Bölüm 5 - Beyaz Şifacı ve Siyah Darka

6.9K 725 1.1K
                                    

Dönüyorduk. Aldin'in yerleşkelerinin olduğu kısma doğru yürüyorduk.

Marliyen, bana fey dünyasıyla ilgili bildiği her şeyi bir hiçliğin ortasında anlatmayacağını, donarak buz kesilmemizin ikimize de yararının olmayacağını söylemişti. "Geri dönelim, o zaman anlatacağım," demiş ve haritasını tekrar rulo yapıp hızla çantasına geri koyduktan sonra dirseklerimden tutarak kalkmama yardım etmişti. Bu biraz da beni dönmeye ikna etmek için söylenmiş bir cümleydi ve bunda başarılı olmuştu.

Konuşmuyorduk, dışarıdan sessiz görünüyor olabilirdim ama zihnimde iki saniyeliğine bile susmak bilmeyen sesler vardı ve çok gürültülülerdi. Belli ki Marliyen de ne söylerse söylesin bu gürültüyü bastırabileceğini düşünmüyordu.

Ya eve hiç dönemezsem...

Kona hala hayatta mı onu bile bilmiyorum.

Annem şu an ne yapıyor acaba?

Burada mahsur kaldım.

Fey topraklarında büyünün nasıl çalıştığını anlamalıyım.

Bir yolu olmalı.

Kona hayatta, en azından buna inanıyorum.

Ve bir yolunu bulacağım.

Marliyen ve ben, kaç saat boyunca yürüdük bilmiyorum ama kısa birkaç mola dışında yürümeye hiç ara vermedik. Hava karardığında yürümeye devam ediyorduk. Havanın kararmaya başladığını bile fark etmemiştim. Bu yüzden saatlerce, hiç durmadan yürümek bana zor gelmemişti. Gecenin de gündüzün de bir anlamı yoktu. Hafif bir rüzgâr, bir uğultu bize eşlik ediyordu ve ben yine umutsuzluğa kendimi bırakmaya başlamıştım, yine yavaş yavaş, dış dünyada kayıp olduğum yetmezmiş gibi zihnimde de kayboluyordum.

Bir ara Marliyen sessizliği bozarak "Düşmemeye dikkat et," dedi. "Az kaldı."

Çırpıkanatların evine yaklaştığımızı hissettim ve uzun süredir ilk defa konuşarak "Lütfen beni Çırpıkanatların evine götürme," diyebildim.

Onları sevmiştim, iyi kalpli, sıcak, yardımsever insanlardı ama kendimi onlara yük oluyormuşum gibi hissediyordum. Öyle olmadığımı biliyordum ama zaten Bayan Çırpıkanat'ın uğraşması gereken üç çocuğu vardı. Yeni bir tanesine daha ihtiyacı yoktu. Zaten o evde bir kişiye daha yer yoktu.

Marliyen usulca başını salladıktan sonra "Benim evime gidiyoruz öyleyse," dedi.

Marliyen'in küçük, tek katlı evine vardığımızda saat geç olmuş olmalıydı ama şafağın tekrar sökmesine hala çok vardı. Kapıyı açıp beni içeri buyurduğunda yüzümde ona teşekkür ettiğimi belli eden bir gülümsemeyle içeri girdim.

Marliyen içeri girdikten sonra ilk iş olarak birkaç mum ve fener yaktı.

Bu ev, Çırpıkanat'ların evine göre daha dağınıktı, ama sonuçta Marliyen bir misafir beklemiyordu, beklese belki de ortalığa bir çekidüzen verirdi, belki de vermezdi. Hiç önemi yoktu.

Girişin sağındaki duvara yaslanmış koltuğun üzerinde rastgele atılmış bir battaniye duruyordu. Karşıdaki duvarın sağ köşesine doğru da şömine. Yerde, kitaplığın hemen yanında açık ve ters dönmüş, kalın, siyah ciltli bir kitap olduğu dikkatimi çekti. Buranın öteki eve göre daha fazla kişiliği vardı, anlatabileceği ya da anlatmak istediği çok daha fazla hikâye barındırıyordu.

Marliyen şöminedeki odunları tutuştururken ben de şöminenin üstündeki rafta bulunan çerçeveleri incelemeye başladım.

Kalın çerçevelerden birinin içine bir resim konmuştu. Bu eserin sahibi her kimse çok yetenekli birisi olmalı, diye düşündüm. Resim, Marliyen ve Lumi'nin bir resmiydi. İkisi de çok mutlu görünüyordu. Lumi'nin üstünde yine beyaz bir elbise vardı, saçları ışıkta parlıyordu ve yaşı şimdikinden çok az daha küçükmüş gibi gözüküyordu. Marliyen de en az Lumi'nin saçları kadar parlak gülümsemesiyle Lumi'ye sarılıyordu. Ölümsüzleştirilmiş bir an, harika bir resimdi. Hangi boyalarla yapılmıştı söyleyemezdim, sonra tek düşünebildiğim keşke benim elimde de Kona'nın ve annemin bir resmi olsaydı, oldu.

Gümüş YürekWhere stories live. Discover now