Bölüm 34 - Kül Olan Orman

1.8K 286 231
                                    

Yanına koştuğumda başını kaldırmadı çünkü bilinci yerinde değildi. Ara sıra inliyor, homurdanıyor ya da koridorda gezerken duyduğum sesteki gibi hırıldıyordu. Rüya görüyor olabileceğini düşündüm ama her nasıl şeyler görüyorsa zihninde huzur olmadığı kesindi. Önünde eğildim, gözlerimi kanatlarına dikmemeye çalışıyordum. Seslendim durdum ama bana cevap vermedi. Önümdeki Marlo'yu kaybetmişim gibi hissetmeye başlamıştım ki elleri aniden boynumu sıkıca sardığında geri kaçmaya fırsatım olmadı. Çarpıştığı canavar her ne ise ona saldırdığını sanırken aslında boğduğunun ben olduğumun farkında değildi. Çırpındım, kollarına vurdum ama nafileydi.

"Marlo!" diye ciyakladım sonunda. Koluna arka arkaya darbeler indirdiğimden kolu kıpkırmızı olmuştu. "Benim, Eira. Eira! Dur! Beni... Öldüreceksin!"

Zihnindeki canavardan daha dayanıklı olmalıyım ki Marlo canavarı öldürüp ellerini çektiğinde nefesimin dayanacağı birkaç saniyem kalmış ya da boynuma korkunç bir ağrı yerleşmiş olsa da ben, hala yaşıyordum. Kendimi geriye çektim ve sesim mahvolmuş bir şekilde "Marlo?" diye sordum. Gözyaşlarının kirpiklerime tırmanışını hissedebiliyordum. Ona tekrar, yavaşça ve bu sefer temkinle yaklaştım, pelerinimi çıkarıp bacaklarının üzerine serdim. Sırtına atmak istemiştim ama mümkün değildi bu. Üşümediğine de emin sayılırdım ama emin sayılmak bana yeterli gelmemişti. Karşısında oturdum.

Marlo sızlandı. Ama bilincinin yerine geldiğini görebiliyordum. Başını yavaşça kaldırdığında ve ela gözlerine yakışmayan düşmanca bakışları beni bulduğunda birden yumuşadı. "Eira?" diye seslendi o da. Şaşkın değildi çünkü henüz nelerin döndüğünü tam olarak kavrayamıyordu. Nerede olduğunu bildiğinden ya da sırtında yanan kanatların varlığının farkında olduğunu bile sanmıyordum.

Ama sesi yorgundu. Savaşmaktan yorulmuş birinin sesiydi bu. Nerede olduğunun önemi yoktu ya da ne durumda olduğunun. Devam etmek güç isterdi ve o, karşımda gücünün hemen hemen hepsini yangına ve az önceki canavara yedirmiş gibi oturuyordu. Yenilmiş gibi değildi, çünkü pek çok kez galip gelmişti ama savaştan başka hiçbir şey bilmeyen generallerin bile savaşmaktan bıktığı anlar olurdu. Belki de bir zaferden hemen sonra.

Yüzüne hatırladığını belli eden bir acı yerleşti. "Eira," diye bağırmaya yeltendi, ama sesi hala çatallıydı. Başını ellerinin arasına aldı. "Neden hala buradasın? Gitmiş olman gerekirdi, senin için bir kapı açmış olmalıydık, büyü bunun içindi ve şimdiye çoktan..." Başını sağa sola sallarken hızla pek çok soru sıraladı, hala her şeyi tam hatırlamıyordu ama sordukları da yanıtları biraz bekleyecek olsa da pekâlâ mantıklı sorulardı.

Benim sorumsa yalnızca bir taneydi. Onu bu cehennemden çıkardıktan sonra da sorabilirdim ama merakıma yenik düşerek "Ne oldu, Marlo?" diye sordum usulca.

Gözyaşlarına boğuldu. Tırnaklarını bir bir dibinden sökseler böyle ağlamazdı. "Çocuğu bulamadım," diye ağladı. "Çok acı vericiydi, Eira... Ama yemin ederim dayandım. Yemin ederim uğraştım, yemin ederim..."

"Biliyorum." Boğazım düğümlenmiş, sözcükler yukarı çıkmak için tırmanmak zorunda kaldığından sivri tırnaklarıyla boğazımı acıtmıştı. Marlo'yu tuttuktan sonra kucakladım. Ellerim sırtına değmeden önce tereddüt etti. Canını yakarım sandım. Beni Aster Gölü'nün hemen dibinde bulduğu zaman olduğu gibi oturuyorduk yine yerde. Dünyanın sonunda bize diz çöktürdüğü gerçeğini kabul etmek istemiyordum ama işte, her ikimiz de birbirimizin karşısında, dizlerimizin üstündeydik. Yerdeydik, en dipteydik. Bir kalkan gibi sardım onu. Ama ona kalkan olmak için çok geç kalmıştım. Bu sefer soğuk yoktu, aslında oldukça sıcaktı. Beyazla değil, siyahla kaplıydı çevremiz. Marlo hıçkırıklarını bastırmaya çalışırken acı bir hırıltıyla yüzünü omzuma dayadı. Evet, soğuk değildi, hem de hiç. Ama titriyorduk. "Biliyorum, Marlo."

Gümüş YürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin