"Çok akıllı olursan mutsuz olursun, azıcık aptal ol"
Yuhwa Vivian gittikten sonra hep bu sözü düşündü, haklı olabilir miydi? Düşünceleri rüzgarda savrulan yapsak misali sürekli yön değiştiriyordu, hiçbir şey için emin olamadı. Ne yani? Şimdiye kadar yaptığı her şey, inandığı tüm doğrular yalan mıydı?
Sonunda tek ulaştığı nokta artık ruhunun bedenine dar gelmiş olduğunu hissetmekti, çıkıp uzaklara gitme isteğiyle doluyken o hastane odasına kapalı kalmak zorunda olmanın -daha doğrusu ölmeyi bile becerememiş olmanın- can sıkıntısını yaşıyordu.
Omzundan başlayan bir sızı omuriliğine doğru ilerlerken duyduğu acıyla suratını ekşitti. Bir süre gözlerini kapatıp geçmesini bekledi, her böyle oluyordu; önce hafifçe kendini hissettiriyor sonra çok kısa bir an can yakan bir acıya dönüştükten sonra geldiği gibi hafiflemeye başlıyordu. Tıpkı şuan da olduğu gibi.
Biraz olsun toparlandıktan sonra ayağa kalkıp pencerenin kenarına geçti yavaşça. Bedeni hala yeterince toparlanamamıştı, sabah yağan kar şimdi durmuştu ancak o puslu hava hakimiyetini sürdürmeye devam ediyordu. Bahçeye göz gezdirdi, dalların üstünde biriken karlar esen rüzgarla dökülüyordu. O sırada banklara gözü takıldı, Jeong elini cebine koymuş öylece oturuyordu. Aşık olduğu adamı izledi bir süre, neden ona bu kadar bağlanmıştı ki? Kim Jeong Hoon'u vazgeçilmez kılan şey neydi? O güzel bakışları mı, yoksa büyüleyici ses tonu mu? Kahretsin! Bir nedeni olmalıydı, ne yapmış olursa olsun kalbinin onun için atmaya devam etmesinin sağlam bir nedeni olmalıydı ama ne kadar düşünürse düşünsün bulamıyordu. En sonunda düşünmekten sıkılınca dışarı çıkmak istedi, odadaki dolaba yönelince orda ne bulmak istediğini bilmiyordu. Gerçi dolapta ne olduğunu da bilmiyordu ya neyse.
Kapağı açtığında ilk gözüne deri montu takıldı -hani şu Siwon'un hediye ettiği çift ceketlerinden olan- ama onu giymek istememişti çünkü tekrar korktuğu o anlara dönecekmiş gibi hissetti bir an. Onun yerine siyah yün bir panço aldı, beyaz hastane kıyafetlerini değiştirmeye hali olmadığı için kafasından geçirip alt kısma konulmuş ayakkabısına uzandı bunu yaparken canı acısa da yine de dışarı çıkmak istediği için dayandı. Tüm bunları dışarıdan acınılası görünmemek için yapıyordu, yoksa o da bilirdi bir hasta bakıcı çağırıp tekerlekli sandalyeyle bahçeye çıkartılıp gezdirilmeyi istemeyi ama tabi ki yapmadı. O bir kraliçeydi, her ne kadar tahtının elinden alındığını hissetse de insanın unvanı ileride ne olursa olsun üstüne yapışırdı. Tıpkı, gençliğinde çırak olan biri ilerde çalışıp vezir olsa dahi onu hep basit "çırak" olarak anacak çok kişi olacağı gibi, bir kraliçe de azledilse bile hep kraliçe olarak kalacaktır dolayısıyla çevreye güçlü görünmek zorundaydı. Hem yürümek kaslarına da iyi gelirdi, sonuçta kaç gündür yatmaktan iyice gevşemişlerdi.
Odadan çıkıp asansöre yöneldi küçük adımlarla iyice omzuna attığı şeye sarılıp. Aslında kendini zorlamasının tek nedeni Jeong'un yanında olmaktı, onunla konuşmak istiyordu. Ucunda kavga etmek hatta üzülmek bile olsa bunu istiyordu işte, o adamın sesine, bakışına ve nefesine ihtiyaç duyuyordu. Böyle olmamalıydı, biliyordu ama yine de aptal kalbi ille de aşk isterim diye tutturunca sonunda yapacak bir şey kalmamıştı. Ellerini ince hastane pantolonunun cebine koymuş sıcak tutmaya çalışırken aklından bu düşünceler geçiyordu, Kim Jeong Hoon ve ona olan aşkı son zamanlarda hem kalbini hem beynini hem de bedenini çok yormuştu.
Bahçeye çıkar çıkmaz soğuğu iliklerinde hissetti, biranda gördüğü rüya geldi aklına. O an sanki gerçekmiş gibi o zemheri soğuğu yaşamıştı, bu yüzden şimdi hissettiği soğuk pek de umrunda değildi. Jeong'un olduğu tarafa gitti, gerçi yürürken bir an Jeong'u seyretmeye daldıysa da sonra çabuk toparlandı. Üstündeki pançoyu düzeltip duruşunu dikleştirdi, aldatılmış bir kadın olsa da asla yenik olmayacaktı. Yani yenilmemeliydi, Ken'e söz vermişti.
Kollarını pançosunun altından göğsünde birleştirip 'Ne düşünüyorsun?' diye sordu, anlatacağına ihtimal vermiyordu ama yine de şansını denemek istedi.
Duyduğu sesle aniden ayağa kalkan Jeong kraliçesine dönüp 'Yuhwa?'
Kocasının şaşkın yüzünü gören Yuhwa anlık bir gülümsemeyle 'Evet?' dedi ancak o sırada Jeong çoktan yanına gelip kollarıyla sarmıştı onu, tabiki üşümemesi için. Çatık kaşlarını karısının gözlerine dikip 'Neden ayaktasın?!' diye sordu 'Kendine dikkat etmen gerekiyor' Kızgınlıktan Yuhwa'nın artık daha da toparlanmış olduğuna sevinemiyordu bile, şu an ona bir şey olacağı endişesi daha da ağır basmıştı çünkü.
Jeong kendisine bu kadar yakınken etraftaki soğuğu biraz bile umursamıyordu. Eğer kocası kendisine hep böyle yakın olacaksa bir ömür boyu karlar altında kalmaya razıydı. 'İçerde sıkılmıştım, hava almak istedim'
'Ah be cadı, tamamen iyileşene kadar sabredemedin mi?'
'Ben iyileşene kadar karlar erir' diyerek gözlerini kaçıran Yuhwa'nın asıl istediği Kim Jeong Hoon'un eşi olarak geçirdiği şu son günlerde onunla bir kez bile olsa karda yürümekti. Belki biraz fazla romantik bir istekti bu ama yine de bunu yapmaktan alıkoyamadı kendini. İleride bu genç adamdan hatırlayacağı güzel anılar kalsın istiyordu hepsi bu
Tek eliyle saçlarını karıştırırken düşünen Jeong 'Peki, ama sadece çok kısa bir süre, sadece temiz hava alman için' diyerek ceketini çıkardı ve karısının omzuna attı. Yuhwa kabul etmek istemezken o bu duruma aldırmadı.
Yuhwa yavaşça Jeong'un koluna girdi 'Hadi' dedi kocasının gözlerine bakmaya çekinip 'Biraz gezelim'
Jeong şaşkınlıkla Yuhwa'nın hareketlerini takip ediyordu ancak biranda kendini onunla yürürken buldu. 'Yuhwa' dedi 'Ben... Ben anlayamıyorum' kafası iyice karışmıştı
Gözleriyle önünde uzanan yolu takip eden Yuhwa derin bir nefes alıp 'Boş ver' dedi kendi kendine söyleniyor gibiydi 'Ne olduğu kimin umurunda ki? Her şey büyük bir saçmalıktan ibaret'
Sonrasında uzun bir sessizlik oldu, ikisi de iç dünyalarındaki fırtınalı denizlere dalmışlardı. Sonra Yuhwa'nın saçlarını savuran sert bir rüzgar esti, bu kesinlikle ilikleri dondurmuştu. Bunu fark eden Jeong kolunu çekip Yuhwa'nın önüne geçti 'Lütfen, içeri girelim artık. Üşüyeceksin'
Genç kadın tam itiraz edip biraz daha kalmayı isteyecekken ayaklarının yerden kesilmesiyle nutku tutuldu.
Jeong cadısının itiraz edeceğini bildiği için tereddüt etmeden kucağına almıştı, itiraz dinlemekle vakit kaybedemezdi. Hem yürüyerek kendini zorlamasını istemiyordu.
