Huzur

1.8K 94 12
                                    

Ateş'in arabasını arıyordum her yerde. Ama yoktu. Park ettiği yerde şuan başka bir araba vardı. Gitmişti. Benim yanımda telefonum bile yoktu. Otel odasında bırakmıştım yanlışlıkla. Ne yapacağımı bilmiyordum. Beni nasıl bırakıp giderdi?

Omzuma çarpıp geçen adama baktım. Resmen omzumu göçertmişti. Elindeki telefondan başını kaldırıp bana baktı. Aklıma gelen fikirle gülümsedim. "Telefonunuzu kullanabilir miyim, acaba?" Adam telefonu bana uzatıp, "Tabii,"diye mırıldandı. Telefonu aldım ve ezberimde olan Ateş'in numarasını girdim. Karşımda duran adam telefon çalarken, ellerini ceplerine sokmuş umursamaz bakışlarla etrafını izliyordu. Ben ise Ateş'in bir an önce telefonu açmasını diliyordum. Telefonun açıldığını gösteren sessizlik olduktan hemen sonra onun sesini duymuştum. "Alo?"

"Hemen, beni buradan alıyorsun Ateş. Bak gerçekten bir daha seninle konuşmam." Çok büyük tehditler (!) ediyordum yine. "Gerizekalı arabadayım seni bekliyorum, neredesin?" Şaşkınlıkla etrafıma baktım. O sırada yaptığım kocaman salaklık başıma dank etmişti. Kafenin sağ tarafındaydı araba, ama ben sol tarafına bakarak gerçekten devasa salaklık etmiştim. Telefonu yüzüne kapatıp adama uzattım. Adam gülümsedi. "İstersen ben bırakayım seni, gideceğin yere kadar..." Bu da mı bana sulanıyor? Herkes mi böyle bu zamanda? Yeter ama.  Adam kaşıyla bir yeri gösterdi. Baktığım yerde Canberk'i bulmayı beklemiyordum. Siyah Range Rover bana göz kırptı, ben ise gözlerimi kısmıştım. Bu benim tek zaafımdı! Aklıma Giray'ın arabasını sürdüğüm gün gelmişti. Karalara bağlamama fırsat kalmadan Ateş yanımızda belirmişti.

"Kim bu?" diye sordu doğal olarak. Omuz silktim. "Telefonunu rica ettiğim biri," Ateş kafasını salladıktan sonra elimi tutup peşinden sürüklerken gülümsüyordum. Arkamı dönüp adama baktım ve delice bir hareket yaptım. Dilimi çıkartıp adama orta parmağımı gösterdim. Adam gözlerini belerterek bana baktığında önüme döndüm ve koşarak Ateş'i takip ettim.

Arabaya bindiğimizde gülmemi zor bastırdığımı fark ettim ve kahkahalarla gülmeye başladım. Ateş'in eli arabanın anahtarına gitmişti ama kahkahamı duyunca kalakaldı ve bana baktı. Güleceğini sanarken susup suratımı izlemesi garip gelmişti. Bu gariplikten dolayı kahkahamı komik ve gergin sesler eşliğinde sonlandırdım.

"Ne oldu?"diye sordum. Hala gülümsüyordum. "Özür dilerim Ateş, haklısın ben hiçbir şeyle mutlu olmayan kompleksli bir insanın tekiyim!"dediğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. Kafede ciddi miydi? Tamam ciddiydi ama buraya uzatacak kadar ciddi miydi? Ben sadece küçük bir atışmadan ibaret olduğunu sanmıştım. Yanılmışım. Ateş olayı büyütüyordu. Ateş öylesine olayları büyüten biri değildi ki, demek ki onun için cidden büyük bir meseleydi.

Bir dakika. Bana kompleksli mi demişti? Değildim! Ben hiçbir şeyden mutlu olmayan kompleksli bir ruh hastası değildim! Öyle miydim? Ah, evet öyleydim. Ateş tamamen haklıydı. Ona haklısın, özür dilerim demeyi çok istiyordum ama bir an kendime yedirememiştim. Tam ağzımı açmışken araba hareket etti.

"Kime ne anlatıyorum ki."diye mırıldandığını duydum. Ona baktığımda yan profili oldukça gergin gözükmüştü. Susmayı tercih ettim. Susmama şaşırmış gibiydi. İnkar etmeyerek, susarak bir nevi ona katılmıştım ama bunu dile getirmeye cesaret edemiyordum.

*

Otele gelene kadar susmuştuk. İnmemi beklemeden arabadan inip kapıyı sertçe kapatmıştı. Ben de inmiştim ve onu takip ediyordum. Birlikte odaya girdik ama aramızda bayağı mesafe vardı. O büyük ve öfkeli adımlarla önden yürürken ben küçük ve korkak adımlarımla onu arkadan takip ediyordum.

