27-Kaderinden Kaçamazdı İnsan... (1)

1.5K 65 39
                                    


Zaman öyle bir ilaçtı ki gökte asılı kalmış yüreklere, şifası o kadar büyüktü acıyla küçülen kalplere. Zaman, belki de sabırla beklemek arasındaki en büyük köprüydü o ulaşılması zor zirvelere tırmanan. Sahi, beklemek ölüme yakınlaşmak değil miydi bir nebze? Sabretmek büyütmez miydi acıları kademe kademe, o ulaşılması zor yaralı mahzenlere? Hapsetmez miydi göz yaşlarını o büyük taştan kuyulara? Çekmez miydi bir kova içinden; o damla damla biriken tuzlu suyu kana kana, boğazını yaka yaka içmek için? Beklerdi o zaman şifasını, kalbini iyi edecekse aynı zamanda içerdi de o tuzlu suyu kalbinin yaralarını daha fazla kanatmak, dağlamak istercesine. Ölüme yaklaşmak için her şeyi yapardı belki de, sahi zaten ölüm değil miydi onun en yakınında?

Kaan yaklaşık yarım saat koltukta yattı ve daha sonrasında yavaşta olsa kendine gelmeye başladı. Dün gece yaşananlarla uyanması beynine küfretmesine neden oldu. Tamam yüzünde ve karnında ağrılar vardı fakat neden gelmişti ki o lanet olası sikik olaylar aklına. Sessiz ve bir o kadarda sinirli şekilde doğrulmaya çalıştı ağrılarının izin verdiği kadarıyla. Şükür ki evindeydi ne kadar bu ev o lanet olası babasının olsa da; bu oda, yattığı yatak, dolaplar, avize bile onundu. Burası onun özgürlüğüydü, baskılar bu odada devre dışıydı. Annesi onu hastaneye götürmemişti, çünkü Kaan bayıldığında kadını daha çok korkutmadan hemen ayılmıştı ve annesi onun yaralarını yüzündeki kanları pansuman ederek silmişti. O halde evden çıkaramazdı zaten orta yaşlı kadın oğlunu, zira hem kendisi bitap düşmüştü hem de canından bir parça olan oğlu.

Kaan yatakta öylece düşünmekten sıkıldı ve tekrar yavaş hareketlerle yorganı üzerinden kaldırıp, ayaklarını da yataktan sarkıtıp, terliklerini giydi ve ayağa kalktı. Hafifçe ve ağrılarının izin verdiği sürece iki kolunu havaya kaldırıp ellerini birbirine sabitleyip gerindi. Ne kadar dün facia gibi görünse de alışmıştı artık babasının ona yaptığı piçliklere. O yüzden artık kalbine dokunmuyordu o basit yumruklar, tokatlar, tekmeler sadece bedeninde yarattığı acı ve izden ibarettiler hepsi.

Ayakları istemsizce pencereye doğru gitti, en son gözlerini kapadığında karanlıktı her yer o yüzden bu aydınlık ona iyi gelmişti, delicesine sevdiği Ay bile dün gece ona yüzünü çevirmişti çünkü, onun ışığını bile hissedemedi gecenin karanlığında. Perdeyi çekip daha çok istedi güneşin ışığını içine çekmeyi, nefeslerine bir de aydınlık eklemeyi.

İki kolunu da pencerenin pervazına dayamış, günün erken saatlerinden dolayı işe yetişmek için aceleyle koşuşturan insanları seyretti, biraz keyifle birazda onu yiyip bitiren düşüncelerle... "Sahi bugün çarşambaydı değil mi?" diyerek kendi kendine mırıldandı telaşla. Evet bugün okul vardı ve bugün en can alıcı dersin sınavı da vardı "MATEMATİK." diyerek zihninde büyüyen kelimelere karşın, içindeki tüm nefretini kustu. Hemen aksak adımlarla yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran saate baktı ve saatin 07.00 olduğunu gördü. Gözleri istemsizce büyümüştü evet ilk dersin başlamasına kırk dakika vardı, neyse ki sınav ikinci dersti. Hemen aceleyle gardıroba gideceği sırada belindeki ağrı buna engel oldu, beyni yavaş hareket etmesini bir an olsun sınav telaşıyla unutmuştu. Bir eliyle cılız belini tutarken bir elini de yatağının başlığına geçirip, beyninin temkinlerine uyarak yavaşça oturdu.

Siniri devam ediyordu, içini taşkına uğratacak bir volkan gibi. Babasına, öz babasına ettiği küfürleri başka kimseye hem de hiç kimseye etmemiştir o ağzına bir gram yakışmayan salak küfürleri. Küfürleri doladığı için ağzına tekrar küfür etti hayatına, yaşadığı sıkıntılı dünyaya, içindeki şerefsiz insanlara, onu üzen herkese. Birkaç sitemde Tanrı'ya etti, sadece bu kaderi ona yüklediği için...

O sinirle bu düşüncelere dalmışken, İnci Hanım giriverdi odasına temkinli ayak adımlarıyla, hala uyuduğu sandığı oğlunu uyandırmamak için.

KARANLIĞIMDAKİ CENNETWhere stories live. Discover now