Öte yandan üstündeki şaşkınlığı attıktan sonra kocaman olmuş gözlerini kocasına diken Yuhwa 'Lütfen' dedi 'Bırakır mısın? Tamam ben giderim'
Jeong onu duysa da umursamadan dudağının kenarında beliren hafif tebessümle yürümeye devam etti. Hastaneye girdiklerinde birkaç meraklı göz onları takip ediyordu, bunu fark eden Yuhwa utançtan kıpkırmızı olmuşken 'Herkes bize bakıyor'
Jeong sinsi bir şekilde gülümseyip 'Gözlerin üstümde olmasına alışkınım'
Yuhwa bu cevap üstüne hiçbir şey diyemedi, pes etmişti. Sadece daha sıkı sardı kollarını Jeong'un boynuna, bunu yapmasının nedeni düşmekten korktuğundan değildi tabi. Sadece ona daha da yakın olmak ve o muhteşem kokusunu hissetmeyi istemişti.
702 numaralı odanın kapısının önüne geldiğinde ayağıyla kapıyı açan Jeong Yuhwa'nın kollarında oluşundan zevk duyuyordu. Böyle anlarda bu cadıya kimin patron olduğunu gösterebiliyordu. Karısını yavaşça yatağa bıraktı, Yuhwa'nın her ne kadar belli etmemeye çalışsa da bu yürüyüşte çok yorulduğunu iyi biliyordu. Bu yüzden elinden geldiğince yardım etmek istedi, ayakkabılarını çıkarmak için eğildi.
Yuhwa telaşla koluna dokunup 'Hayır' dese de, o 'Bana bırak' deyip pek de sıkı bağlanmayan bağcıkları söktü. Bir eliyle hafif bir şekilde bileğinden tutarken diğer eliyle de Yuhwa'nın boğazlı spor ayakkabısını çıkardı. Çiftleri birleştirip yatağın ayak ucuna koyduktan sonra doğruldu 'Öyle bakma, sana acıdığımdan değil sadece yapmam gerektiği için yapıyorum. Unutma, hala senin kocanım'
Yuhwa anladığını belirten bir şekilde hafifçe başını sallarken 'Unutmam' dedi kısık bir sesle. Kalbi sadece Kim Jeong Hoon için atarken unutması beklenemezdi zaten.
Hafifçe yutkunup 'İzinle' diyerek Yuhwa'nın üstündeki pançoya elini uzatan Jeong yavaşça başından çekip çıkardı. Yuhwa'nın saçları dağılmıştı, bunu fark edince gülümseyip onun yanına, yatağın kenarına oturdu.
Tereddütle elini cadısının yanağına uzatıp yüzüne gelen saçlarını geri attı, sonra boynuna inip aynı şeyi tekrarladı.O sırada Yuhwa Jeong'un elinin soğuk olması sebebiyle irkilmişti fakat çok sonra bunu eşine belli ettiği için çok pişman oldu. O sırada elinin soğuk olabileceği yeni aklına gelen Jeong hemen elini çekmek isterken bu sefer Yuhwa ondan önce davranıp ellerini yakaladı.
Hiçbir şey söylemeden eşinin ellerini tutup tekrar yüzüne koyan Yuhwa gözlerini olabildiğince kaçırmaya çalıştı. Onunla göz göze gelmeye cesareti yoktu. Aşık olduğu adamın ellerini avuçları arasına alıp dudaklarına yaklaştırdı. Bir şey söylemek zorunda olduğunun farkına varıp 'Ellerin çok soğuk' dedi, zaten o ara nefesiyle ısıtmaya çalışıyordu. Ardından kendini tutamayıp öpmek denemeyecek bir şekilde hafifçe dokunurdu dudaklarına ve sanki sözlerine hiç ara vermemiş gibi 'Ama sorun değil ısınmaya başladı bile'
Yuhwa Jeong'un ellerini ovuşturup kendi yanağına getirdi tekrar.
Öte yandan eşinin bu davranışına inanamayan genç adam şaşkınlıkla 'Cadı?' dedi. Yuhwa ise derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını kaldırıp 'Efendim?'.
Şimdi onunla bakışları buluşmuştu ve o bakışlarda ne sinsi bir oyun ne de bir plan vardı. O an ikisi de en doğal duygularını yaşıyorlardı, içlerinden geldiği gibi; üstünde çok fazla düşünmeden ve kar-zarar hesapları yapmadan...
