"Neden aradın beni?" diye sordu o buz gibi ve umursamaz ses tonunda. Sorduğu sorunun cevabını merak etmediğini ses tonunda bu kadar yansıtmışken ona sorduğu sorunun cevabını vermek yerine soruyla karşılık verdim. "Ben mi aradım?"

"Bana senden başka kimse Barbar demez."

"Bir tek bana yaptığın için mi acaba?" diye lafımı sokup aşağıya indim ve suyumu içip tekrar odama döndüm. Yatağıma girip uyudum. Gece yarısı korku içinde uyandığımda kâbusuma giren o lanet geceye bir kez daha küfrettim. Bu kez sonuna kadar görmüştüm ve kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Gözyaşlarımı tutmakta zorlanıyordum. İçimde hâlâ o gecede yaşayan çaresiz Hera çığlık çığlığa bağırıp yardım istiyordu. Neden yaşadığım o kötü anlar o gece de sınırlı kalmıyordu. Neden her kâbusumda o anları tekrar tekrar yaşamak zorundaydım. Bir kere yetmiyor muydu? Zaten birincisini atlatamamışken neden her gece tekrar tekrar yaşıyorum bu anları?

Barlas'ın yanına gitmemek için kendimle savaş verdim bir süre ardından televizyon izlemenin iyi bir fikir olabileceğine karar verip aşağıya indim. Televizyonu açıp on dakika kadar izledim. Yavaş yavaş sakinleşiyordum. En azından yalnız hissetmiyordum. Kafamda kendi çığlıklarım yankılanmıyordu.

"Beni sinir etmek için çocukça oyunlar oynamayı bırak." diyen sesin sahibine doğru kafamı çevirdiğimde bu kişinin Barlas olduğuna emin oldum. Sinirli duruyordu. Televizyona ilerleyip onu kapadı.

"Sen de her şeyi üzerine alınmayı bırak artık. Dünya senin etrafında dönmüyor."

"Dikkat çekmeye çalışıyorsan eğer saçma göründüğünün farkına var."

"Barlas..." diye cümleme başlamıştım ki vazgeçtim. Kime laf anlatıyordum ki? Ne söylersem söyleyeyim umursamayacaktı ki zaten. "Ya da neyse ya vakit kaybısın." deyip ayağa kalkıp arkamı dönüp gidecekken bileğimden yakalayıp engel oldu. Sol bileğimden tutmuştu. Bileğimin iç kısmını çevirip yara izini görmesini sağladım. Böylelikle fark etti hangi bileğimi tuttuğunu yavaşça çekti elini bileğimden. "Bence de çok iğrenç." deyip odama geri döndüm. Hemen bileğime bir fular bağladım. Görmeye tahammülüm bile yok bu iğrenç, her gördüğümde o geceyi hatırlatan izi.

Kafamda dolanan milyon tane düşünce vardı ve ben tüm bunlar için fazla yorgundum. Kulaklığımı takıp cam kenarına oturdum ve Bullet for my valentine-tears falling şarkısını açıp son seste dinlemeye başladım. İçimden şarkıya eşlik ederken düşünmemeyi umut ettim. Önceki birçok gece gibi bu gece de kısmen işe yaradı.

Sabah saat 9'da uyandığımda bu günün hafta sonu olduğunu anlamam çok da vaktimi almadı. Tavanla bakışırken kendimi amaçsız ve işsiz hissediyordum. Üstelik bu eylemi bütün gün devam ettirebilirdim. Yaptım da ta ki saat 10: 13'de Akın arayana dek. Beni arayıp evine davet etti ve ben de kabul ettim. Aslında evinde buluşma düşüncesi beni ilkten rahatsız etse de biber gazım aklıma gelince o kadar da kötü bir fikir olmadığına karar verdim. Önce kalkıp tek başıma kahvaltı ettim ardından gri bir kazak giyip altıma da açık renk yırtık kot pantolonumu geçirip paçalarını katladım. Son olarak beyaz spor ayakkabılarımı da giyip evden çıktım. Arabayla on beş dakika kadar sonra verdiği adrese vardığımda zile basıp bekledim. Saniyeler sonra güler yüzle açtı kapıyı. Yolda gelirken aldığım abur cuburların bulunduğu poşeti ona uzattım. "Gerek yoktu." diyerek aldı elimden ve içeri girmem için çekildi. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Bana oturma odasını işaret edince o tarafa yöneldim. Zaten bir oda bir salon, ışık alan küçük ve şirin bir evdi. Erkek evi olmasına rağmen oldukça temizdi. Ya da ben geleceğim için temizlenmişti. Bu da olası bir ihtimal tabii.

"Evi nasıl buldun?" diyerek ev hakkındaki düşüncelerimi sorguladığında " Mobil haritadan." diye iğrenç bir espri yaptım. Suratını buruşturup "Ben yiyecek bir şeyler getireyim sen de içindeki ergeni öldür." deyip gitti. Gitarın yaslanmış olduğu koltuğa oturup - zaten tek koltuk var- gitarı kucağıma aldım ve incelemeye başladım. Oldukça pahalı ve orijinal duruyordu. Görünüşü bile kendine çekiyor.

Barbar Donde viven las historias. Descúbrelo ahora