7x41 İşgal!

6K 505 22
                                    

*

Yeşil Kaplumbağa İmparatorluğunun, imparatorluk şehrine doğru gökyüzünde hızla ilerleyen birisi vardı. Bu kişi Indria ve Nadyab'a görev veren Generaldi. Gökyüzünde uçarken arkasında dalgalanan saçları ona güzellik katıyordu. Kısa bi süre içerisinde imparatorluk şehrinin üzerinde durdu. Bu şehrin nüfusu on milyondu ve çokta büyük bir şehir sayılmazdı. Savunma olarak yıkık surlara sahiptiler. Şehirde lüks sayılabilecek tek yer imparatorluk sarayıydı. Ülkedeki bir çok fakir mafyanın zorbalığından kaçıp bu şehire sığınıyordu. Ve bazı söylentilere göre ise, imparatorluktaki tüm mafyalar doğrudan kraliyet ailesine bağlıydı. Ha Hwang bu söylentiyi doğruladıktan sonra tüm imparatorluğu işgal etmesi için Generali tutmuştu. Küçük görevleri Indria ve diğerleri halettikten sonra sıra büyük göreve gelmişti.

General hızlıca kraliyet sarayına doğru inişe geçti.Sarayın önünde muhafızlar o anda uyukladıkları için onu farketmediler bile. Gerçi farketseydiler ne yapabilirlerdi ki? General sarayın önüne indikten sonra ayakkabılarının çıkardığı ses muhafızların başını kaldırıp ona bakmasına neden oldu. General onlara umursamadan içeriye doğru yürümeye başlarken muhafızlar onun önünü kesti ve mızraklarını ona doğrulttu, "Buraya kraliyet ailesi, yüksek rütbeli generaller, ve soylu kişiler dışında kimse giremez!" General onları umursamadı ve ilerlemeye devam etti. Askerler mızraklarını generalin vücuduna batırmaya çalıştılar. Ancak bunu yaptıklarına pişman oldular. Çünkü mızraklarının başı kırılmıştı. Yeryüzü aleminde ve güçsüz bir silaha sahip olan birisi nasıl olurda imparatorluk alemi birinci seviyesindeki birisini yaralamayı düşünebilir?

Kırılan mızrak uçlarına korku içerisinde bakan askerleri görünce General, "Yıkılın karşımdan" demesinin ardından askerler ellerinde artık mızrak sayılmayacak sopayı yere atıp kaçmaya başladı. General poflayıp içeriye doğru yürümeye başladı taht odasına adımı atmadan önce arkasından bir ses duydu ve kimin seslendiğine baktı. Siyah saçlara kahverengi gözlere oldukça çirkin bir yüze sahip birisi generale baktıkça iğrenç bir yüz ifadesi takınıyordu.

Generalin yanına geldi ve ellerini generalin omzuna attı, "Sen beni eğlendirmek için gelen yeni kızsın değil mi? Daha önce askerlik yaptığını söylememişlerdi bana. Neyse ne olursa olsun, o yaraların sana ateşlik katmış." ellerini yavaşça Generalin bacaklarına doğru kaydırmaya başlamışken General gülümsedi, "Doğru ben buraya eğlendirmek için geldim. Ve bu eğlence ise sizi öldürmek olacak." soğuk kelimeler karşısındaki prensin duyabileceği şekildeydi. Prens daha ne olduğunu anlayamadan general küçük bir bıçakla prensin kafasını kesti ve yavaşça yerde yuvarlandı. Son ifadesi ise şaşkınlıklarla dolu bir göz ifadesiydi.

Fazla büyük olmayan kapının önünde durdu ve sağ ellerini kaldırıp kapıya yumruk attı. Kapı en ufak bir dayanıklılık göstermeden ileriye doğru uçmaya başladı. Tahtın üzerinde duran kır saçlı adam ayağa kalktı ve sinirli bir yüz ifadesiyle, "Kim bunu yapmaya cürret etti! Onu idam edeceğim!" sesi sarayda yankılandıktan sonra general yavaş adımlarla içeriye doğru yürüdü. Bulunduğu odada Generalin imparatoriçe varsaydığı bir kadın üç tane prens ve askeri general olarak görünümlü beş kişi vardı.

General kendinin duyabileceği bir sesle gülümseyip, "Bir taşla dokuz kuş." imparator Generali işaret ederek, "Sende kim oluyorsun! Ne cürretle bunu yapabiliyorsun!" General ona seslendikten sonra kafasını kaldırıp imparatora baktı. Daha sonra biraz düşündükten sonra, "Bir imparator olarak on üç nesildir yolsuzluk yaptığın halde imparator ünvanın var üzerinde. Bu ünvana saygı göstererek kendimi tanıtacağım. Benim adım Varta, Beyaz kaplan imparatorluğunun şu anki imparatoru Ha Hwang'ın üçüncü generaliyim. Buraya gelme sebebim sen ve senin aileni öldürdükten sonra imparatorluğu işgal etmek. " oldukça sakin bir ses tonuyla konuşması odada bulunan herkesi korkutmuştu. İmparator sessizce yerine oturdu ve korku dolu bakışlarıyla generale bakmaya başladı.

