailemize sokan ablamdı. Onunla yasak aşk yaşamamıştım ki babamın başını yere eğecektim. Utanması gereken birisi varsa yıllarca aynı yastığa baş koyduğu halde ona yalan söyleyen annemdi. Yani onları yıkan kişi ben değildim. Yine de korktuğum her şey başıma geldi.

Ege benden saklamayı düşünmüş olsa da buna cesaret edemeden oyalanmayıp beni hastaneye götürdü. Gerçeği öğrenince babam kalp krizi geçirmiş, ablam ise sinir krizi geçirip hesap sormak için annemin hasta yatağının başına gidince babama müdahale etmeye çalışan Ege tarafından durdurulamamış. Annem şu an yoğun bakımdaydı, kendisine sorulan hesabın ağırlığıyla can çekişirken babam ise anjiyoya girmişti. Ablam zaten sakinleştirici verilmiş halde bir hastane yatağında yatıyordu. Çocuklarına bakıcılık yapan insanlar ise Hatice Teyze ile Emine Abla'ydı. Önce kimin yanına gitsem diye hastane koridorunda dikilirken beni görmeye Eda geldi. Boynuma sıkıca sarılıp düzelmeye başlayan morluklarıma baktı ve ağlamamaya çalıştı. Ege'nin bu ana kadar Eda'nın beni görmesini yasakladığından emindim. Çünkü çevremdeki herkes benim için üzülürken garip şekilde onları teselli etmem gerekiyormuş gibi hissetmeye başladığımın farkındaydı. Yıkıldım, kahroldum demeyi isterdim. Sonuçta tüm ailem hastanelik olmuştu. Yıllardır başımıza gelmesinden korktuğum bu sebeple kendimden vazgeçtiğim ne varsa tam ortasına düşmüştüm. Felaket senaryom gerçeğe dönüşmüştü ve ben karşılığında hiçbir şey hissetmiyordum. Sanki ben bu hastanedeki herhangi bir sağlık görevlisiydim ve farklı odalara, bölümlere dağılmış ailem benimle hiçbir bağı olmayan hastalardı. Galiba dökecek gözyaşım kalmamıştı. Önce babama gitmeye karar verdim, Ege doktordan durumu hakkında bilgi alıp yanıma dönmüştü. Beni üzmekten korkarak babamın üç damarının tıkalı olduğunu ve Bypass ameliyatı olması gerektiğini söyledi. Beklemediğim bir şey değildi. Bu benim yıllardır tatbikatını yaptığım felaketti sonuçta. Ege elimden tutup benimle birlikte girmek istediğini söylese de babamın yanına yalnız gitmem gerektiğini biliyordum. Bulunduğu odaya girdiğimde beni gördüğü an ağlamaya başladı. Sanki bir günde bin yaş almıştı. Bir adam daha ne kadar yıpranabilirdi? Annemin hastalığı resmen göçertmişti. Benimle ilgili öğrendikleri ise bundan çok daha fazlasına neden olmuştu.

Umudun Külleri (Tamamlandı)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang