"Benim ismim ne anlama geliyor, hatırlıyor musun Mavi? Bunu sana daha önceden söylemiştim."

"Gökkuşağı." dedi hemen. Ona gülümseyerek baktıktan sonra mutfak tezgahına yaslandım. "Annenle tanışmadan önce renkleri olmayan biriydim. Ve annenin hayatına da tüm bu renksizliğime girdim."

"Renksizlik ne demek?"

"Etrafına bak, Mavi. Her şeyin bir rengi var." O zamanları hatırlarken yüzümde buruk bir tebessüm yer etmişti. "Ama benim yoktu işte." 

"Neden yoktu?"

"Seninki kadar harika bir babam yoktu diyelim." dedikten sonra göz kırpmıştım. Mavi'nin kıkırtısı kulaklarıma dolduğunda ben de gülümsemiştim.

Onu ilk gördüğüm anda onun için her şeyi yapabileceğimi biliyordum. Baba olmak daha önce tattığım hiçbir güce benzemiyordu. Çok ayrı bir şeydi. Mavi'nin birazcık canı yansa içim gidiyordu, çok hareketli bir çocuktu ve peşinden çok koşuyordum. Ama hiç şikayetçi değildim. Onun babası olmayı seviyordum. Bu, beni hayata bağlayan en önemli sebepti.

"Peki sonra?"

Sorusuyla dış dünyaya dönerken patatesleri kontrol ettim, yeterince pişmişlerdi. Üzerine iyice çırptığım yumurtayı ve baharatları ekledikten sonra düşündüm.

Mavi, Altan'ı öğrenmek için çok küçüktü. Altan'ın başına gelenleri öğrenmek için... Elbette bir amcası olduğunu ve amcasının aramızda olmadığını biliyordu. Henüz ölümü anlayabilecek yaşta değildi. Zamanla anlayacaktı.

"Sonra annenle tanıştım. İlk anda ikimiz de birbirimize güvenmiyorduk tabii. Kötü bir adam beni annenin peşine yollamıştı. Görevim anneni o adama götürmekti. Sonra hesaba katmadığım bir şey oldu."

"Nedir o?"

"Annene âşık oldum." Omzumun üzerinden merakla beni dinleyen Mavi'ye baktım ve gülümsedim. Henüz bu kadar detay verebiliyordum.

"Peki annem?"

"Annen hislerime karşılık vermemiş olsaydı şu an mutfağın ortasında dikilen bir cadaloz olmazdı."

"Baba ya!"

"Üzgünüm, bebeğim. Şu anlık anlatabileceklerim bu kadar." Mavi'yi tekrardan kucağıma alıp saçını koklayarak öptüm. "Şimdi anneni uyandırmaya gidelim mi?"

Mavi, kafasını onaylarcasına salladığında kucağımda kızımla birlikte yatak odasına yönelmiştim. Kapı kolunu yavaşça indirip içeriye girdiğimizde bizi yatağında oturmuş bir şekilde bekleyen Hira karşılamıştı. Omuzlarım düşerken sitemle konuştum. "Bunca zamandır ayakta mıydın?"

"Evet. Baba kız gülüşmelerinize uyanmayacağımı mı sandınız?"

Kapı önünde dikilmeyi bırakıp iyice içeriye girdiğimde Hira'yı onaylarcasına kafamı sallıyordum. Yaşanan tüm şeylerin üzerinden 5 sene geçmişti. Bu 5 sene içerisinde Hira, yeniden psikolojik tedavi almaya başlamıştı, artık çok daha iyi bir durumdaydı. Melek Hanım ise Melih'i öldürme suçundan çok fazla hapis yatmamıştı. Yaptığının savunma olduğu kamera kayıtlarından belli oluyordu. Melih, Hira'ya silah çekmişti. O da bir anne olarak kızını öldürecek olan adamı öldürmüştü. Bu savunma elbette ki görmezden gelinmemişti.

Yıllardır her şey yolundaydı. Buna rağmen Hira'da hem kötü günlerden kalan bir alışkanlık hem de anne olmanın getirdiği bir refleks olarak sese karşı aşırı bir duyarlılığı vardı. En ufak bir gürültüde hemen gözlerini açıyordu. 

Mavi'yi kucağımdan indirdiğimde anında annesinin kollarına koşmuştu. Hira, sevgiyle kızımızı kucaklarken beynime onların bilmem kaçıncı tatlı görüntüsünü hapsetmiştim. Hira o kadar güzel bir anne olmuştu ki ikisini izlemekten bazen o özel anlara dahil olmayı unutuyordum. Tıpkı şu an olduğu gibi...

GÖKKUŞAĞIKde žijí příběhy. Začni objevovat