"Onu da sen düşün."

"Daha ne yapayım az önce senin için birini vurdum."

"Silahla banyoda ne yaptığını da konuşacağız fark etmedim sanma."

Köşeyi döner dönmez Barlas'ı kadınlar tuvaletine soktum ve kucağına atladım. Bacaklarımı beline dolarken parmaklarımı da saçlarının arasından geçirdim. Onun kafasını kendi boyun girintime gömerken kendi kafamı geriye atmıştım. Kadınlar bizi kınayarak süzdükten sonra söylene söylene çıktılar. Hepsi çıktığında Barlas hala boynuma tutkulu öpücükler bırakıyordu. Hoşuma gitmedi desem yalan olurdu ama durmamız gerekiyordu. "Barlas!" dediğimde kafasını kaldırıp gözlerime baktı. Her ne kadar suratı bundan zevk aldığını haykırsa da "Özür dilerim." Derken ki ses tonundan suçluluk duygusu okunuyordu. Yavaşça kucağından aşağıya indiğimde "Dileme, çok güzeldi." dedikten sonra "Ama biz bunları konuşacak insanlar değiliz."

"Haklısın."

"Şimdi buradan çıkması var."

"Onu da ben düşünürüm." Dedikten sonra kapıya yönelip aralıktan kafasını çıkardı. Güvenli olduğunu düşündüğünde elimi tutup dışarı çıkardı. Alışveriş merkezinin içindeki bir kostüm mağazasına girdiğimizde palyaço kostümlerini alıp kabinlere geçtik ve üzerimizi değiştirdik. Ardından mağazada çalışan diğer palyaçolara katıldık. Onlarla birlikte çocukların suratlarını boyarken o adamlar yanımda geçip gittiler. Onların gittiğinden emin olduğumuzda alışveriş merkezinden çıkıp sokaklarda çantayı aramaya başladık. Tabii bizi gören her çocuk bize sarılmak isteyince sokakta ilerlememiz zorlaştı. Sonunda kalabalık caddeden çıktığımızda çantayı da bulmuştuk. Bir parka gelip banklara oturduk. "Keşke Zeynep'i de görebilsek."

"Onu tehlikeye atamayız."

"Haklısın, lanetli gibiyim."

"Şimdi onu bunu boş ver. O silahla ne yapıyordun sen." Deyince cevap veremedim. Kafamı önüme eğdim. Barlas elini çeneme koyup kafamı yukarı kaldırdı. Gözleri direk gözlerime bakarken o kadar çok utandım ki yerin dibine girmek istedim. "Eğer daha büyük bir acı yaşatacaksan neden bunlara katlanıyorum Hera? Söylesene Melike'm deyip yere göğe sığdıramadığım kadının cesareti bu kadar mı?" Her ne kadar söylediklerinde haklı olsa da beni cesaretsiz olmakla suçlaması damarıma basmıştı. Ben onun için ondan vazgeçiyordum. Bu da çok sevmek demekti. Birini ölürcesine çok sevmek de cesaret isterdi. "Cesaretimi sorgulama Barlas."

"Ne yapacaksın? Beni de mi vuracaksın?"

"Seni de benimle birlikte vurmasınlar diye kendimi vurmayı göze almışken mi? Sanmıyorum Barlas, sana bir tokat bile atamam ben." Dediğimde kafamı ellerinin arasına aldı. Alnını alnıma yaslarken bir damla gözyaşı düştü kirpiklerine. Tam da şu anda ıslaklar mı diye merak etmiyordum. Islak değillerse bile artık ıslaktılar. "Hera, düşünsene dünyadaki herkes ölmüş, gökyüzünde yıldızlar bile parıldamıyor, çiçekler açmıyor, yaşamın öldüğü koskoca dünyada tek başınasın. Böyle bir dünyada tek başına yaşamak ister miydin?"

"Kim ister ki?"

"Ben istemem, bu yüzden beni sensiz bırakma sakın. Çünkü ben öldüğümde değil sen gittiğinde yarım kalırım. Yarım yaşanmıyor Hera. Bunu en iyi sen bilirsin."

"Özür dilerim."

"Dileme, söz ver. Bir daha böyle şeylere kalkışmayacaksın."

"Söz."

Kalacak başka bir otel bulmak için parktan ayrıldık. Bu kez geldiğimiz yer fazla lükstü. Şehrin tam merkezindeydi ve çok yüksekti. Üstelik seçtiğimiz oda da en üst kattaydı. Asansörle odamıza çıktık. Duvarlardan biri boydan boya camdı ve şehir gözler önündeydi. Üzerimizde palyaço kıyafetlerimizle el ele şehrin ışıklarını izledik bir süre. "Çok güzel."

Barbar Where stories live. Discover now