"Ne demek evi bastılar? Kim bastı? Sen iyi misin?" diye ardı ardına sorularını sıralarken cevap vermek şöyle dursun konuşmasının bitmesini bile beklemeden telefonu kapadım. Elimi temiz bir havluyla sardım, ardından bir taksi çağırdım ve hastaneye geldim. Giderken Poyraz'la telefonda konuştuk. Benden önce varmıştı hastaneye. Gelir gelmez bir doktor benimle ilgilenmeye başladı. O elimle ilgilenirken ben bakmaya bile cesaret edemiyordum. Sadece Barbarı düşünüyordum. Baş belası bir sığıntı olduğumu düşünen biri için fazla acı çektim. Belki de seviniyordur. Sonuçta Melike'si hâlâ güvendeydi. Yetimhaneden gelen Hera'nın eli kopsa da fark etmezdi. Nasılsa olsa benim için üzülecek kimse yoktu.

Doktor hanım "Bu nasıl oldu?" diye sorunca bir de polislerle uğraşamayacağımı fark ettim. "Yemek yapıyordum. Tencereleri karıştırıp sıcak olanı tutunca böyle oldu işte." diyerek sıyrılmayı umdum. Pek inanmasa da Poyraz'ın yanındaki adamların cüssesi inanıyormuş gibi yapmasına sebebiyet verdi. Buradaki işimiz bitince Poyraz'la birlikte hastaneden çıktık. "Çok acıyor mu?" diye soran Poyrazın gözlerine baktım direk. Sanki kendi canı yanıyormuş gibiydi. Gözlerinde benim için duyduğu acıyı görebiliyordum. Peki ya Barbar ne yaptı? Gelmedi bile.

Derin bir nefes alıp verdim. "Sana sadist falan diyorum ama sen gerçekten çok iyi birisin." dedim. Ardından korumanın benim için açtığı kapıdan arabaya girip oturdum. Poyraz da diğer taraftan yanıma bindi. "Barlas kötü bir şey mi söyledi sana?"

Hem de bir sürü. Normal bir zamanda üzülmezdim bile. O aynı Barbar deyip geçerdim. Ama bu sefer öyle olmuyor işte. Bana o kadar yakın davrandıktan sonra neden bir anda bana bunları söyledi anlayamıyordum. Belki de o da sıkıldı bu durumdan biraz olsun anlaşmak istedi ama fark etti; biz sadece düşmandık. İyi anlaşamazdık. Onun bana besleyebileceği tek duygu nefretti.

"Hayır, artık ona aldırmıyorum. Melikesiyle mutlu olsun."

"Melike mi?"

"Evet. O adamlar beni Barbarın Melikesi sandılar. En çok da buna yanıyorum. B*k yoluna elimi yaktılar." Sonrasında Poyraz telefonuyla uğraşırken ben camdan dışarıyı izledim. Daha berbat bir gün olamazdı sanırım derken o gece geldi aklıma. Evet, daha beterlerini de gördüğüm olmuştu. Bu beni yıkmazdı.

Eve geldiğimizde kapı açıktı. Barbar ve Yiğit içerideydi. Barbar'ın arkası bize dönük olduğu için bizi görmese de Yiğit bizim geldiğimizi görmüş ve Barbarı sakinleştirme çabalarına ara vermişti. Barbar koltuğa bir tek savurup "Benim olan bir şeye nasıl zarar verebilirler aklım almıyor!" diye bağırdığında sesindeki öfke dalgalar halinde kulak zarıma çarptı. Alay edercesine gülüp "Kırılan kapısından bahsediyor herhalde." diye sadece benim duyabileceğim bir ses tonunda konuştum.

Poyraz "Sakin ol. Öfke insana hata yaptırır." deyince Barbar bir anda bize döndü. Gözleri öylesine öfke doluydu ki sanki ateş saçıyordular. Ateşin, kırmızı, turuncu ve mavi tonları bulunurdu ama kahverengi tonu olduğunu bilmezdim. Alev alev yanan gözleri beni bulduğunda hemen bana doğru yaklaştı ve kafamı avuçlarının arasına alıp "Sen iyi misin?" diye sordu. Şu an o kadar içten ve samimi duruyordu ki. Telefonda 'Bir rahat vermedin.' diyen adamla aynı kişi olduğunu bilmesem gerçekten üzüldü sanırdım. Tabii bu yaptıklarına bir anlam verebildiğim de söylenemezdi.

Ellerimle ellerini indirip "Orası seni hiç ilgilendirmez." dedim.

Poyraz Yiğit'i de alıp giderken, Barbara "Bu gece bir şey yapma. Yarın sakin kafayla düşünürüz. Seninle konuşmamız gerekenler var." demeyi ihmal etmedi.

Barbara söz hakkı vermeden odama çıktım. Kan bulaşmış kazağımı tek elimle çıkarma çabalarına giriştim. Sonunda kazaktan kurtulup yeni bir kazak giydiğimde kapımın açıldığını duydum. Hemen arkamı dönüp odaya giren Barbara saydırmaya başladım. "Medeniyet fakiri. Burası bana özel bir yer. Kapıyı çalsana!"

Barbar Where stories live. Discover now