Sertçe yutkunan Jeong dayanamayıp aniden yaklaştı Yuhwa'ya ve gözlerini kapatıp anlık bir öpücük kondurdu dudaklarına. Korkuyordu, hiçbir zaman olmadığı kadar korkuyordu artık Yuhwa'yı öperken ama yapabilecek başka hiçbir şeyi yoktu bu cadının dudaklarına ihtiyaç duyuyordu hem de deliler gibi. Yaptığı şey yüzünden annesinin en sevdiği vazoyu kırmış küçük bir çocuk gibi kendini suçlu hissediyordu.
Alt dudağını ısırdı ancak Yuhwa'ya baktığında onun ifadesiz yüzünde hiçbir kızgınlık ifadesi göremiyordu. Zaten o anda Yuhwa'nın kızmaya vakti bile yoktu düşünmesi gereken daha önemli şeyler vardı, Jeong'a karşılık verip vermeyeceği gibi. Sonra biran durup düşündü, madem Jeong istediğini yapıp özgür takılıyordu, hiç tereddüt etmeden istediği kadını öpüyordu artık Yuhwa da keyfince davranıp istediği erkeği öpecekti. Ve şu an istediği tek erkek Kim Jeong Hoon'du, bu yüzden hiç itiraz etmeyecekti. Sadece derin bir nefes alıp kocasının ellerini tutmaya devam etti.
Yuhwa'nın karar vermeye çalıştığı şu kısa süre içinde karısının davranışlarını takip eden Jeong ona olan isteğinin geçmesini beklese de gerçekleşen tek şey daha da büyüyen bir arzu oldu.
Sonunda ne olacaksa olsun deyip cesaretini toplayan Jeong sol elini Yuhwa'nın boynunun arkasına koyduğu gibi kendine çekip sıkıca öpmeye başladı. Sağ eli de eşinin sırtına destek olurken Yuhwa'nın kollarını da kendi bedeninde hissedince biraz daha yaklaştı.
Dudaklarının baskısını biraz daha arttırırken az öncekinden daha cesurdu artık. Karısının başını yana yatırmış ritmik hareketlerle dudaklarını kıpırdatırken Yuhwa'nın kendisine karşılık veriyor olmasının getirdiği karmaşık duyguları yaşıyordu ama yine de biran bile duraksamadı.
Yuhwa ise geri gitmemek için Jeong'a sıkıca tutundu, iki elini de sırtında gezdirirken dudaklarının hızını Mr.Hoon'a uydurmuştu.
Kraliçesinin ince yorgun dudaklarında kaybolmuş, resmen yeni bir büyüye kapılan Jeong eşinin dudaklarına kenetlenmiş iyice içine çekiyordu. Evet, nefes alması gerekiyordu ama ya cadı vazgeçerek devam etmesine izin vermezse? işte bunu göze alamazdı. Bu yüzden elini karısının saçlarına daldırıp, diğer eliyle de belini daha sıkı kavradı. Hiç durmadan deli gibi özlem duyduğu dudakları kendi içine çekerken, Yuhwa'nın karşılık verirken kontrolü bırakmamaya çalışması içindeki isteği daha da körüklüyordu. Sanki ateşten, görkemli bir ejderha bu inatçı çifti çevrelemiş onların yaşadığı bu özel anların koruyucusu olmuştu.
Yuhwa hastanede olduğundan beri ilk defa böyle tatlı ve etkili bir ilaç kullanıyordu, elleri hala kocasının sırtında gezerken Vivian'ın sözlerini hatırlayıp gülümsedi "Ona dokunmaya çalış" demişti deli kız ve kesinlikle haklı çıkmıştı. Yuhwa farkında olmadan onun verdiği taktikleri uygulayıp kısa sürede sonuca ulaşmıştı. Ne yani Mr.Hoon'u baştan çıkarmış mı oluyordu şimdi? Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü, tabi bu durumu Jeong da farketmişti. Öpücüklerinin hızını yavaşça azaltıp durdu, aslında buna hiç niyeti yoktu ama yine de kendini tutamayıp gülünce buna mecbur kalmıştı. Dudakları hala bitişikti, ikisi de hemen bitirmek istemiyordu.
Yuhwa Jeong'un traşsız yüzünü elleri arasına alıp bir süredir kapalı olan gözlerini açtı, soluk alışverişleri birbirlerinin yüzünü okşarken ikisinin de içi sıcacıktı. Bu çiftin garip yanı da buydu işte; birbirlerinden nefret etseler dahi kin tutmuyorlardı. Dakikalardır öpüşüyor olsalar da içinde bulundukları durumun hep farkındaydılar ancak sadece bir süre için unutmuş gibi davranmaya karar verdiler çünkü birbirlerine ihtiyaç duyduklarının farkındaydılar.
Jeong biraz soluklandıktan sonra tekrar başladı o tatlı dokunuşlarına, dudaklarını karısının dudaklarının kıvrımlarına iyice yerleştirmiş resmen içine vakumlarken onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunun tekrar tekrar farkına varıyordu.
Yuhwa'yı biraz daha kendine yaklaştırıp canını acıtmamaya da dikkat ederek iyice bedenlerini bütünleştirdi. Dudaklarını karısının teninden bir an olsun ayırmadan yavaşça kaydırdı önce çenesini öptü, sonra boynunu en son da yakasını açıp çıplak kalan omzunu öptü. Başını iyice Yuhwa'nın omzuna gömmüş dudaklarıyla ufak dokunuşlar yaparken aklındaki soru işaretlerinin iyice çoğaldığını hissediyordu. 'Bunu yaptığım için pişman olmalı mıyım?' diye sordu, başını kaldırmadan
Yuhwa sertçe yutkunup 'Beni öpmeyi seviyor musun?'
'Dudaklarımız birleştiğinde canın yanıyor mu?'
'Beni öperken ne düşünüyorsun?'
'Hiç korktun mu? Hem de ölesiye?'
'İnsanın kaybedecek bir şeyi kalmadığında ne olur?'
'İnsan nasıl kendini bir hiç gibi hisseder?'
'Ne kadar koşsan da yetişemediğin oldu mu?'
'Arayıp da bulamamak olmadığını mı gösterir?'
Bu karşılıklı gelen sorudan sonra nedensiz bir şekilde gülümseyen Jeong daha sıkı sarıldı karısına. Oluşan sessizlik sırasında etraflarını saran ateşten ejder kanatlarını savurup gökyüzüne uçtu, artık burda işi bitmişti.
'Tüm bu sorulara cevap bulabilecek miyiz?' diyerek son bir öpücük kondurduktan sonra eşinin tenine veda eden Jeong bakışlarını Yuhwa'nın gözlerine dikmişti.
'İnan bana bilmiyorum Jeong. Her geçen gün gücüm tükenirken bir de bunca soruya nasıl cevap bulacağım bilmiyorum'
Jeong cadısını belinden kavrayıp yatağa uzattı, mavi renkli battaniyeyi Yuhwa'nın omuzlarını da içeri alacak şekilde örttükten sonra saçlarını okşayıp alnına sımsıcak bir öpücük kondurdu 'Güzel kraliçem benim' diye fısıldadı kulağına. Sıcak nefesi Yuhwa'nın irkilmesine neden olmuştu omzunu yukarı çekip üstündeki örtüye daha sıkı sarıldı.
'O soruların cevabını aramaya uyuyarak başlamalısın bence' diyerek kollarını göğsünde birleştiren Jeong, Yuhwa'nın başucundaki koltuğa oturup 'Hadi ama ne olur çabucak iyileş. İyileş ki seni rahatça kızdırabileyim'
Yavaşça gözlerini kapattıktan sonra 'Beni kızdırmak için iyileşmemi bekliyor olman ne büyük nezaket' diyerek gülümseyen Yuhwa evliliğinin ilk günlerini hatırlamıştı. İkisi de birbirlerine yapmadık şey bırakmamıştı. Sonra düğün günü geldi aklına, her şey masallardaki gibiydi; hayal bile edemeyeceği kadar güzel ve garip. Ama kuşkusuz en güzel şey Jeong'un o muhteşem gülümsemesiydi. Gece boyu davetlilerle ilgilenirken nasıl da asil ve karizmatik bir duruşu vardı öyle. Adı gibi biliyordu ki o an ona aşık olmaya çoktan başlamıştı çünkü aşk birden varlığını kabul ettirebilecek bir duygu değildi. İnsanın içine yavaşça işler ve zirveye ulaştığı an etkisi altına aldığı kişinin karşı koyması imkansız hale getirirdi, tıpkı Yuhwa'nın da başına geldiği gibi...
Yuhwa'nın uykuya daldığı sırada Jeong elindeki tabletten haberlere kısa bir göz atıyordu. Sonra aklına gelen şeyle başını kaldırıp uyuyan cadısına baktı 'Keşke Singapur vatandaşı olsaydık aşkım' dedi, gülümseyerek. 'Biliyorsun orada boşanmak yasak'. Yuhwa'nın kendisini duymayacağını biliyordu, her zaman ki gibi cevap alamayacağını bilse de anlatmaktan vazgeçmiyordu.
Vücudu yorgunluk sinyalleri verse de hiç uyumaya çalışmadı. Biliyordu, olmayacaktı. Kesinlikle çok zor günler geçiriyordu, önce Ken'in gelişi -ki hala ne konuşulduğunu ve Yuhwa'nın onunla gidip gitmeyeceği bilmiyordu- cadının sağlığı gibi şeyler ancak asıl zor günler Yuhwa tamamen iyileştikten sonra gelecekti kuşkusuz. Her şey bir yana da boşanma işlemleri için o imzayı atmaya nasıl eli gidecekti hiç bilmiyordu. Zaten boşanma dilekçesi dışında her şey hazırdı: Pasaport, vize, uçak bileti, Oslo'da kalacağı ev ve daha birçoğu. Ancak sadece kendisi hazır değildi bu duruma, düşününce bile kalbi sıkışıyordu.
Sıkıntıyla yerinden kalkıp cam kenarına geçti, yüzünü ovuşturup aklını toparlamaya çalışıyordu. Kendi kendine "Bunu yapman gerekiyor adamım" diye söylendi. Yuhwa'nın mutlu olabilmesi için onun hayatından çıkacaktı, çıkmak zorundaydı. Sırf bunu yapabilmek için ülkesini terk etme kararını bile tereddüt etmeden aldı fakat bu kararı alan kendinden emin aklı, Yuhwa'sız yaşayıp yaşayamayacağı konusunda hiçbir şekilde emin olamıyordu. Üstelik dudakları hala bu kadar tatlıyken, kokusu başını döndürmeye devam ederken iradesinin ondan kilometrelerce uzağa gitmeye izin verip vermeyeceğini bilmiyordu. Yuhwa onun kadınıydı, hala onu öpüyor ve ona sarılıyordu eğer olurda bırakırsa aklını kaybederdi. Acı olan taraf ise eğer kraliçesinin hayatından biran önce çıkmazsa onun kalbini acıtmaya devam edecek oluşuydu.
"Of! Cadı of!" diye söylendi, elini sinirle saçlarının arasından geçirirken. Resmen yaşlanmıştı şu ölüm gibi gelen günler içinde.
O böyle bu gece akrep ve yelkovanın yerine çivilendiğini düşünerek odada volta atıp
dursa da zaman sandığının aksine hızla ilerliyordu, tıpkı sonrasında gelen günlerde de olduğu gibi.
O gece ve ertesinde gelen günler nispeten sakin geçmişti. Jeong, bir yandan haber peşinde koşan gazetecileri ailesinden uzak tutuyor bir yandan da hastaneden ayrılmadığı halde The Queen Project'in açıklanması için yapılan hazırlıkları yönlendiriyordu. Bu projeyi en yakın zamanda yönetim kuruluna sunup Kore ayağını tamamladıktan sonra vekaletini Tae Jin ve ablası Joo Yeon'a bırakıp gidecekti. O zaman gelene kadar bu fikrini kimseye açmamaya kararlıydı, Minah'a uçak bileti ayarlamasını söylerken de sıradan bir iş gezisi izlenimi vermişti. Tabi bunda Tae ile iş için Norveç gezisi yapma planlarının büyük etkisi vardı, bu sayede fazla dikkat çekmeyecekti bu ona iyi bir fırsat olmuştu. Oraya gittiğinde ise oturma iznini alıp bir daha asla Kore'de yaşam kurmayı düşünmeyecekti.Kuşkusuz bu Jeong gibi Seul sevdalısı biri için çok zor bir karardı ancak Yuhwa her şeyden ve herkesten daha önemliydi onun için.
Yapması gereken en zor seylerden biri de bu kararı derhal babasına açıklamak zorunda oluşuydu. Biliyordu ki Bay Kim sürprizlerden hiç hoşlanmazdı.