Odaya girer girmez yatağın üstünde katlı olan mayolarından birini alıp banyoya girmişti. Ben ise şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemeyerek yatağa oturmuştum. Her şey tekrar berbat hale gelmişti. Ve bu yine benim suçumdu. Farkında olmadan yaptığım bir hataydı. Tekrar yaptığım.

Tam ağladı ağlayacak bir yüz ifadesiyle odanın beyaz duvarlarını incelerken Ateş altında yeşil renkteki mayosuyla çıkmıştı. Tişörtünü ise boynuna asmıştı. Yatağın kenarında duran plaj havlusunu kaptığı gibi kendini odadan dışarı atmak için bir hamle yaptı. Belki de onu yalnız bırakmalıydım. Güneşlenmek belki de bu dünyada yapmaktan en zevk aldığı şeydi. Hayır bırakamazdım. Bu olay bir an önce çözülmeliydi.

"Ruh hastasının tekiyim!"diye bağırdım bir anda. Bu onu durdurmuştu. Bana dönmek yerine hala tek eli kapı kolunda öylece duruyordu. "Sen beni mutlu etmek için kendini parçalıyorsun, ama ben bunları hak etmiyorum. Ben seni hak etmiyorum, Ateş." Ne demiştim? Şu son cümle tamamen benden bağımsız çıkıvermişti ağzımdan. Yutkunduğunu duydum. "Akşam yemeğinde buluşuruz,"diye mırıldandıktan sonra odayı terk etmişti. En azından terslememişti beni. Sadece geçiştirmişti. Ya da söylediklerime katılmasına rağmen haklısın demeyi istememişti.

*

Yemeğe inerken ince askılı ve yakasıyla koltuk altları oldukça düşük olan siyah bluzumu giyinip altına siyah bir iç çamaşırı giyinmiştim. Ateş bunu giyinmeme asla izin vermezdi. Ama giyinmiştim. İç çamaşırımın bu kadar gözükmesi beni bile rahatsız ediyordu ama bikiniyle aynı şey olduğunu kendime hatırlatarak kendimce avunuyordum. Altına koyu renk kot şortumu giyinip çıkmıştım. Ateş'i görmek için sabırsızlanıyordum. Şu iki saatte içim içimi yemişti. Konuyu nasıl daha anlaşılır ve tartışılır biçime getirebileceğimizi düşünüp durmuştum ama elimde ve aklımda koca bir hiçten başka bir şey yoktu.

Restauranta girdim ve gözlerimle Ateş'in aradım. Elinde bir tabakla açık büfenin arasında dolaşırken görmüştüm onu. Yavaş adımlarla yanına ulaştığımda gözleri beni bulmuştu. "Çıplak gelseydin,"diye fısıldadığını duymuştum ama o kadar kısık sesle söylemişti ki sanki kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. "Efendim?"diye sorduğumda omuz silkti. "Yok bir şey, yemek al da oturalım." Bu sefer de ben omuz silkmiştim.

"Aç değilim," Kafasını aşağı yukarı salladı ve masalara doğru yürümeden önce biraz daha dolandı açık büfede. Tabağına o kadar çok şey doldurmuştu ki hayret içinde kalmaktan kendimi alıkoyamamıştım.

En sonunda masada karşılıklı oturuyorduk. İşte beklenen an. Konuyu açmalıydım ve mümkünse büyütmeden kapatmalıydım. Bunu yapabilirdim. "Ateş?" Kafasını yemeğinden kaldırdı ve bana baktı.

"Böyle soğuk davranmaya devam mı edeceksin?" Kafasını yemeklere bakarak iki yana salladı. "Et diye almıştım, ciğer çıktı. Ben ciğer sevmem ki!"diye mırıldandı kendi kendine. Ben burada yokmuşum gibi davranması ciddi anlamda sinirimi bozuyordu. "Ateş!"dedim kesin bir ses tonuyla.

"Soğuk değilim, olması gerektiği gibiyim. Şimdi sus ve senin için aldığım şu amerikan salatasıyla mantıyı midene indir. Çünkü o waffleı garsonun karnına yapıştırdığını gördüm. Açsın. Hadi!" Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Cidden hiçbir şey olmamış gibi devam mı edecektik? Tabağının amerikan salatası ve mantı olan kısmını bana döndürüp o ise et sandığı ciğerleri yemekle meşguldü.

"Kızgın mısın bana?" Uzun süre ses çıkarmadıktan sonra bir şarkı mırıldanmaya başladı. "Yavrum, anan baban nereli? Nereden bu kaşın, gözün temeli?" Gayet name katarak söylediği şarkıyı bir müddet daha dinlemek zorundaydım sanırım. "Ateş huzursuzum, anlasana!" Sandalyesinden kalktığını görünce gözlerimi pörtleterek ne yaptığını anlamaya çalıştım. Bana uzanmıştı.

Dudakları dudaklarımı bulduğunda içimdeki huzursuzluk huzurla savaşçaya başlamıştı.

Kazanan elbette belliydi.

Huzur.

Çöplük [ c.d ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin