"Neden kraliçenin sağ kolu olarak sen yapmıyorsun bunu? Senin sözünü dinlemeliler öyle değil mi?"

Belen alaycı bakışlarla karşısındaki adama baktı. "Kıskanıyorsun değil mi?" derken fazlasıyla eğlendiği belli oluyordu.

"Evet seni kıskanıyorum." dedi İzgi sinirle. "Ama seni kıskandığım konu bu değil."

Belen güçlükle yutkundu. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde gözlerini kaçırdı. Çok güzel bir rüya görmüştü bir zamanlar ama o rüya o kadar kısa sürmüştü ki şimdi görüp görmediğine bile emin olamıyordu.

"Gitmem gerek." diye mırıldandıktan sonra Belen giderken İzgi arkasından bakakaldı. Her şeyi hak etmişti. O yüzden söyleyecek bir şeyi yoktu ya. Yapacak bir şey de gelmiyordu aklına. Bir insanın beyninden yaşananlar silinmiyordu ki. Beynin silgisi yoktu.

Pars'ın kahkahasını duyduğunda dövüşün bittiğini anlayarak bakışlarını aşağı çevirdi. Belki de artık balkondan izlemek yerine aşağıya inmeliydi. Biraz yorulursa dertleri geçer miydi? Canı iyice sıkılmış bir şekilde askerleri izledi. Pars gittikten sonra belki de başlarına geçmesi gereken kişi oydu. Madem burada kalacaktı, ülkesi için bir şeyler yapması gerekiyordu.

***

Belen İzgi'nin cümlesine çok fazla anlam yüklememeye çalışarak koridorda hızlı adımlarla ilerledi. Bu kadar zaman sonra gelmesi haksızlık değil miydi? Yapabileceğini düşünmüştü. O yakınlarda bir yerlerde ona güven verir, hayatına da devam eder diye düşünmüştü. Şimdi bunun ne kadar da anlamsız olduğunu anlıyordu. İzgi de o da yarım kalan hikayenin acılarını taşıyordu. En çok da o. İzgi sonuçta arkasına bile bakmadan giden değil miydi? Gittiği yerde daha değerli bir şey vardı demek ki.

Birden bacaklarının onu taşımadığını hissetti. Yere yığılacak gibi oldu. Başı dönünce güçlükle merdivenlere oturdu. Başını duvara yaslayıp gözlerini kapattı usulca. Yanağına süzülen yaşa izin verdi. Neden ablası gibi güçlü olamıyordu ki sanki? O her şeyi kolayca idare edebilirken kendisi basit bir şekilde erkekleri bile idare edemiyordu. Belki de kendi hayatını bile yönetemiyordu.

Ne kadar süre başını duvara yaslamış orada öyle durduğunu bilmiyordu. Düşündükleri pek de içini açan türden şeyler değildi. Ayak sesleri duyduğunda gözleri açıp kim gelmiş diye baktı. Pars ile göz göze geldiğinde hızla yanaklarını silip gülümsemeye çalıştı.

"Çalışma bitti sanırım." diye mırıldandı.

Pars kararsız bir şekilde ona baktı bir süre. Derin bir nefes alıp Belen'in yanına oturdu. Uzun bacakları Belen'in koyduğu merdivene sığmayınca bir sonraki merdivene uzattı.

"Bitti." dedi kısaca. Ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Bu saraydaki insanlarla yakın ilişkiler içinde olup olmaması gerektiğini bile bilmiyordu. İnsan abisine bile güvenemiyorsa başka kime güvenebilirdi ki? Belki de hakkı olan hayatı yaşamayı reddetmeli ve tek başına yaşamalıydı. Belki bir köyde çiftçi olarak. O zaman daha da huzurlu olabilirdi. Ya halkı? Onlar da aynı huzura sahip olacaklar mıydı? Bu senelik ihtiyaçlarının karşılanmış olması her sene karşılanacağı anlamına gelmiyordu. Halkının iyi bir yöneticiye ihtiyacı vardı. Bu ise kendisi olmalıydı.

Belen gülümsemeye çalışarak ona baktı. "Burada kendini yalnız hissediyorsun değil mi?"

Pars Belene baktığında onun bunu anlamasına şaşırmıştı. Bu kadar üzgün görünürken bile onun haline mi dikkat ediyordu? Omuz silkerek "Belki" diye cevap verdi.

Belen Pars'ın beklemediği bir şey yaparak onun elini tuttu. "Ben de bu sarayda çoğu zaman yapayalnız olduğumu düşünüyorum. Her insan bazı anlarda yalnız olduğunu düşünür." Sonra gülümseyerek "Ayana var." dedi. "Hiç kimse ondan daha da yalnız olamaz. Bu ülkeyi yöneten insan olarak o kadar meşgul olmasına rağmen bana zaman ayırmasına bayılıyorum. Bazen diyorum ki keşke onun yalnızlığını alabilsem."

Seni Aradım -Tamamlandı-Where stories live. Discover now