İlerleyen zamanlarda 702 numaralı hastane odasında geçen şu kış günleri içinde zor kararlar alınıp bir çok şey gözden geçirilirken Yuhwa da yaklaşık 15 gün içinde bedenindeki yaraların çoğunu kapatmıştı. Hastane de geçireceği son gün onu kontrole gelen Doktor Hwang yüzündeki durumdan memnun gülümsemeyle önce Jeong'a sonra da Yuhwa'ya bakıp 'Şunu söylemeliyim ki artık burada kalmanızı gerektirecek hiçbir zorunluluk yok, gerekli kontroller yapıldı. Sonuçlar artık evinize gidebileceğinizi gösteriyor' deyince Jeong'un yüzündeki korkuyla ve mutlulukla karışık yüz ifadesi içinde bulundukları çıkmazı anlatacak en iyi yoldu.
Hwang Seon Hee çıktıktan sonra odada kulakları tırmalayan bir sessizlik olmuştu, duyulan tek şey koridordan gelen kuru gürültüydü. Jeong elini dizlerine koyup ayağa kalktı, cam kenarına geçip saçlarını karıştırdı. Peki şimdi ne olacaktı?
Yuhwa o sırada yatağın köşesinde oturuyordu, aslında Jeong'la aynı şeyleri düşündüğü her halinden belliydi. Gözlerini nerdeyse tüm desenini ezberlediği odanın zeminine dikmiş ne yapacağını düşünürken içinden hiçbir şey için acele etmek gelmiyordu. İşin içinden çıkamayınca bakışlarını kaldırdı, kocasının sırtını izlerken bir anda Jeong kendisine dönünce onunla göz göze gelmek zorunda kaldı, buna hazır değildi.
Jeong eşinin karmaşık gözlerine bakarken bir erkek olarak yapması gerekeni yaptı ve dimdik durup bakışlarına "Merak etme, ben yanındayım" ifadesini yerleştirip 'Sonsuza kadar burada kalacağını sanmıyordun değil mi?' diye sordu ortamdaki gergin havayı biraz olsun gevşetmek adına.
Yüzüne mizah duygusundan uzak bir gülümseme yerleştiren Yuhwa 'Sadece düşünüyorum' dedi, o anda aklına Vivian'ın manidar sözleri gelmişti.
'Eve gidelim de sonrasını konuşuruz' diyerek en azından kısa vadedeki plansızlığı ortadan kaldıran Jeong "Sonra düşünülecekler" listesine eklediği şeyleri düşünme vaktinin geldiğini sıkıntıyla fark etti. Kalan prosedürleri de halletmek için odadan çıkarken asıl amacı Yuhwa'yla gözgöze gelmekten kaçmaktı. Ancak çok geçmeden o işler de bitti, ne yapacağını bilemez bir halde karısının yanına geldi. Kendisini kaçınılmaz sona yaklaştıracak hiçbir hata yapmamalıydı "Sakin ol adamım" diye teskin etti kendini "Sanki her şey yolundaymış gibi..."
Jeong Yuhwa'yla birlikte hastaneden çıkarken San Tae Jin de siyah BMW X5'ini kapının önüne çekmişti.Jeong Yuhwa'nın binmesi için arka kapıyı açarken ikisi de o ona kadar sürdürdükleri sessizliklerini korudu. Jeong öne, Tae'nin yanına oturduktan sonra X5 hareket etmişti.
Tae onları bıraktıktan sonra Jeong'la ayaküstü bir şeyler konuşup tekrar şirkete geçti, şimdi başbaşa kalmışlardı.
Onların geldiğini gören ablası Joo Yeon da evden çıkıp karşıladı. 'Hoşgeldin Yuhwa' dedi gülümseyerek, bu genç kadının sevgili kardeşi için ne derece önemli olduğuna bu süreçte ikna olmuştu.
Hafifçe başını eğip Joo Yeon'u selamlayan Yuhwa 'Teşekkür ederim'
Joo Yeon elini Yuhwa'nın omzuna koyup 'Ben seni yormayayım' dedi ve Jeong'a dönüp 'Artık gitsem iyi olacak, katılmam gereken bir konferans var' dedi ve Jeong'un alnına dökülen saçlarını düzeltip yanlarından ayrıldı. Kullandığı Audi TT'si görevlilerce kapıya getirilmişti zaten, binip konuşma yapacağı üniversitenin yolunu tuttu, geç kalmaktan nefret eden disiplinli bir kadındı Bayan Kim Joo Yeon.
Jeong aniden Yuhwa'yla yalnız kalınca ilk başta afallamıştı. Sonra soğuk hava nedeniyle soluk verdiklerinde oluşan buharı fark edince elini eşinin beline sarıp 'Hadi' dedi evi işaret ederek 'İçeri girelim'
Yuhwa kısık bir sesle 'Peki' derken o eve girince ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Jeong sıkıca belinden kavramış tüm varlığıyla onu koruduğunu belli ederken bu genç adamın etkisinde kalmadan sağlıklı düşünebilmek çok zordu çünkü onunla göz göze gelince bile kalp atışları hissedilir derecede artıyordu.
Villanın çelik kapısı metalik bir sesle açılırken Yuhwa bu eve girdiği ilk geceyi hatırladı, o an da böyle yabancı ama içten gelmişti bu lüks yapı. Acaba yabancı olmasını sağlayan kendi düşünceleri miydi yoksa Kim Jeong Hoon mu bilemedi.
Jeong elindeki çantayı girişe koyup Yuhwa'nın yanına geldi, tüm olumsuzluklara rağmen gülümsemeye çalışıp 'Uzun zaman oldu, öyle değil mi?' diye sordu sol elini başının arkasına koyup saçlarını karıştırdı.
Yuhwa Jeong'un bu tatlı görünüşü karşında büyülenmişti sanki, sertçe yutkunup 'Evet' dedi 'Uzun zaman oldu'
Bu sözlerden sonra göz göze kalan ikili, birbirlerinin akıllarını
okumaya çalışıyordu, başarılı olup olmadıklarını ise zaman gösterecekti.
Bu anlar kısa bir süre sonra Jeong'un telefonunun çalmasıyla bozuldu. Elini cebine atıp telefonunu çıkarak Jeong ekranda tanımadığı bir numara görünce konuşmak için dışarı çıktı, gazeteci olduklarına emindi.
O gittikten sonra içinde tuttuğu nefesi birden dışarı salan Yuhwa omuzlarını düşürüp üstündeki kahverengi montun fermuarını açtı. Önce mutfağa yöneldi ama sonra vazgeçip üst kata çıktı, önceden kaldığı odayla Jeong'un odası arasında durup gözlerini kapattı. Nasıl bir denklemin içindeydi böyle? Sanki önünde uçurum, arkasında da azılı düşmanlar vardı. Her iki seçenek de onu ölüme götürecekti, ya bir çıkış yolu bulup kurtulacak ya da kaderine razı olacaktı.
Bir süre öyle kaldıktan sonra gözlerini açtı, biraz daha yürüyüp Jeong'un çalışma odasının önüne geldi. Kapının ahşap oymalı kulpunu tutup sanki içeride birinin olmasından korkuyormuş gibi yavaşça açtı. Pencerenin kenarına gitti, bahçede telefonla konuşan Jeong'u seyrederken son derece sinirli olduğunu görebiliyordu. Anlaşılan telefondaki kişi çok inatçıydı. Kollarını göğsünde birleştirip "Bu kadar sinir kalbe zarar aşkım" diye söylendi. Her şeyi inkar edebilirdi ama ona deliler gibi aşık olduğunu asla kendinden saklayamazdı, ondan boşanmayı planlasa da hatta ihanetine tanık olsa da ne yazık ki bu aşkını köreltemiyordu.
Nedenini kendine de açıklayamadığı bir şekilde odanın sol tarafında bulunan çalışma masasına yöneldi. İlk dikkatini çeken açılmış zarf içinde ucu görünen bir kağıt parçası olmuştu, uzanıp eline aldı. Uzun ince zarfın üstünde yazan tek şey TS Group'un adresi ve Kim Jeong Hoon ismiydi. Fazla üstünde durmadan içindekini çıkardı. Bu; 1 Ocak 2013 tarihinde Oslo'ya gidecek olan uçağın Kim Jeong Hoon adına kesilmiş biletiydi.
Yuhwa kocaman olmuş gözlerle kağıdı evirip çevirirken ellerinin titremesine engel olamıyordu. "Bu olamaz" dedi, tekrar masanın üstüne göz atınca dikkatini siyah bir dosya çekmişti. İçinde gittikçe büyüyen huzursuzlukla dosyayı aldı, kapağını açtığında okuduğu şey göz pınarlarının dolmasına neden olmuştu.

Buz İçindeki Aşk [Tamamlandı]Where stories live. Discover now