2.Sezon 5.Bölüm

1.1K 48 5
                                    

Bölüm Adı: Hamle edeceksen, maçın devre arasını bekle.

  "Peyker?" Tuana bana bakarken gözü parmağımdaki yüzüğe kayıp duruyordu. Koskocaman bir 24 saattten geri kalan yarım saatte dayanma noktamı zorluyordum. Konuşmak istiyordum ama parmağımda garip garip parlayan bu yüzük bende enterasan bir korku oluşturmuştu. Sanki beni çarpabilecek ya da büyüleyebilecek gibi geliyordu. Emin olun siz takıyor olsanız, pek farklı düşünmezdiniz. O turkuaz-mavi karışımı vahşice kesilmiş taşlar, en ufak bir ışıkta ışıl ışıl oluyordu. Dünden beri en az 100 kişi yüzüğü ve onu nereden aldığımı sormuştu. Açıkçası konuşamıyor olmam da çok işime yaramıştı.

  Herkese, aileme bile, boğazımın şiştiğini jest, mimik, işaret dili... artık Allah ne verdiyse izah etmeye çalışıyordum. İlk başta suratıma önlerinde dokuz doğurmuşum gibi bakmaları komikti ama artık ko-nuş-mak istiyordum. Hücre hapsi yiyen insanlar nasıl yaşıyordu acaba?

  Tuana'nın parmağını dolaştırdığı yüzüğe çevirdim başımı. Poyraz onu orta parmağıma takmıştı, ama Anıl'ın suratındaki yüzüğe baktıkça artan kızarıklıktan sonra yüzüğü yüzük parmağıma geçirmiştim. Eskisi gibi olmasa da artık acınan kız değildim, gizli işler çeviren ve Anıl'ı gram umursamayan hatundum. Bence ikincisi daha iyi. 

  "Yani... Tam hasta olacak zamanı buldun sen de."

  "Peykeeeerr?? Birazcık olsun konuşmayacak mısın? Hey, boğazın o kadar mı kötü?"

  "Yeter artık, ben çatlayacağım! Bari yüzüğü nereden aldığını yaz şuraya bir yere." kafamda çemkirip duran kızıl kafaya bakıp, boynumu büktüm. Boğazım cidden kötü...

  "İyi ama iyileştiğinde hemen söyleyeceksin. Ah, Peyker! Bu yüzük muhteşem bir şey." yaaa, diye geçirdim içimden. Ona hak verir gibi başımı salladım. Hele bir de sıra Poyraz'a geçince ve yüzük bu sefer onun parmağına takılınca ne olacaktı bilemiyorum. Vay be, bu sefer bir holding veliahtıyla konuşulacaktım. Ya da belki Anıl dedikodusu yapılacak kadar işin uzamasına izin vermez ve Poyraz'la beni katlederdi? 

  "Benim canım sıkıldı yaa. Gel bari Mihrişahların oritoryo çalışmasını seyretmeye gidelim." kusmuk? Kimse yanlış anlamasın ama ben oritoryolardan hiç mi hiç hoşlanmam. Gerçekten.

  "Gelmiyor musun?!" zaten elimi bitirmeme 15-20 dakika kalmış şurda, Poyraz'ı bulmam gerek, gidemezdim oritoryo gösterisine falan. Başımı olumsuz anlamda iki yöne salladım. Bana dudaklarını sarkıtarak baktı. Yumoş deterjanındaki ayıcığı anımsatan bakışlarına, kendi sabırsız bakışlarımla cevap verdim. Sen 24 saat konuşma da göreyim seni. Tuana ölürdü bir kere. İntihar ederdi büyük ihtimal.

  "İyi git bakalım! Sen nereye gidiyorsun?" pek bir anlamı olmayan baş hareketleriyle üst katı gösterdim. Zaten sorgulamadı, ben de onunla merdivenlerin başında ayrıldım. Birkaç adım atmıştım ki hemen boğazıma doladığım güzel grimsi şalı çekiştirip, gevşettim. O sıra telefonumdan mesaj sesi geldi.

  Basketbol takım seçmelerine gel. El bitince bana destek olur musun?

  Nereden numaramı bildiğini bilmiyor olmak çok sinir bozucuydu. Hele bir de benimle dalga geçiyor olması daha çok gıcık ediciydi. Başımı sağa sola sallayarak yönümü değiştirdim. Bu erkekler beni evirip çeviriyorlardı ya çok kızıyordum. Gerçi içinde bulunduğu atmosferi düşünürsek beni çağırması normaldi. Anıllar ona pek dostane davranmıyor olsa gerekti. Üzüldüğüm söylenemez ama düşmanımın düşmanı dostum sayılır mantığıyla haraket ediyordum.

  Kordirolarda ilerlerken kendimi biraz açıkta kalmış gibi hissediyordum. Anıl'dan ayrıldığımdan beri insanların benimle dalga geçmesi yüzünden böyle bir şey yaşıyordum aslında. Sanki herkes bana bakıyor ve kusurlarımdan başka hiçbir şey göremiyordu.

Siyah'ın Güneş'iWhere stories live. Discover now