" Umudun savaşı "

1.7K 182 61
                                    

Biraz geç geldi bölüm ama sonunda açıkladım nedenini. Hepinize iyi okumalar :)

Ve, kadını acı bir şekilde ölüme mahkum eden tek şey; aşktı.

Zamanla öğrendiğim bir şey varsa, oda yalnızlıktı. Dünyaya gözlerini açtığında etrafında ne kadar, kuzenlerin, teyzelerin, amcaların, dayıların en önemlisi annen ve baban olsada, gün gelecek ve yalnızlıklar çukuruna düşeceksin. Herkesin çukuru dünyaya geldiğinde açılmıştır. Nefesin bittiğinde mezara, aşkın öldüğünde yalnızlıklar çukuruna gömülürsün. Çünkü hayat, seni umursamaz. O kimseyi umursamaz. İnsanlarda, beni önemsemiyordu. Her gün yüzüme baktıklarında ya günaydın, ya n'aber, ya da ne var ne yok gibi umursamaz sorular soruyorlardı.

Umursamaz sorular...Kelimeler bile insanların dillerine uyum sağlamış bir dünya.

Gözlerim, kaç saattir aynı noktada takılı kalmıştı? Yanımdan kaç insan geçmişti? İnsan!

Canım yanıyordu. Derim süzülüyordu. Oturduğum yer, kanayan umutlarımla doluydu. Kanayan benle doluydu.

Hayatım bir umutsuzluk inşaatıydı. Sürekli aşka düşen acımı kanatan. Ve ben, onu tekrar tekrar inşaa etmekten beş yıl boyunca yorulmadım. Kalbim, ölü umutlarımın mezarlarıyla dolu. Benle dolu.

Ayağa kalk Hazal! Kuzeyin için, umudun adı Aşk için kalk!

Yeter arık nefes! yeter! zehir olma artık bana. Yaşatacağına öldürme beni! Ben zaten ölüyüm, organlarımı yaşatabilmem için bari sen bana acı.

Göz yaşımı silerek ayağa kalktım. Yıkılan her bir parçam, söz konusu Kuzey'im olduğunda eskisinden daha güçlü olur, birbirine tutunurdu. O yoktu ben yoktum. Biz vardık! Her zamanda öyle olacaktık.

Hastaneden çıktığımda, akşam üzere olmak üzeriydi. Güneş, duşunu almış ve sıcak terlerini kurulamıştı. Uykusu gelmişti, yıldızların yorganını üzerine atılmasını bekliyordu. Saatin kaç olduğu zerre kadar  umurumda değildi. Hesap sormam gerek biri vardı.

" Yıldız tepe sitesi lütfen." Taksiye bindiğimde, şoföre Kuzeylerin evinin adresini vermiştim. Emin olduğum bir şey varsa, Şermin Değirmenci ne olursa olsun evini asla değiştirmezdi. O eve gittiğim ilk günü hatırlıyordum. Dün gibi.

Bundan yedi yıl önceydi. O zamanlar Kuzeyin aşkıyla yanıp tutuşan, daha büyümemiş acının zehrini tatmamış bir Hazal vardı. Saçlarım belime kadar iniyordu. O gün Kuzeye daha güzel görünebilmek için, akşamdan anneme saçımı ördürmüş sabah dalga dalga olmasını sağlamıştım. Annemin yeni aldığı siyah kadife elbisemi giyinmiştim. Vücuda oturan, dizlere kadar gelen boyu vardı. Siyah opak çoraplarım, uzun çizmelerimi giyinmiş, hafif bir makyajda yapmıştım.

Kuzeyin beni gördüğünde dediği cümleyi hala kulaklarımda duyuyordum. " Bence biz eve gitmek yerine, nikah dairesine gidelim. Zaten sonra hiç evden çıkmayacağız." Kulaklarım utançtan nasılda yanmıştı. Kuzey her zaman şakacıydı ama bir o kadarda aşk adamıydı. Teni bile aşk kokar, beni mayhoş ederdi.

Evlerine geldiğimde, biraz gerilmişti oda, ama bana öyle yumuşak bakmıştı ki, kalbimin eridiğini ve yerin ıslandığını sanmıştım. Ellerimi tuttuktan sonra, alnımı öpmüş, ben buradayım demişti. Zaten bunu hep söylerdi. Ben buradayım! Sadece senin için.

Bahçe kapısından içeriye girdiğimizde koskoca ev, dilimin lal olmasını sağlamıştı. Bahçesi renk renk çiçeklerle süslenmiş, her yer portakal ağacı kokuyordu. Evin kapısını gömleğinde tek bir kat izi olmayan hizmetli açmıştı. Onun gözleri de, Şermin Değirmencinin gözlerinin buzdan duvarına çarpmıştı.

Büyük salona girdiğimizde, rüyamda bile göremeyeceğim zenginlik kınamıştı beni. Büyük altın kaplamalı aynalar, antika oldukları belli olan vitrinler, pahalı kumaş kaplı koltuklar, uzun işlemeli perdeler. Buram buram para kokuyordu. Altından bile daha fazla parlayan parkeleri dile getiren şey, Şermin hanımın topuklarının sesiydi. Kızıl saçlarını topuz yapmış, üzerine kumaş etek ve şifon gömlek giymişti. Beni gördüğünde yeşilleri, ucu kanlı bıçak kadar keskin ve ölümcüldü. Çünkü o Şermin Değirmenciydi. Hayatı zenginliğin nefretinin köklerine tutunmuştu.

" Burası abla! " Şoförün seslenmesiyle geçmiş yolculuğuma son verdim. Artık eski Hazal yoktu.

" Tamam, teşekkürler." Ücreti verdikten sonra arabadan inmiştim. Düz yolda arabanın lastik sesi uzaklaşırken benden omuzlarımı dikleştirip yürümeye başladım. Ne olursa olsun kendimden taviz vermeyecektim. Yıkılamazdım. Çok bekledim, sabrım tükendi. Acı insanı büyütür derler ve haklıdırlar. Acı beni başka bir Hazal yapmıştı. Bambaşka.

Bahçe kapısının önünde durduğumda derin bir nefes aldım. İçeriye girdiğimde geçmiş ve geleceğin kapışmasının arasında kalmak yoracaktı beni biliyordum. Elimle itekleyerek bahçe kapısını açtım. Burnuma dolan ilk koku, portakal ağacının ferahlatıcı ve yumuşak kokusuydu. Gözlerime takılan il görüntü, renkli çiçeklerin görüntüsüydü. Geçmiş burada duruyordu hala. İlk gün ki gibi.

Topuklarımın sesini kazımak istercesine sert adımlarla, evin kapısına doğru yürüdüm. Keşke Kuzey yanımda olsaydı. Ben buradayım deseydi. Ona ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapatıp açsam, bana gülümser miydi? Ellerimi, ellerinin arasına alır mıydı? Gene bana aşkla bakar mıydı?

Bedenim üşür, yüreğim sızlar duymaz mısın be adam? Sensizlik kokuyorum hadi gel beni, sana boya. Aşkınla işle, gözlerinle güzelleştir beni.

Kapının ziline bastım. Zil sesi, beynimi tırnaklarken boynumdaki kolyeye tutundum. O buradaydı. Aşkı arkamdaydı. Hissediyordum.

" Buyurun kime bakmıştınız? " Kapıyı açan sarışın çalışana baktım. Düzgün fiziği, temiz kıyafetiyle bu eve uyum sağlıyordu.

" Şermin Değirmenci." Dedim ölüm kokan her bir kelimemle.

Ateşlerin içinde, sonsuzluğa koşan umutlarımın, acıyla vurduğu, özlemimle işlediği, aşkla ucunu keskinleştiren kılıcım vardı artık. Kuzey için yapamayacağım yoktu. Kendimi ve başkalarını yakmaktan korkmazdım.

Ve sana sesleniyorum Kuzey;

Ölümü ezberledim de geldim sana

Sonsuzluktan çıktım da koştum sana

aşkla bulanmış ellerimle sildim yüzümü

acıyla yıkandım

özlemle giyindim

ve şimdi sana diyorum ki;

nefretle bıçaklasalar beni

karanlıkta saklasalar seni

gözlerimi ateşle eritseler

umudumu ve aşkımı nasıl durduracaklar?

Ve bölüm sonu. Bu bölümü yazmakta o kadar zorlandım ki. En sonunda bir paket çikolata, bir fincan kahve, biraz şarkı, biraz yalnızlıkla bu kadar yazabildim. Olaya giremedim çünkü yazacak halim yoktu arkadaşlar. Hasta oldum. Boğazlarım, başım fazlasıyla ağrıyor. Yazmak istedim ancak halim yoktu. Üzgünüm biliyorsunuz durumumu. Zaten hem ruhsal ve bedensel olarak fazlasıyla yorgunum birde hastalık bindirdi üzerime ama genede sizi bölümsüz bırakmak istemedim. Gelecek bölüm gene " Umudun savaşı 2" adlı başlıkla gelebilir devamı şeklinde olacak. Hazalımız neler yaşayacak, neler olacak bende sizin kadar merak ediyorum. Bölümleri bir hafta içinde yazmaya çalışıyorum bir sorun olmazsa bir hafta içinde gelir. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Şu hasta yazarınızı azıcık mutlu edin umutlarım. Gelecek bölümde görüşmek üzere. 

Terli terli su içmeyin yaz günü boğazınızı şişirmeyin, yazarınız gibi ;) 

 

UMUDUN ADI AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin