2.Sezon 15.Bölüm

897 42 2
                                    

Bölüm Adı: Savaşta aldatılabilir, komplo kurulabilir. 

  “Aferin kızım. Şimdi uslu bir şekilde plana uy.” Ilgar’ın lafına gözlerimi devirdim. Telefondan bile beni rahatsız edebiliyordu. Hayır, yani hem benimle birlikte olmak istiyordu hem de iticinin alasıydı. Başımı sağa sola salladım. Dün akşamki kavgadan sonra onu kesinlikle görmeyi reddetmiştim. Bunun iki nedeni vardı: Ona katlanamıyordum ve işleri çıkarıma çevirecek bir plan yapmalıydım. Tüm gece uyumayıp kafa patlatmıştım. Sonunda Ilgar’la bir anlaşmaya vardım.

  Ilgar’a Sait Miralay ve Ünal Pars harekete geçmeden bir hamle yapmayı teklif ettim, o da karşılığında onunla birlikte olmamı istedi. Eh her anlaşmada olduğu üzere uzlaşmaya varmaya çalıştık. Ben Ilgar’a gizemli gümüş çantayı açmadan Anıl’ı kurtaracak bir girişimde bulunmama tavizi verirken, o bana hemencecik sevgilisi olmamam tavizini verdi. Ancak dikkatinizi çekerim başında bir hemencecik var. Onun düşündüklerini tahminen bu “hemencecik” epey bir kısa süreydi. Tabii bana göre sonsuzluğu içine alabilecek bir genişlikteydi.

  Bunca laftan sonra itiraf ediyorum: Ilgar’a Anıl’la çıkmama sözü vermiştim. Aslında kimseyle çıkmama sözü vermiştim. Tam olarak 2 yıllığına. Bu süre zarfında aklımı çelebilirse onunla birlikte olacaktım. Kendine epey bir geniş zaman ayırmıştı pislik. Ancak elimde ondan daha güçlü bir silah yoktu değil mi? Her neyse… Benim kazancımsa bu gece Anıl’ı Parslardan kurtaracak olmaktı. Ilgar Anıl’ın yerini biliyordu. Bizimkiler de Miralaylardan önce hamle yapıp her yerin Fatih’i olmak istediklerinden Ilgar’ın iki yalancı sözüne kanmışlardı.

  İşin iç yüzünde Ilgar’a verdiğim taviz yatıyordu doğrusu. Ilgar her şeyi bilmek istiyordu. Buna en başından beri gizemini koruyan o çanta da dâhildi. Bana çantanın şifrelerini ne zaman kırarsam o zaman Anıl’ı kurtarmak için bir girişimde bulunacağını açıkça belirtmişti. Mecburen Poyraz’ın ağzından şifre olabilecek bir şeyler almalıydım. Bu iş söylendiği kadar kolay değildi tabii.

  “Planı benim yaptığımı düşünürsek çok tafralısın.” Diye homurdandım Ilgar’a. Bana patronluk taslamaya bayılıyordu.

  “Şunu boş versene.” Mihrişah söylendi. Kafamı çevirip ona baktım. Bana asırlar geçmiş gibi gelen bir zamandan sonra okuldaydık. Babasını vurduktan sonra Poyraz’la baş başa olmanın pek güvenli olmayacağına karar vermiştim. Elbette okuldaydı o. Babasından kaçıyormuş gibi duruyordu. Ancak Ilgar’dan edindiğim bilgilere bakılırsa en başından onu bile Parslar kandırmaya kalkışmıştı. Kabul etmek gerekirse şizofrendi ama çok zeki bir şizofrendi. Artık nasıl bir şey oluyorsa.

  “Her neyse kapatmalıyım.” Gözüm ilkbahar yağmurlarının vurduğu okul bahçesinin ortasında tek başına dikilip, dümdüz bana bakan Poyraz’a takılmıştı. Sakin görünüyordu. Siyah saçları sırılsıklam olmuş alnına yapışmıştı. Kıyafetleri de bayağı ıslanmışa benziyordu. Ancak gayet rahat bir duruşla ellerini cebine koymuş, duruyordu. Yakınlarda kimse yoktu. Apaçık alanda tek başınaydı. Herkes okulun içindeydi görünüşe göre. 

  “Sen git.” Mihrişah’ın itiraz etmesine fırsat vermeden şemsiyenin korunağından çıkıp seyrek yağmurun altına girdim. Yanına yaklaştıkça çenesini biraz daha havaya dikip bana meydan okurcasına baktı.

  “Özgüvenine hastayım doğrusu.” Söylediğini duyunca yüzümü buruşturmamaya çalıştım.

  “Aslında bu senin için daha doğru. Ne de olsa burası yabancı topraklar.” İmalı bir şekilde dudak büktüm.

  “Senin de pek kendi topraklarında olduğunu sanmıyorum.” Gözlerini gözlerime dikip ‘malum gerçeği’ ortaya çıkardı. Şu an da kral Miralaylardı. Ne yazık ki.

Siyah'ın Güneş'iWhere stories live. Discover now