Prenslerden birisi ayağa kalkıp Varta'yı işaret ederek seslendi, "Tek başına bu imparatorluğu işgal edebileceğini sanıyorsan çok kibirlisin demektir!" Varta onu işaret eden prense döndükten sonra ortadan kaybolup prensin yanında ortaya çıktı ve ellerini onun göğsüne soktu. Daha sonra kan dondurucu bir ses tonuyla,"Aslında bunu yapması için subaylarımdan birini gönderecektim." kelimeler ağzından bir su damlasının gökyüzünden inişi gibi döküldükten sonra ellerini geri çekti ve kan onun vücuduna sıçradı. Bunu umursamadı, ellerini salladı ve avucuna bıçaklar indi arkasını döndü ve generallere beş bıçak fırlattı. Generaller daha kendini savunacak zaman bulamadan bıçaklar her birinin kafasına saplandıktan sonra geri düştüler. Varta tekrar döndü ve bıçaklardan birisini imparatoriçe olarak varsaydığı kadına doğru fırlattı. İmparatoriçe korku dolu bir göz ifadesiyle bıçağın ona saplanışını izledi. Bıçak onun göğsünü delip geçtikten sonra imparatoriçe uzun giysilerinin üzerine düştü.

Daha sonra geri kalan iki prense bakıp kafalarından tutup parçaladıktan sonra imparatorun karşısına çıktı. "Sona sen kaldın, son sözün var mı?" İmparator ölen çocuklarına ve karısına bakınca göz yaşları içerisinde, "Hayır, öldür beni." Varta kafasını salladı, "Bir imparator olarak hakettiğin ölümü vereceğim sana." gülümsedikten sonra imparatora doğru yürümeye başladı. İmparator pişmanlıklarla dolu bir ses tonuyla, "Kahin iki şeytan demişti ve kapının beş kez çalınacağını söylemişti. Ama sen tek kişisin ve kapıyı çalmadın bile." Varta'ya bakarak konuştu. Varta imparatorun önüne geldi ve iki elini onun omzuna koydu, "Kahinler yalancıdır." iki elini yavaşça kaldırmaya başladıktan sonra imparatorun ağzından kanlar gelmeye başladı. Bu olunca iki elinin avucunu bir birine bakacak şekilde açtı ve kanlar oraya doğru gelmeye başladı ve bir küre şeklini almaya başladı. Kan imparatorun ağzından geldikçe vücudu morarmaya ve zayıflamaya başlamıştı.

Dakikalar içerisinde imparator kemik görünümünü almıştı ve Varta'nın iki elinin bir birine bakacak şekilde açtığı yerin ortasında büyük bir kan miktarı küre şeklini almıştı. Verta ellerini bir birine yakınlaştırdıkça küre küçülmeye başlamıştı ve en son elini kapattığında geriye bir damla kan bile kalmamıştı. Yavaşça dışarı çıktı ve sesine enerji doldurduktan sonra, "Bu imparatorluk Beyaz Kaplan İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir! Artık Yeşil Kaplumbağa İmparatorluğu yok! Yerine Beyaz Kaplan İmparatorluğu vardır!" sesi imparatorluğun tüm sınırlarında yankılanmıştı.

*

Nadyab enerjisini tamamlamış ve ayağa kalkmıştı harekete geçmeye hazırlanırken sesi duydular. Indria gülümsedi, "Anlaşılan artık yabancı topraklarda değiliz." Nadyab hımpladı ve ilerlemeye başladılar.

Varta'nın sesinden sonra bir ordu imparatorluğa giriş yapmış ve sınırlar yıkılmaya başlamıştı. Eskiden Yeşil Kaplumbağa İmparatorluğu olarak anılan bölge artık Varta'ya aitti. Ha Hwang bu bölgeyi ona hediye etmişti, bu bölgenin tüm yetkileri Varta'nın ellerinde olacaktı ve Varta'da Ha Hwanga bağlı olacaktı. Varta bu bölgeyi tamamen değiştirmeyi düşünüyordu.

*

Indria ve Nadyab'ın başkente dönmesi oldukça uzun süre almıştı, Nadyab başkente geldikten sonra Indria ile yollarını ayırdı ve başka tarafa doğru ilerlemeye başladı. Indria ise doğrudan imparatorun sarayına gitti. İmparatordan kütüphaneye izin almak için doğrudan onun olduğu odaya doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı saygılı bir şekilde çaldı ve kapının ardından bir ses geldi, "İçeri gel." Indria bu sesi duyduktan sonra yavaş adımlarla içeri girdi ve kapıyı ardından kapattı. Odanın içerisinde üç kişi olduğunu görünce kaşlarını çatmadan edemedi. Birincisi imparatordu.Ancak diğer ikisini görünce yüzündeki öfkeyi saklayamadı. Birincisi Lenna'ydı. Yanında ise başkası vardı ve bu kişinin kim olduğunu bilmiyordu.

DN:Bu Baran sizcede tam sövmelik değilmi ? Ulan burada bırakılır mı bu bölüm. Bugun izinliyim. Derhâl bir bölüm daha yaz akşama masamda olsun.

YN : Emredersin!

IndriaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin