Bölüm 36 - Bir Kapı, Bir Geçit, Bir Köprü

2.1K 261 189
                                    

Aldin.

Benim için her şeyin başlangıcı olan Aldin. Gümüştepe'den kat be kat soğuk, çok daha acımasız, üzerlerine sıkı kardan örülmüş devasa bir battaniye atılmış çamlarla ve kozalaklarla dolu, kışın yalnızca beyazdan ve beyazdan oluşan Aldin.

O sonsuz beyazın içinde, etrafı çitlerle çevrili, bacasından duman çıkan, iki katlı, açık mavi bir ev vardı ki dünyalar üzerindeki tüm evlerden daha ev, tüm yuvalardan daha sıcak bir yuvaydı.

Ve tuhaftır ki bu sonsuz gibi görünen soğuğun içindeki sıcak eve, yakıcı ısıyla donatılmış ve ateşin kendisi bahşedilmiş sarışın bir oğlanın girdiği an, evi haftalardır yakan yangın birden sönüvermişti.

Doğruyu söylemem gerekirse sanatçılar bunu fazlasıyla şairane bulurdu. Ama aramızdaki tek sanatçı, aynı zamanda Aldin'e getirmekte başarısız olduğumuz tek kişiydi.

Buradan ilk ayrıldığımda benimle birlikte, kıtanın içinde bambaşka yerlere sürüklediğim dostlarımdan yalnızca ikisi dönebilmişti evlerine. Üçüncü de Gölge Sarayı'nı tümden ateşe vermişti. Ben eve dönebileyim diye.

Ben eve dönebileyim diye, ona hiç ev olmamış o binada bir kez daha yalnızdı.

Bayan Çırpıkanat elindeki havluyu nereye attığını önemsemeden oğlunu kucaklarken ne Zaina ne ben ne de Brahn Çırpıkanat tuttu gözyaşlarını. Ama duygularına yenilen bendim.

Duygularına yenildiğinden dışarı koşan ve duygularına yenildiğinden ayakta duracak gücü bile bulamadığı için karların üstünde diz çökerek ağlayan bendim. Hıçkıran, ağlayan, sayıklayan hepimizdik.

Ama duygularına yenik düşen bendim.

Gümüş yüreğini ağlayarak karartacak olan bendim çünkü ben, Marlo için sevinçten ölecek gibi hissetsem de mutluluktan ağlamıyordum.

Tanrı biliyor ya, içimden bir ses, Zaina ve Marlo'nun da pek çok gözyaşının benimkilerle aynı sebepten aktığını söylüyordu.

Önce Marlo geldi. Tam önümde durdu, ona birkaç gün önce Veymut'ta giydirdiğimiz, kaliteli olmayan eski çizmelerden anladım o olduğunu. O da hemen önümde diz çöktü.

Sonra Zaina çıktı dışarı ve kapının sesinden anladığım kadarıyla kulübenin dış kapısını kapattı.

"Başaramadı," dedi Marlo, sesi buğuluydu. "Değil mi?" Onaylama bekleyen türden bir soruydu ama Marlo'nun sesi aksinin ümidiyle doluydu.

Başımı iki yana sallarken hala hıçkırıyordum. Marlo parmaklarını boğazımda kenetlemişken bundan daha az canım yanıyor, ciğerlerime şimdikinden daha fazla hava gidiyordu. Kesik kesik olacağını bilsem de konuşmak için zorladım kendimi. "Üzgünüm, Marlo."

Ellerini saçlarının arasından geçirirken hala inanamıyor gibiydi. "Halledeceğini söylemişti," diye mırıldandı. "Her şeyin yoluna gireceğini söylediği için gittim. Bilseydim..."

Ama devamını getiremedi.


Marlo, ölümden tekrar geldikten sonra bir daha hiç aynı kişi olmadı. Ama bunda Nos'un ölümünün de inkâr edilemeyecek kadar büyük bir etkisi vardı. Hepimizin ruhundaki dikilemeyecek yeni bir yarıktı bu, aşağı yukarı aynı ölçülerde, aynı derinlikte ve aynı derecede acı veren bir tür yırtık. Küçülmeyeceğini bildiğimiz karanlık bir çukur.

Marlo'yu hiçbir soruya cevap versin diye zorlamadık. Birkaç gün boyunca tek kelime konuşmadı, yüksek sesle söylediği tek bir hece işitmedik. İç sesinin susmadığını ve parçaları bir araya getirmeye çalıştığını tahmin ediyordum. Ama ihtiyacı olan parçaları benden isteyecek güce henüz kavuşmamıştı.

Gümüş YürekWhere stories live. Discover now