EGG! 28. Bölüm: "Ev"

2.6K 141 54
                                    

   Arkadaşlar açıklamamı yprum olarak bırakacağım. Bölümü telefondan yayımlıyorum ve şarjım %1 o yüzden açıklamam biraz gecikebilir.
  İyi okumalar...

  Burun deliklerimden giren rutubet kokusu ve tozlu hava burnumu kaşındırıyor, ardı ardına gelen hapşurmalarımın nedeni oluyordu. Gecenin sessizliği bu tek odalı evin içine hapsolmuş Ateş'le aramızda tek bir kelime dahi geçmemişti. Bende buna pek aldırış etmiyor, sert ve hasırdan yapılmış uzun koltuğa oturmuş  kendi düşüncelerimin içinde hayalden hayale geçiş yapıyordum.
   Ateş ikili koltuğun en ucuna oturdu; ona göz ucuyla bakmaya çalışırken bakışlarımı yakalamıştı. Hemen gözlerimi onun üzerinden çektim, bunun sebebi utandığımdan değil beni yakalamasının verdiği rahatsızlıktı.
   "Muhabbetine de doyum olmuyor." dedi biraz düz biraz iğneleyen sesiyle.
"Ev sahibi sensin."  dedim fakat şunu fark etmiştim; biz işten, amaçlarımızdan başka hiçbir konuşmamıştık ki. Konuşabileceğimiz  ortak konumuz yoktu. Ne konuşabilirdik? Arkadaş değildik, kardeş değildik, akraba değildik. Adamakıllı bir ortaklığımız vardı aramızda, o da bitmek üzereydi. Ne olacaktık sonrasında? İki yabancı gibi birbirimizin yüzüne bakmadan devam mı edecektik yolumuza. Bilemiyorum... Sanırım buna alışamayabilirdim.
  Bir süre daha sessizliğimizi koruduktan sonra Ateş yerinden kalktı ve eski bir dolabın kapağını çekmecelerini hızla karıştırmaya başladı. Çekmecelerde bir şeyler aradığına bakılırsa buradaki her şeyin yerini biliyor gibiydi, buraya hep geliyor olmalıydı.
"Ne yapıyorsun?"
Ateş eğildiği çekmeceyi kapatıp başka bir çekmeceye göz atarken "Misafirperverliğimi gösteriyorum." Dedi sonunda bulduğu tavlayı elinin arasına alıp gözlerinde ilk defa fark ettiğim ışıltıyla. Yüzünde küçük bir gülümsemeyi takmış bana doğru gelirken benim de istemsizce gülümsediğimi farkettim. Mutluluğu, küçük bir sevinci bile bulaşıcı olmalıydı.
  Elinin arasına sıkıştırdığı tavlayı almış, koltuğun diğer kenarına oturdu ve bana bakmaya başladı. 
"Tavla oynamayı bilir misin?"
Gözlerinde küçük bir çocuğun heyecanlı bekleyişleri, biran önce oynamak isteyen sabırsız bakışları içimde garip, tanımlayamadığım duyguların oluşmasına neden oldu. Sanırım Ateş'ten böyle bir şey beklemiyordum. Tavla oynamayı lise zamanında öğrenmiştim, ilk arkadaşlarımdan öğrenmiş sonra eve bir tane alıp babamla oynamaya başlamıştım. Tam olarak iyi bir oyuncu olduğum söylenemezdi ama amatör de sayılmazdım.

"Pek değil." diye mırıldanırken onun gözlerindeki hafif bir ışıltı kalbime dokunuyor, küçük cız bir his damarlarıma pompalanıyordu.
Tavlayı koltuğun üzerine ikimizin arasına koydu. İçini açtı, siyah ve kremsi renkteki taşları ayırmaya başladı.  Sonrası benim için bir hayal dünyası ya da hızlandırılmış bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ateş'in zarları atarken heyecanlı bakışları, kaybederken ağzından birden çıkan nidaları beni oyunun içine daha çok çekiyordu. Aramızdaki buzlar biran için yok olmuş, sanki kırk yıllık bir arkadaşlığın tadını çıkarır gibiydik.
Ama sonu benim istediğimin tam tersine Ateş'in zaferiyle bitti.
Son anda kaybettiğim oyunun üzüntüsüyle ayağa kalkmış heyecanın da vermiş olduğu etkiyle ağzım kurumuştu. Ayaklandığımda bileğimde hissettiğim soğuk parmaklar sıkıca kavradı elimi. Ateş'e döndüm. Yüzündeki gülümsemesi kaybolmamışken beni biraz daha kendine doğru çekti. Ne olduğunun farkına varamazken yüzüyle aynı hizasına geldiğimde gözlerine hiç bu kadar yakın olmadığımı farketmiştim. Şaşkınlık göz bebeklerimin büyümesine neden olurken kalbimin atışı daha da hızlandı. Kahverengilerinin etkisinde kaldığımda yutkunmak benim için hiç bu kadar zor olmamıştı.
    Bileğimi biraz daha yukarı kaldırdı ve kapattığı tavlayı kolumun altına sıkıştırdı.
"Adettendir." dedi hınzır sesiyle. Şaşkınlığımın şiddeti iki katına çıkarken Ateş sırtını koltuğa yaslamış beni izliyordu. Neden şaşırdın ki dedim kendi kendime. Sanki neyi bekliyordun ki? Tavlayı Ateş'in aldığı çekmeyeceye geri koyarken gıcırdayan vidaların sesleri dışarıda başlayan yağmurun sesiyle harmanlandı. Şu an evde oturabilir, televizyonun karşısına geçmiş film izliyor olabilirdim. Bu eski ev yağmurun da verdiği etkiyle daha da soğuyacaktı belli ki. Geceyi nasıl çıkartacaktık bilemiyorum.
Odada tek olan sert koltuğa tekrardan oturdum.
Tam bu sırada aniden evin içerisine siyah bir perde çekildi; elektrikler yağmurun etkisiyle gitmiş olmalıydı. Şehir ışıklarından çok uzakta olduğumuz için evin içi zifiri karanlığa gömülmüştü.
"Ateş..." dedim nerede olduğunu anlamak için.
"Buradayım." yumuşak tonusu kulaklarımdan içeriye sızdı. Sonra koltuğun birazcık çöktüğünü, daha sonrada da Ateş'in soğuk parmak uçlarının koluma değdiğini hissettim. "Mum arayacağım."
 
  Ateş telefonunun ışığını açtı ve mutfak dolaplarına doğru yöneldi.
Dolapların içerisini hızlı bir şekilde karıştırdığını gelen takırtılardan anlayabiliyordum. En sonunda ayak sesleri yanıma doğru yaklaştı. Ateş mumu yakmış, bana doğru ilerliyordu. Ben de çantamı bulmalı kızlara bugün eve gelmeyeceğimi haber vermeliydim. Ayağa kalkmak için yeltendiğimde olanlar oldu; Ateş yanı başıma geldiğinde ben ani bir hareket yapıp kalkmış ve Ateş'in çenesiyle kafamın çarpmasının ardından oluşturduğu tok ses odaya yayılmıştı.
"Ah!"  Ağzımdan çıkan nida canımın cidden yandığını belli ediyordu. O sırada Ateş'e bakamıyor, elimle sanki kafamın acısını dindirebilecekmişim gibi basınç
uyguluyordum. Bu sırada odayı aydınlatan elimizdeki tek kaynak olan mum, Ateş'in yaptığı ani bir hareket sonucu sönmüş olmalıydı. Oda tekrar karanlığa boğulduğunda ikimizden de bir saniyeliğini çıt çıkmadı.
"Elimdeki çakmak düştü." Dedi Ateş küfür edermişcesine.
"Tamam o zaman telefonunu aç, arayalım."
"Telefonum mutfakta kaldı."
Bugün tüm şansızlıklar üzerimde toplanmış ve tüm kötü olayları mıknatıs gibi çekiyor olmalıydılar. 
Çakmağı aramaktan başka çare yoktu; tam eğilmiş aramaya yeltenecektim ki iki inatçı keçinin toynakları yine tok ses çıkarmaktan geri kalmadı.
İkimizden de bir "Ah!" sesi yükselirken kendimi deja vu yaşıyormuşum gibi hissettim.
"Dikkat etsene biraz..." bıkkınlık berlirtirken sesim onunkinin de benimkinden farkı yoktu.
"Göremiyoruz herhalde."
   O sırada ayağıma dokunan bir şey hissettim, bu şey beni huylandırmıştı. Yerden aniden fırlarken aklıma bu ıssız yerde böcek ve farelerin fazlaca olacağını kestirmek zor değildi. Ayağımı çekip o yerden uzaklaşmaya çalışırken bu sefer kalın bir şeye takılınca yerdeki tahtanın üzerine yüzüstü yayılıverdim.
"Afra!"  Ateş'in endişesi sesine de yansımıştı. "İyi misin?" Acı tüm bedenime yayılırken burnumda acaip bir ağrı hissediyordum.
Sanırım burnumu kırmış olmalıydım, elimle burnumun varlığından emin olurken bir yandan da doğrulmaya ve başka bir şeye çarpmamaya çalışıyordum.
"İyiyim. Ayağıma bir şey değdi sanırım evde fare var."
Şuh bir kahkaha gecenin karanlığında yayıldı. Ateş gülmesini durduramıyordu.
"O benim elimdi." dedi gülmesini bastırmaya çalışırken, ama bunda kesinlikle başarısızdı, gülmekten konuşamıyordu bile. "Çakmağı arıyordum, takıldığın şey de bacağım."
O gülmeye devam ederken benim de kahkahalarım ona karıştı. Şu an karanlıkta olmamız önemli değildi benim için, hangi konumda olduğumuz da.  Beraber gülebilmek, sevincime sevinç katıyordu sanki özellikle şu bir haftadır hiç gülmeyen yüzüm biran da olsa mutluluğu yakalayabilmişti. Ama şu an en çok merakettiğim şey Ateş'in yüzüydü. Merak ediyordum; gözleri kısılıyor muydu gülerken, nasıl bakıyorlardı?  Kedine gel dedim birden, kendine gel.
Sonunda kendimizi durdurabildiğimizde, hissettiğim garip bir duygu fil gibi oturmuştu mideme. Bırak böyle karanlıkta kalalım demek geçti içimden, birbirimizi görmeyince eski anıları da görmüyor kalp. 
  Tekrardan halının üzerini ellerimizle yoklarken çakmağı bulmuştum ve mumu yakmayı başarabilmiştim. Ateş  mumun tekrar sönme ihtimalini göz önünde bulundurarak yavasça sehpaya koydu.
Küçük mum tüm odayı loş bir yere getirirken ışık Ateş'in yüzüne vuruyordu. Tam olarak yüz hatlarını görmek mümkün olmasa da gözünün kenarından ince bir çizgi gibi akan yarasına loş ışık vuruyor, dikkatimi oraya vermeme neden oluyordu. Bakışlarını bana çevirdi; gözleri parlıyordu, o güzel bakışlarının ardında hissettiğim bir şeyler vardı. Ateş bana çok yoğun bakıyordu; yoğun ve bilinmeyen. Yüzlerimizin arasında pek fazla mesafe yoktu, nefeslerimizi hissedeceğimiz kadar da yakın değildik ama aramızda anlamdıramadığım bir çekimin olduğuna emindim.
Gözlerim yine yarasına kaydı; elim yarasında gezinmek, hissetmek istiyordu. Ateş'ten çekinmesem, yarasana dokunmaya korkmasaydım eğer bunu yapabilirdim. Ateş'e soracak bir çok soru biriktirmiştim, onunla tanıştığımdan beri ilki de yarasıydı. Şimdi sorsam onu kızdırmış olur muydum? Şu anda bulunduğumuz ortamı bozar mıydım? 
Boşversene, sor gitsin.
Ateş gözlerini üerimden ayırmazken dilimin ucundaki soru sonunda çıkabildi.
"Ateş... Sana bir şey sormak istiyorum." Çekincelerimin olduğu sesimin azıcık bile titremesinden belliydi.
"Sor." dedi istifini bozmadan. Ama sorum için meraklandığını hissedebiliyordum.
Elimi kaldırdım, yarasına dokunmak isterçesine.
"Nasıl oldu?"
Kulaklarım kelimelere dikkat kesilmek için hazırda bekliyorlardı. Ateş bakışlarını üzerimden çektiğinde bu soruya cevap vermek istemediğini anlamıştım.
"Bir arkadaşım yaptı."
Cevap vermesinin sevinciyle ona dikkat kesilmişken o benim yüzüme dahi bakmıyordu. Devam etmesini, hikayesini anlatmasını istiyordum.
"Neden?" Onu cevaplaması için teşvik etmeye çalışıyordum ama görünüşe bakılırsa o cevaplardan kaçıyordu. Birden bana doğru döndü.
"Bu cevap yeterli."
Konuşmak istememesini anlayabiliyordum, onun için bu olayın kötü olduğunu da biliyordum ama öğrenme isteği şu an için ağır basıyordu. Daha fazla üstelemek istedim, ağzımı açıp bir kapadım. Bunu o da anlamış olacak ki gözlerini gözlerimin üzerine dikti ve dikkatlice bakmaya başladı. Sonrasınsa ağzından iki kelime çıktı.
"Uğraşma... Anlatmayacağım."
 
Kafamı tamam dercesine salladım.
Saat çok geç olmuş olmalıydı, uzun süredir buradaydık ve ne elektrikler gelmişti ne de yağmur durmuştu.
Uyku ise vücuduma hakim olmaya başlıyordu, göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı.
Bunu Ateş fark etmişti.
"Sadece bir yatak var." Sesi onun da yorgun olduğunu belli ediyordu. Sorun değildi koltukta birimiz yatakta birimiz kalabilirdik. Ama başka bir odanın kapısını görememiştim ne de salonda yatak.
"Yatak nerede?"
Bunu normal gibi karşılamama Ateş'in karanlıkta bile belli olan gülümsemesi cevap verdi. 
"Şu anda üzerinde oturuyoruz."
Kıçımın düzleşmesine sebep olan, yaylarını hissettiğim bu ikili koltuk yatak görevini mi görecekti şimdi?
  "Birimiz yerde, birimiz de burda yatar."
Şu an yatağımda yatmak için her şeyimi verebilirdim ama ne yazık ki bulunduğumuz bu durumda koltuk bana en cazip yer gibi duruyordu. Küçükken oyunlarda ilk sözü geçen olmak için 'Birim, tövbesi geçmez!' derdik. Şimdi de bunu yapsam Ateş kabul eder mi diye düşünmeden edemedim kendimi.
Ateş bana doğru döndü.
"Taş, kağıt, makas oynayalım. Üçte biter." dedi yüzündeki gülümsemesinin büyüdüğünü görebiliyordum. "Kazanan koltuğu kapar." Sonunda göz kırpması, gülmesi sanki karşımdaki küçük bir çocuk varmış hissi yaratıyordu.
Kafamı salladım. Eller öne çıktı, yumruk yapıldı ve üç kez sallanmaya başladı. İlkinde şans benden yanaydı ama sonraki iki elde hep yumruk makası ezmek zorunda mıydı? Bu resmen...
 
   Ateş ayağa kalktı esneyip bir güzel gerindi. "Uykum da gelmiş." dedi nispet yaparcasına. Koca gövdesi küçük mumun ışığına engel olurken onun yüz ifadesini görmeyi zorlaştırıyordu.
   "Tamam..." dedim kanepenin üstündeki örtüyü alıp yere sererken. Benim için sorun olmayacaktı yerde yatmak. Aslında sert zemin severdim. 'Hadi ordan.' dedim kendi kendime. 'Sen nefret edersin.'
  Ateş de bunu beklemiyormuş gibi bana bakakalmıştı. En sonunda kendini toparlamış ve kanepeye uzun gelen bacaklarını koltuk başlığından sarkıttı. Bir kolunu alçak gelen yastığın altına sıkıştırdı ve tavanı izlemeye başladı.
  Oturduğum yerden kalkıp dizlerimin üzerinde ilerleyerek koltuğa vardım. Ateş bana bakarken kafasının altındaki yastığı çekistirmeye başladım.
"Ne yapıyorsun?"
"Kusura bakma ama bir yastığa ihtiyacım var."  Ateş başını kaldırdı ben de yastığı alıp güzel yerime yerleşmeye çalıştım.
Ateş'in arkamdan güldüğünü hissedebiliyordum ama pek fazla umursamadım çünkü uyku ağır basıyordu.

*** 

  Gözlerimi hiç  açmak istemiyor, ayaklarımın karıncalandığını, bacaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Hareket etmekte zorlanıyor göğsümde ağırlık hissediyordum, sanırım yerde yatmak bana hiç iyi gelmiyordu.
Bir dakika... Boynumda hissettiğim sıcak nefes de neyin nesiydi?
Beynimde birçok şey dolanmaya başladı. Ya dünkü her şey bir rüyadı ve ben rahat yatağımda annemin kolları arasındaydım. Ya da... Değildim.
Çünkü her yer erkek şampuanı kokuyordu. Gözlerimi aniden açtım. Karşımda duran koltuğun boş olması birazcık olayı çözümlüyor gibiydi.
Yutkundum. Sanırım  Ateş'in nerede olduğunu biliyordum. Kalp atışlarım giderek artıyordu.
  Birazcık kafamı aşağıya eğdiğimde ki bu durumu görmek hiç istemiyordum, kollarımı Ateş'in kafasına sarmış, boynuma doğru iyice çekmiştim. Sağ bacağımı beline atmış onun sol bacağı ise benim diğer bacağımın üzerinde ağırlık yapmıştı. Adama sakız gibi yapışmıştım. Daha ne olsundu? Kalkmak istedim ama belimi sıkıca saran kolları bunu engelliyordu. O ne ara yere inmişti? Allah'ım biz nasıl bu duruma gelmiştik?

Eyvah, Gizli Görev!Where stories live. Discover now