2.Sezon 17.Bölüm

860 43 3
                                    

  Bölüm Adı: Geçmişe Dönüş

  Flaşback –Kader-

  Belimdeki küçük çakıyı şöyle bir okşadım. Epey dalgındım aslında. Kendimle çekişme içindeydim. Bir yanım, o muhteşem biri, sonsuza dek mutlu olacağız, diyordu. Diğer yanımsa, sürekli susturmaya çabaladığım, ona ne kadar bağlı hale geldin, tuvalete gitmeden önce bile haber veriyorsun ona... diyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum sırf bu sebeple. Sanki sağ ve sol omzumdan iki melek pof diye ortaya çıkıp, benimle konuşuyorlardı. Sorun; hangisi doğruyu söylüyordu anlayamıyordum.

  Korucu ve lider olarak, edindiğim tecrübeler ve aldığım eğitimler ile gelişen kendimi koruma içgüdüm beni dürtüp duruyordu. Son zamanlarda tüm gerginliğim bu sebeptendi. Beni sürekli uyaran, gözüme batan bir şeyler vardı. En başında, sevdiğim adam, Sinan Pars vardı. Onu seviyordum. Tamamen. Ama bazen bir şeyler bana Git! diyordu. Başımı sağa sola salladım. Saçmalıyordum…

   “Ve en sonunda, ulaştım şu ışığa…” ağaçların gür yapraklarının arasından sıyrılan genç ve güçlü erkeğe baktım. Sapsarı saçları ay ışığının altında gümüşi bir parıltı yayıyordu.

  “Nerede kaldın?” şevkle ayağa zıplayıp Sinan’a koştum. Kollarını açıp beni kucakladı. Bir süre öylece kalıp, etraftaki hayvanların çıkardığı huzurlu sesleri dinledik.

  “Aşkım kusura bakma. Bazı şeyler oldu.” Kafama değen çenesinin hareketini hissederken kaşlarımı çattım.

  “Ne oldu?” ne diyeceğini pek de merak etmiyordum. Zaten yeterince karışık durum vardı meydanda. Ailem Parslardan artan bir nefretle iğreniyordu, Miralayların korucusuyla her an nişanlanmamı isteyebilirlerdi ve tüm bu gergin ortama tuz biber olsun diye, Sinan Pars’la gizli bir aşk yaşıyordum. Bu aslında çok da elimde olan bir şey değildi. Sadece aşktı. Gelip, bulmuştu ve buradaydı işte. Çok kafa yormuyordum. Tabii bu Sinan’a gösterdiğim ya da gösteremediğim liderliğimi Pars Ailesi’ne de aynı şekilde yansıtacağım demek değildi. Bazı şeylerden şüphe ediyorduk. Son zamanlarda sınır ihlalleri olduğuna dair alenen elimize geçen belgeler vardı. Rumlar çok fazla kara sahilimizin çevresinde dolaşıyordu. Ve bu, rahatsızlık vereciydi. Ve bu, akla kötü şeyler getiriyordu: Bir hain mi vardı?

  “Ailem gerçeği öğrendi. Birlikte olduğumuzu. Bizimle konuşmak istiyorlar. Seni almak için geldim.” Derin bir şaşkınlıkla kollarının arasından çıkıp yüzüne baktım. Nasıl öğrenmişlerdi?

  “Nasıl… Nasıl öğrenebilirler? Hem gelemem ki ben.” Gri gözleri şüphe uyandıracak kadar parladı. Sonra yüzüne bir gülümseme yerleştirdi, mahcup bir gülümseme…

  “Beni takip ettirmişler. Biliyorsun, hiçbir zaman senin kadar iyi olamadım. Hem gelmelisin. Bunu sonsuza dek saklayamazdık. Oturup konuşmalıyız. Yoksa o Miralayla mı evleneceksin?” soruyu sorarken son derece alıngan ve sert bir ses tonu kullanıyordu. Başımı sağa sola salladım bir kez daha.

  “Hayır, tabii onunla evlenmeyeceğim. Ben seni seviyorum ve bunu biliyorsun. Madem bu gerekli, yokluğum fark edilmeden gidip dönelim.” Gülümseyip elini tuttum. Bir buçuk yıllık bir ilişkimiz vardı ve her şey hayal edebileceğimin de ötesinde iyiydi. Ben çok ama çok şanslı bir kadındım doğrusu.

  “Kader, sana aşığım. Sakın unutma, sana aşığım.” Ellerini kafamın iki yanına yerleştirip önce alnımı sonra da dudaklarımı öptü.

  “Hey, sakin ol. Ben de sana aşığım.” Uzanıp öpücüğüne cevap verdim. Öyle veya böyle onu seviyordum ve onun için her şeyi yapabilirdim.

Siyah'ın Güneş'iWhere stories live. Discover now