26. BÖLÜM | Esir

11K 440 2.4K
                                    








- düzenlenmiş versiyon -





İnsan, cehennem yaratmak konusunda Tanrı kadar kusursuzdu. Tek fark, insanın yarattığı o cehennem sadece kendisini yakıyordu.

Hermione hariç.

Kızın yarattığı cehennemin içinde başkaları da acı çekecekti. Draco Malfoy ilk yanandı.

Kollarını birbirine dolarken stresin damarlarından içeri sızdığını hissetti. Saatlerdir oturduğu deri araba koltuğu rahat sayılmazdı, işkence diyebilirdi. Sanki ağır çekimdeymiş gibi yağan yağmur yeni durmuştu ve burnuna, ormanın ortasında durdukları için toprağın o taptaze, ferah kokusu dolmuştu. Araba yavaşça dururken arkasına yaslanıp kendini başka bir kavgaya hazırlıyordu ki, Draco Malfoy kızı şaşırtarak anahtarı cebine attı.

Soğuk bir sesle, "Mor çantanı ver." dedi.

Hermione sanki rüyadan uyanmış gibi ona döndüğünde, Draco ona değil camdan dışarı bakıyordu. "Niye?" diye sorarken kalbine iğneyle bir dikiş atılmış gibiydi kızın.

Draco adeta, kıza hesap vermek yerine ölmek istediğini belli ettiği birkaç uzun dakika öylece durup taş kadar sert yüzüyle dışarı baktı ardından çenesini sıkarak Hermione'ye döndü. "Üzerimdekilerden kurtulacağım, çok pis kokuyorlar. Av köşkünden kalan kıyafetlerim yok mu sende?"

Draco Lord'un yanından geldiğinden beri üzerini bir kez değiştirmişti fakat yüzünde, ellerinde ve boynunda kan lekeleri kaldığı için kokuları kıyafetine siniyordu. Hermione gözlerini kaçırıp bileğine bağladığı mor çantanın içini açtı ve, "Burada birkaç şey kalmış, bir bakalım.." diye mırıldandı yüzüne düşen bir tutam saçı geriye atarken. Eline siyah bir gömlek geldi, Draco'ya doğru uzatırken işe yarar bir pantolon da bulmuştu.

Draco kıyafetlerin hepsini top yapıp tek eliyle kavradı ve kapıyı açıp dışarı çıktı. "Uslu dur Granger." diye homurdanıp arabayı kitlediğinde, Hermione arkasına yaslandı ve dişlerini sıktı.

Sırtının yapılı bir şekilde yürürken hareket etmesini izleyerek sinirleri düğümlenmiş gibi bir süre Draco'ya baktı Hermione, kenardaki ağaçlığın ardından gözden kaybolduktan sonra önüne dönüp ofladı. Zihninde, sonralara ittirdiği kapkara bir soru işaretini yakalayıp düşündü.

Hayat bağı, öyle mi?

Bu kıza delice bile gelmiyordu. İmkansızın ötesinde bir noktadaydı. Mystogan'ın Draco'yu kendisine karşı doldurmak için daha iyi bir bahanesi yok muydu resmen? Çünkü bu berbattı. İçi çürük bir elma yemek gibiydi; Lord'la hayatının bağlı olduğunu düşünmek. Tatsızdı ve kızın keyfini kaçırıyordu. İmkansızdı. Bu konuda kafasını yormak bile istemediği için iç çekerek beyninden uzaklaştırdı ve diğer sorununu düşündü.

Mystogan.

Kızı hangi akla hizmet oyuna getirdiğini, Draco'yu da şu an hangi akılla doldurup beraber plan yapmaya zorladığını ve Draco'ya da ne zaman ihanet edeceğini Tanrı bilirdi. Ona güvenmekle çok büyük bir hata yapmıştı Hermione. Ne olursa olsun bir iblisti, Lord bile onu zamanında öldürmüştü. Bu düşünceyi silmek istemiyordu kız, Mystogan'la anlaşma falan kalmamıştı. Ona yaptığı, onlara yaptığı şey için Mystogan'ı mahvedecekti.

Gökyüzünün daha kararmış, havanın da daha sıcaklamış gibi geldiği uzun dakikalardan sonra oflayarak Draco'nun kaybolduğu tarafa baktı Hermione. Altı üstü kıyafetini değiştirecekti. Kaşları çatıldığında, kapıyı zorladı fakat kitliydi işte. Bir süre yanaklarının içini ısırıp düşündükten sonra, asasını cebinden çıkarıp kapının kilit kısmına tuttu ve, "Alohomora." diye fısıldadı. Sonuçta bu da bir kapıydı ve kilitliydi değil mi?

Fake or Granger ( Güncelleniyor )Where stories live. Discover now