4.BÖLÜM

14.2K 1.4K 343
                                    

Hayatta öyle anlar vardır ki önce kendinizi sonra da o anı sorgularsınız. O anda, her şey önce yavaşlar sonra da birden bire durur. Zaman durur. Hayat, başrolünü sizin canlandırdığınız filmde cd'nin çizik tarafı denk gelmiş gibi takılı kalır. Sadece siz bilirsiniz bunu. Çünkü duran film sizin hayatınızdır. Kalbiniz durur, nefesiniz kesilir, görüntü tıpkı bedeniniz gibi donar kalır. Anlık bir ölüm halidir belki de o an. İşte ben de tam olarak öyleydim. O anda... Donup kalan hayatımın ortasında, kısa bir anlığına da olsa ölmüş bir ana karakter...

Gözlerim bana şaka mı yapıyordu yoksa gördüklerim gerçek miydi? Soğuk, nasıl olmuştu da bir bedene bürünüvermişti? Asla hoşlanmadığım o şey, şimdi nasıl olmuştu da gözüme bu kadar hoş gelebilmişti? Gerçekliğini iliklerimde hissederken, hayal olmasının ihtimali bile neden bu kadar korkutucu gelmişti?

Tam karşımdaki simsiyah tek boynuzun üstünde, dimdik duran genç bir adam vardı. Atının parlak, siyah tüyleri gibi o da siyahlar içindeydi. Boyu 1.90'ın üzerinde olmalıydı. Yapılı olmasına rağmen zarif ve zayıf bir vücuda sahipti. Zayıftan kastım, vücudunda hiç yağ olmamasıydı. Özellikle kol kaslarının, giydiği gömleğe rağmen fark ediliyor olması ne kadar güçlü olduğunun kanıtıydı.

Dışarıda gördüğüm diğer erkeklerden kesinlikle farklıydı. Giyinişi, duruşu, bakışı, bana hissettirdikleriyle, onlardan çok farklıydı. Kaslarından dolayı üstüne oturan gömleği gibi pantolonu da siyahtı ve boynunda benimkine benzeyen bir pelerin vardı. Bendekinin aksine onun pelerininin kenarlarında gece mavisi işlemeler vardı. Üstelik çok daha kaliteli bir kumaştan yapılmışçasına parlak ve zarif duruyordu. Pelerinin şapkasıysa açıktı ve geniş omuzlarından arkaya doğru dökülmüştü. Gözlerim biraz daha aşağı indiğinde, ayağında bağcık kısmı benimkilerden biraz daha kısa olsa da aynı ağır ve siyah botlardan olduğunu gördüm. Bağcıklarını sıkıca ve düzenli bir şekilde bağlamıştı.

Baştan aşağı siyahlar içindeki bu adama renk katan tek şey, pelerinin işlemelerinde olduğu gibi belindeki kılıcın kabzasında bulunan parlak alev şeklindeki gece mavisiydi. Eğer onu iki kelimeyle tanımlamam gerekseydi, bunlar kesinlikle: Soğuk ve karanlık olurdu...

Bakışlarım genç adamın yüzüne doğru tırmandığında, kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladığını hissettim. Damarlarımdaysa kan yerine buz gibi ırmaklar çağlıyordu adeta. Soğuk, bedenimi karış karış arşınlarken nefesimi tutmuş, gördüklerimin gerçekliğine bir kez daha hayret ediyordum.

Yukarı doğru hafifçe kaldırılmış siyah saçları, kirli sakalı, çatık ama biçimli kaşları, siyahına meydan okuyan beyaz teni ve bunlarla uyum içinde olan masmavi gözleri vardı. Hayır, okyanus mavisi gibi değildi. Daha önce hiç bu renk bir göz görmemiştim. Sanki... Sanki fırtına öncesi sessizlik gibiydi gözleri. Hipnoz etkisi yaratan, bir girdaptı ve sonsuza dek baksam da çözemeyeceğim kadar özeldi. Mavinin çok daha koyu hatta karanlık bir tonuydu.

En soğuk gecenin, en karanlık mavisiydi...

İşte film cd'si de tam burada çizilmişti. Gözlerine baktığım o ilk saniyede. Onda takılı kalmıştım. Zamanım onda durmuştu. Ve ben onda, o anda ölmüştüm...

Zihnimden akıp giden kelimeler bulanıklaşırken yavaş yavaş gerçeğe çekildiğimi hissettim. Gerçeğe dönmemle birlikte fark ettiğim ilk şey ise, onun da bana bakıyor olduğuydu. Mavi gözleri usulca bedenimde gezinip yüzümde takılı kalmışlardı. Donuk bakışları ve ifadesiz suratı, adeta aramıza ördüğü bir duvarmışçasına ne düşündüğünü saklıyordu.

O dakikada, ben henüz ne olduğunu bile anlayamadan Mimi hızla şapkamı kapattı. Bunu nasıl yapmış olduğunu tam olarak görememiştim çünkü gözlerimi ondan alamamıştım. Mimi şapka işini hallettikten sonra zihnime, "Başını eğ ve sakın kaldırma!" dedi. Sesi neredeyse beni dövmek istiyormuşçasına öfkeli çıkmıştı.

AYKIRIWhere stories live. Discover now