Bölüm 42 - Final

5.3K 270 122
                                    

- 1 yıl sonra –

Genç kadın zihninde türlü düşünceler barındırırken, içinde yaşadığı trafiğin yanı sıra dışarıdan oldukça sakin görünüyordu. Yüz ifadesinden geçmişin hiçbir izi anlaşılmıyordu, kadın mimiklerini kontrol altına almayı öğrenmişti, hayat ona bunu öğretmişti.

Sakin mimiklerdeki tecrübe izlerinden yola çıkıp, bu yol ile gözlerine ulaştığımızda, o çamur rengi gözlerde binlerce olay barınıyordu. Gözlerinin her noktasına yaşadığı olayların izleri bir dövme gibi bakışlarına işlemiş, ifadesiz gibi görünen bakışların derinliğine acılar kendini gizlemişti.

Acı.

Kadın yaşadığı sürece acı ile yoğrulmuş, tecrübelerle pişmişti. Öyle ki, kadın bir süre sonra yaşadığı her şeye karşı tepkisiz kalmayı öğrenmiş; ne yaşarsa yaşasın, daha kötüsü olacağına kendini inandırmıştı. Bu kadının acılara aşina olduğunun bir kanıtıydı. Zira kadın, acılarla beraber ömür yolunda, ahirete doğru ilerliyordu ve bu acıların karşılığını ahirette alacağına inanıyordu.

Kahverengi saçlar bile gençliğin hediyesi olan o parlaklığı kaybetmiş, sönük bir görüntüye mahkûm olmuştu. Boynunu, omuzlarını çevreleyen kara saçlardan bile bıkkınlık betimleniyordu. Öyle ki kadına dışarıdan bakan biri bile içine huzursuzluk tomurcukları ekiyordu.

Peki, kadın çirkin miydi?

Hayır, kadının fiziksel güzelliği kadar ruhsal da bir çekiciliği vardı. Bu çekiciliği ise herkes anlayamazdı, yalnızca kadın gibi olan biri anlayabilirdi.

Kadın yıllar önce, pek ünlü olmayan bir kitapta tam da onun hikâyesine yaraşır bir cümle okumuştu ve zaman geçse de bu cümle kadının kazınmış hafızasından silinmemişti: Seni ben anlarım, senden ötürü değil; benden ötürü.

Kadın yaşadığı olayların etkisinden zaman geçse de sıyrılamıyordu çünkü hafızasına silinmeyecek bir acıyla işlemişti. Kadın sevda deresine düşmüştü ve bu dereden kurtuluşunu çırpınarak sağlamaya çalışıyordu. Bu da fizik kurallarına göre pek mümkün değildi; zira kadın pare pare boğuluyordu. Yüreği ise çoktan sular altından kalmıştı. Çünkü yüreğini verdiği adamı suların altından bırakmıştı. Bu onun hatası da değildi. O buna inanmasa da, hatasını üstlense de bu onun hatası değildi. Bu kaderin ağlarını yanlış örmesiydi.

Kadın yaşadığı her an yüreğinin yokluğunun acısıyla kavruluyordu. Kadın yüreğinden ayrılınca daha iyi anlamıştı adama verdiği yüreğin büyüklüğünü. Oysa kadın bile farkında değildi adamın kollarındayken yüreğini adım adım kaybettiğinin.

Kadın aşka benliğini çokça kaptıran biri değildi. Adamdan önce de birini tanımıştı ama onda durumlar buna göre çok farklıydı. O bir zehrin pençesindeyken korkudan sarıldığı bir dosttu. Zehir gidince dostluk da bitmişti.

Yüreğini kaptırdığı adamı ise elleri bomboşken, vücudunun her yerinde zehrin pençelerinin izlerini barındırırken tanımıştı. İyi ki de tanımıştı. Kadın onunla yaşadığı hiçbir şey için pişman değildi, kadın adama daha fazlasını yaşayamadığı için pişmandı. Bunun için yaşadığı her güne mutsuz uyanıyordu, kalbi olmayan insan mutlu olur muydu hiç? Sadece aklı kalmıştı kadının yanında, kadın için kalp olmadıkça zihnin de bir önemi yoktu; zira kadın duygusaldı ve yüreğiyle hissetmediği hiçbir şey için mutlu olamıyordu.

Peki, kadın, adam gittiğinde hep mutsuz mu olmuştu?

Tek mutlu olduğu an vardı kadının, koskoca yüreği kaybettiği ama Tanrı'dan gelen ufacık yüreği reddetmeksizin kabullendiği an. Kadının buz gibi olmuş içini ısıtan tek olay o olmuştu belki de, çünkü bu küçücük yürek; kaybettiği koskoca yüreğin bir parçasıydı.

YOSMAWhere stories live. Discover now