EGG!- 23. Bölüm: "Kaygı"

2.2K 172 45
                                    

    Bölüm gecikti, kusura bakmayın. Köydeydim ve internet çekmiyordu. Aslında bir haftadır bölüm hazırdı her şeyiyle ama şu son ardı ardına gelen şehit haberleri dolayısıyla bölüm yayımlamak olmazdı, uygun düşmezdi. Aslında bugün de yayınlamayacaktım ama sizi çokça beklettim bu yüzden yayınlamak istedim. Bu şehit haberlerleriyle birlikte cidden moralim çok bozuk. İçimde kalan ve haykırmak istediğim birçok söz var ama bu konuyu açtığımda  boğazım düğüm düğüm oluyor, bir şey yazamıyorum. Sadece şunları söylemek istiyorum;

Kim dindirebilecek bir şehit annesinin göz yaşlarını?

Kim doldurabilecek o daha küçücük elleriyle tabuta sarılan çocukların kalbindeki baba boşluğunu?

Kim söndürebilecek şehit babasının içinde yanan ateşi?

Hiçkimse...

Bunlara neden olan kişiler suçlulardır, suçlu damgasını yemek zorundadırlar ve bizlere düşen görev ise bu suçlulara karşı çıkmaktır. Unutmayınız ki Türk milleti bölünemeyecek ve bölmeye çalışanlar ise elbet birgün cezalarını çekeceklerdir.



    Biz insanlar aynı tsunami gibiyiz; büyük yıkımlar yapar, bütün bir şehri yıkıp çeker gideriz. Ardımızda çok fazla can kırıkları, çok fazla hüzünle bakan gözler, çok fazla insan külleri bırakırız. Ama en kötüsü bıraktığımız hasarı hiç düşünmeden geri döneriz azgın sularımıza... Benim babam da bizim büyük ailemizi bir tsunami gibi yıkmıştı; arkasında sürekli hüzünle bakan annemi, babamı her adını duyduğunda boğazına bir yumru takılan beni ve gece resmine bakmadan uyuyamayan İdil'i bırakmıştı. Üstelik biz bu durumdayken onun işini devralmış bir de o yetmezmiş gibi Ateş gibi hıyar bir herifle uğraşır olmuştuk. Gözlerimi kapattığım her an Ateş'in odasında bulduğum ölüm belgesi canlanırken aklımda, her hatırlayışımda ellerim sinirden titriyor, büyük haykırışları içimde tutarken daha çok huysuzlanıyor bu sefer etrafa ateş saçmaya başlıyordum.

      İdil'in yaptığı dünkü oyuna gelirsek; ciddi anlamda son yaptığı şey kel ve biraz tombul adamın felaketi olmuştu. Sıtkı'dan korkan adamı sonunda toplantı odasından dışarı çıkardılar, sakinleşmesi için su ve ilacını verdiler. Adamın bu kadar korktuğunu ve alerjisi olduğunu önceden bilseydim İdil'e asla öyle bir şey yaptırmaya kalkışmazdım. Zaten İdil'e bu yüzden bir ceza vermiştim bile; verdiğim ceza İdil'e büyük bir derecede eziyet verecek olsa da bunu hakettiğini düşünüyordum. Ateş'e gelirsek o sadece sakinliğini korumayı başarabilmiş, ama içinde kopan fırtınalarını ne zaman ona baksam belli etmişti. Bu işin nereye varacağını kestiremiyordum ya Ateş kendini yok edecekti ya da biz her şeyi bırakarak yolumuza devam edecektik. İkimizden birisi bu oyunda mağlup düşecekti ve ben o tarafta olmayı hiç istemiyordum. Hep iyiler kazanır sözü de bu gidişle tamamen kanıtlanmış olurdu. Ve ben bu oyunları bitirdiğimde tamamen kendime ayıracağım bir zaman yaratacak; deniz, kum, güneş üçlüsüyle harika vakitler geçirecektim.

   Uzun zamandır uğraşamadığım işlerime odaklanmaya başlamış, biran önce bitirmem gereken evrakların içinde gömülmüşken dalıp gitmiştim dünkü olaylara. Aklıma geldikçe sinirlerim tepeme çıksa da umursamamaya çalışarak işime geri döndüm. İdil ve Gece genellikle şirkete uğramaktan hep kaçınır olmuşlardı bu da bütün iş yükünün bana kalmasına neden oluyordu. Zaten Ateş desek o da işlerini uzaktan hallediyordu. Tek başıma takılıp kalmıştım bu büyük odada; Emel de yoktu zaten.

   Tüm bu düşüncelerim kapının tıklanmasıyla toz olup dağıldı. İçeri giren Derin adlı çalışanım yanıma gelip bana üç zarf uzattı.

"Afra Hanım, bu sizlereymiş. Ama sanırım İdil ve Gece Hanım olmadığı için üçünü de size vermem istendi."
Elime aldığım zarflara şöyle bir göz gezdirdikten sonra Derin'e teşekkür edip çıkmasını istedim. Uzun zamandır bize hiç zarf gelmezdi, iş için desem genellikle e-mail'le işlerimizi hallediyorduk.
İlk önce kızlarla birlikte açmaya karar verdim ama sonunda merakıma yenik düşerek bana ait olanı açtım.
 
  Kim bana oyun oynuyorsa büyük oynuyor, bizim üzülmemizi ve berbat bir duruma düşmemizi fazlasıyla istiyordu ve ben bu kişinin kim olduğunu rahatlıkla tahmin edebiliyordum. Babamın ölüm belgesi zarfa yerleştirilmiş ve sonra şirkete gönderilmişti, kızlarınkini de açıp içine baktım belki bir ihtimal onlara farklı şeyler gönderilme ihtimaliyle. Ne yazık ki onların ki de aynıydı.
Bu belgeyi ne kızlara ne de anneme gösterebilirdim eğer bunu yapacak olursam hemen inanır ve harap düşerlerdi. Peki ben inanıyor muydum? Hayır, bu küçük tuzaklara düşecek bir insan değildim; aklı sıra kafamızı karıştırmaya çalışıyorlardı. İdil ve Gece'ye gelen zarfları masamın çekmecesine koydum. Onlar bunu zamanı geldiğinde öğreneceklerdi, zamanı geldiğinde...
Hiçbir duygu kalbimden geçmiyordu; ne bir öfke, ne bir üzüntü, ne de bir pişmanlık... Aklımda tek şey vardı o da bu zarfın hesabını sormak ve şüpheli konumundaki tek kişi Ateş'ti.
Aslında gidip Ateş'in ağzını aramam gerekiyordu babam hakkında. Belli ki babamın peşindeydi, yine hain planlar kuruyordu. Evine Afra olarak gitsem mi diye bir ara aklımdan geçirdim ama Afet yokken Afra'nın Ateş'in evine gitmesi doğru olur muydu ki?

Eyvah, Gizli Görev!Where stories live. Discover now