"Umudun Sesi"

3.3K 303 73
                                    

Sabah cep telefonumun zırıltısıyla uyandım. Etajerin üzerinde titreyen telefonum, kafamda ki acı ruhları kıvrandırıyordu. Başım hala yastığa gömük iken, telefonumu zor olsada bularak, elime aldım. Hala ısrarla çalmakta olan telefonumu, ekrana bakmadan cevapladım.

" Hazal, baklavan olayım şerbetle beni. İçli pilavın olayım ye beni. Canımın makrubesi ne olur yardımına ihtiyacım var. Hemen buraya gelebilir misin?" Alçin'in, zorla kulağıma giren kelimeleri, beynimde büyük bir etkiyle patlamıştı. Homurdanarak yatağımdan sırt üstü döndüm. " Alçin, sakin ol ve düzgün konuş ne diyorsun, ne yardımı?" Hattın diğer ucundan gelen, boğuk sesler zorla uyandırılan zihnimi dikenli otlarla kaşıyordu." Hazalım, kafede çok müşteri var, çalışanda dün hastalanmış gelemedi, yardımına çok ihtiyacım var. Lütfen gelebilir misin? " İşte hayatımdaki tek aksiyon buydu. Alçin, ilk okuldan beri en yakın arkadaşımdı. Belkide hayatımda ki tek dostumdu. Ama susmayan çenesi bazen kendinden soğutmuyor değildi. İşte bu günümün ritmi belirlenmişti.

Alçin'e "evet" cevabı verdikten sonra, üzerimdeki battaniyeyi atarak yataktan çıktım. Hayatınızın her günü aynı olduğunda yapacak herhangi bir şeyiniz kalmıyordu. Tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamak hem acı verici hem de sıkıcıydı. Aslın da sitem etmiyorum Allah'a, çünkü korkuyorum. Kuzeyin, silik nefeslerle yaşaması bile benim için ölümün lanetinden daha iyidi. Eğer toprak sararsa, o cansız yüzünü, soğuk ellerini, yılardır görmeyi beklediğim koyu kahvelerini, işte göremezdi bu gözler onu.

Her gün aynı acıyı çekmeye, her şeyi aynı yaşamaya razıyım. Yeter ki ölümün kara bıçağı aramızda ki son bağı da kesmesin. Bir yerden sonra ağlamak eskisi gibi olmuyordu zaten. Günlük bir ihtiyaca dönüşüyordu. Aynı acıları yaşamak bir mazoşistin kendine acı vermeyi sevmesi kadar normal geliyordu. Günler, kum saati gibi akıp geçerken sayacak bir gününüz yoktu. Sayılı günler çabuk geçer derler ama sayacak gününüz olmadığından bazı günler asır gibi bazı günler ise salise gibi geçiyordu. Gördükleriniz,işittiklerinizi, konuştuklarınızı bir dakika sonra hatırlamıyor dunuz bile. Zihniniz yaşadığınız günü silerken, duygularınız aksine kalbinizde birikiyordu.

Zihnimde ki silgi, Kuzey'siz günleri silerken, mürekkepli kalem aksine yaşadıklarımı destan gibi yazıyordu kalbime. Hastanenin krokisini adım gibi ezberlemiştim. Hangi katta hangi bölümler var, hasta odaları nerede, doktorların isimleri ne, hatta kaç tane çocukları var, nerede oturuyorlar, her gün öğle molasında neler yeyip içiyorlar gibi saçma sapan ayrıntıları bile biliyordum. Bazen hemşirelerle oturup gereksiz bir sohbetin içerisine bile giriyordum.

Konuştuğum insanım çoktu ama anlayanım yoktu. Elimi tutan çokken, yerden kaldıranım yoktu. Dolabımda ki bütün kıyafetlerime hastanenin, o tanımlanamaz kokusu sinmişti. Bildiklerim sayfalarca yazıla bilecekken aldığım sonuç sıfırdı. Hayatımı, iki uç arasına bağlan ip üzerinde yaşıyordum. Kopması sivri bir bıçağın ağzına bakıyordu. Ben, bir kuştum. Kafeste olmamasına rağmen uçamayan bir kuş...

Alçin'nin küçük kafesine girdiğimde ilk defa burayı bu kadar kalabalık görmüştüm. Müşteriler, beyaz masaların, renkli sandalyelerinde, derin sohbetler eşliğinde önlerindeki yiyecekleri yiyorlardı. İçerideki boğuk ses ve insanların nefesleri, içeriye adımınızı atmanızla birlikte, bir balıkçı ağı gibi sarıyordu sizi.

Gözlerimle içeriyi, tararken telaşla bir oraya bir buraya koşuşturan Alçin'i, görmüştüm. Sarı uzun saçları birbirine karışmıştı. Üzerindeki, pembe önlüğünde, kahve ve pasta lekeleri vardı. Küçük yüzünde biriken terleri neredeyse kendini boğacaktı. Sabah beni uyandırdığı için kızmıştım ama gerçekten yardıma ihtiyacı olduğunu çok net görmüştüm. İçeriye doğru ilerlemeye başladığım da, birbirleriyle savaşan sesler, kulağıma savaş açmaya başlamıştı.

UMUDUN ADI AŞKWhere stories live. Discover now