Bölüm 4 - Dikenli Kapı

6.7K 855 1K
                                    

Yürümeye başladıktan yaklaşık iki dakika sonra "Vilovna bize katılmayacak mı?" diye sormuştum çünkü tüm o yol hiç konuşmadan geçmek bilmezdi. Kulağa bencilce gelen bir soruydu, onların beni evime götürmeye çalışmaktan başka bir işleri yokmuş gibi sormuştum. Ama öyle demek istememiştim. Sanırım Marliyen de ne demek istediğimi anlamıştı.

"Vilovna kış uykusuna tekrar dönmek için çabalıyor. Başarabilecek mi bilmiyorum. Başaramazsa, söğüt ağacı olması gerekenden çok daha erken vakitte yeşillenecek, sonra da hala soğuk olduğu için yaprakları dökülecek," diyen Marliyen'in sesi duygudan yoksundu. Öğrendiğim kadarıyla Vilovna'nın yaraları fazla ciddi değildi. Ağacı da iyileştirmeye çalışacaktı. Ne zaman ağaçtan ya da kızdan konuşsak kendimi çok suçlu hissediyordum ama bu seferki benim hatamdı, konuyu ben açmıştım.

Vilovna ve Marliyen arasında değişik bir bağ varmış gibi hissediyordum, değişik bir enerji. Aralarında bir şey varmış gibi... Vilovna başka bir şeye odaklanmışken, Marliyen'i birkaç kez ona özlemle bakarken yakalamıştım. Bu işe burnumu sokmak haddim değildi ama Marliyen hakkında birkaç şey öğrensem fena olmazdı. Marliyen hakkında birkaç şey öğrenmek istiyordum. Onu ilginç bulmamın tek sebebinin fey olup olmadığınıysa anlayamamıştım.

"Birbirinize yakışıyorsunuz," dediğimde bunu gerçekten kastederek söyledim. Altın sarısı saçlı, uzun boylu, güçlü çocuk ve kumral, ince yapılı kız... Hoş gözüken bir çift oluyorlardı.

Marliyen bu söylediğime şaşırmış gibi bana döndü. Kaşları çatılmıştı, sonra gülerek "Biz mi? Hayır," dedi. Gülmesine rağmen sesindeki belli belirsiz hayal kırıklığını seçebildim. Evet demeyi diler gibiydi. "Vilovna beni yalnızca arkadaşı olarak görüyor."

"Ama sen onu öyle görmüyorsun."

"Gözünden hiçbir şey kaçmıyor, değil mi Eira?"

Araştırmacı olarak ne kadar kötü olduğumu hatırladım. Çırpıkanat'ların evindeyken onlar hakkında bilgi edinmek için etrafa baktığımda işime yarayacak hiçbir şey bulamamıştım. Ya sandığım kadar kötü değildim ya da Marliyen, Vilovna'dan hoşlandığını gizlemek için fazla uğraşmıyordu. İkincisi olduğu kesindi.

"O biliyor mu?"

"Ne önemi var ki?"

"Hiçbir önemi yok ama en iyi ihtimalle bir buçuk gün boyunca yolda olacağız ve gönül meseleleri, konuşmaya başlamak için iyi bir noktadır."

Bu konuda paylaşacağımız şeyler bulurduk. Açık sözlülüğümü takdir ettiğini belli eden bir gülümsemeyle "Biliyor," diye mırıldandı. Cümlesi bitince gülümsemesi de yok olmuştu.

"Demek reddedildin."

"Yürümeyecek bir ilişki olurdu zaten."

Etrafı izlerken bu ölü gibi görünen yerdeki her şey bana kendimi kapana kısılmışım gibi hissettiriyordu. Gökyüzü bile sanki burada daha alçaktı. Etrafın, sonsuzluk boyunca aynı şeylerden başka sunacak hiçbir şeyi yokmuş gibi gözüküyordu. Sonsuzluğa kadar uzanan çamlar, dağlar, taşlar, kar, fırtına ve dondurucu soğuk... Hiç yaşamın olmadığı, hiç bitmeyen bir beyaz. Ama aslında burası tamamen ölü bir yer değildi. O zaman, herkes neredeydi?

"Marliyen," diye seslendim. "Aldin'de yaşayan herkes nerede?"

"En kuzeyde bulunan ev ailemin evi, onun dışında köyde yaşayan herkes daha güneyde ya da benim gibi daha doğuda yaşıyor."

Bir süre sessiz kaldım. Ağaçlara bakıyordum, hepsi birbirinin aynı olan ağaçlara.

"Her ağacın bir feyi var mıdır?" diye sordum sonra.

Gümüş YürekDonde viven las historias. Descúbrelo ahora