Bölüm 16 - Pek Çok Yoldan İkisi

2.7K 496 418
                                    

"Neler oldu burada böyle?"

Zaina vakit kaybetmeden gözleri kapalı Nos'un yanında dizlerinin üzerinde oturdu ve yarasını inceledi. Nos bir şeyler mırıldandı ancak anlamadım.

Marlo'nun gözlerinin ela kısmı küçücük görünüyordu şimdi, rahatsız olduğunu belli edecek şekilde ellerini saçlarının arasında gezdirirken bir ileri bir geri yürüyordu. "Çığlıkları duyduk," dedi. Bir yandan gözleriyle beni tarıyor, üzerimdeki yeşile ve kırmızıya bakıyordu.

"Ben iyiyim," dedim aceleci bir hıçkırıkla.

Parmağıyla öteyi işaret etti. "Hemen köşede ölü bir Datura var," diye fısıldadı yanıma gelerek. İnanamıyordu ve sanki birinin bunu duymasını hiç istemiyordu.

"Biliyorum, ben öldürdüm." Soğukkanlılıkla çıkmış bir cümleydi, kendi sesimle duyacağımı hiç düşünmediğim ancak şimdi ruhtan ve duygudan tamamen yoksun söylenmiş bir cümle. Belki de gerçekten, tüm insanların içinde bir yerlerde zalimlikten ve zorbalıktan başka bir şey yatmıyordu. Bu düşünce beni buraya geldim geleli ilk defa rahatsız etmedi. Belki de bir canavarı alt etmek için bir canavara dönüşmekten başka yol, gerçekten yoktu.

Marlo kaskatı kesilirken Zaina dönüp "Kesin sesinizi, odaklanmaya çalışıyorum!" diye çıkıştı. Ses çıkarmamak için iki elimle ağzımı kaparken Marlo bana sarıldı. Onun kalbinin atışını duyabiliyordum, korkuyordu. Zaina'nın ellerinin Nos'un yarasının üzerinde gezinmesini izledik. Açılmış deri yavaşça bir araya geliyor ve altındaki koyu kırmızılığı sakince örtüyordu. Yara güç bela da olsa kapanıyor ve Nos'un karnında hiç var olmamış gibi gözükmeye başlıyordu. Ama ne kadar kan kaybetmişti? Kaç dakika olmuştu yarası açılalı? İlk kan damlası düşeli ne kadar zaman geçmişti?

Nos'un gözleri kapalıydı ancak nefes alıyordu. Karın, buzun içinde çok uzaklardan gelen ama sıcaklığıyla iç ısıtan bir melodi gibi soluyordu.

Zaina ağzından kuvvetli bir nefes verip kendini sırtüstü Nos'un yanına bırakınca ağzından çıkan sis hızla dağıldı. Bir elini hızla inip kalkan göğsünün üstüne koydu. "Tanrım," diye mırıldandı. Bakışlarım Zaina ve Nos arasında mekik dokuyordu. Sonunda Şifacı kalktı ve "İyi olacak," dedi. Açık renkli eteği çamur ve pis su olmuştu. "Ancak epey iyi dinlenmesi gerekecek."

Hissettiğim duygunun bir tarifi yok ama her şey yoluna girecek hissine çok benziyordu. Yine de her şeyin yokuş aşağı gitmesine ve sert bir şekilde yere çarpıp tamamen dağılmaya ve parçalanmaya çok yaklaşmıştık.

Nos'un yanında diz çöktüm. Gözleri açık değildi hala. Acele etmesine gerek yoktu, istediği kadar zamana sahip olabilirdi.

Yüzümü ellerime gömdükten sonra sessizce ağlamaya başladım. Yıpranmıştım. Korku, hüzün, heyecan, endişe, hepsi çok hızlı ve çok kuvvetli saldırmışlardı bana. Sonunda dayanamadım ve kırıldım. Her geçen gün bir öncekinden daha zorluydu. Daha ne kadar dayanabilirdik, ben daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum. Ve ağladım. Doya doya.

Marlo burnunu çekti.

Zaina'nın yanıma oturduğunu eteğinin hışırtısından anladım. "Elini görmeme izin ver," dedi usulca. Durumu çok iyi idare ediyordu ama ben elimi yüzümden çekemedim. Zaina kibarca elimi yüzümden ayırdı ve kesik avucuma baktı.

Tırnak aralarıma kadar girmiş, kurumuş kırmızı ve yeşil kanlara baktı.

Avucumu boydan boya, derin kesmiştim. Zaina elimdeki yarayı kapatırken kesik elim kaşınıyor, her iki elim de titriyordu. Kesik hıçkırıklarım köprünün altında yankılanıyordu.

Öteki elimin tersiyle burnumu sildim. Sakinleşmeye başlıyordum. Onlara her şeyi anlatmak istiyordum ama konuşmaya başladığım an tekrar gözyaşlarına boğulacaktım. Bu yüzden tek kelime etmeye cesaret edemedim.

Gümüş YürekWhere stories live. Discover now