Bölüm 11 - Kuyunun Dibindeki Yıldızlar

3.4K 483 756
                                    

Hana dönmeye ve sıradaki eylemlerimizin ne olacağını tartışmaya karar verdik. Kitabın nerede olduğunu bilmiyorduk ama kimde olduğunu öğrenmiştik. Gerisini getirmek fazla zor olmamalıydı. Söz konusu kişi Nos'un babasıydı sonuçta. Fakat tam da bu yüzden kitabın peşine düşecek miydik emin değildim.

Marlo ve Zaina sokakta ilerlemeye koyulmuşken ben Nos'un hareket etmesini bekledim, dönmesini, konuşmasını, son birkaç saattir davranışlarındaki tuhaflığı bırakmasını bekledim. Handan çıkmadan önce güldüğü gibi gülmesini ya da en azından bana gülerken baktığı gibi çevresine de yumuşak bakmasını bekledim.

Sanki donmuştu. Öylece duruyordu hala.

Ben de gidersem çok geçmeden o da peşimizden gelir, diye düşünüp sesli birkaç adım attım.

Gelmedi.

"Gelmeyecek misin?" diye sordum sırtına, az önce bana "Gidecek misin?" diye sorduğu gibi.

"Geleceğim." Sesi şimdi az önce anlatılan, yıllara sığmış olayları yalnızca birkaç dakika önce, yalnızca birkaç dakikada tekrar yaşamış gibi çıkıyordu. Yorgundu. Hatırlamak insanı pekâlâ yorabilirdi.

"Güzel öyleyse."

Tam dönüp gitmeye hazırlanırken adımı seslendi. Neredeyse esen hafif rüzgârın uğultusu yüzünden onu duymayacaktım, öyle zayıf bir sesle söylemişti. Adımdan başka bir şey söylemiş olsa duymazdım ama onun sesiyle gelen adım, her zaman duyacağım bir şey gibiydi. Öyle ki sağır olsam bile işitebileceğim bir şekilde söylüyordu.

Söyleyeceği şeyi söylemesini bekledim. O da bir süre bekledi.

"Senin gözünde ben kimim?" diye sordu sonunda, cevabı duymak istediğinden emin olamayarak. "Kuralları hiçe sayan bir günahkâr? Acımasız bir katil? Yüzleşmekten korkan bir kaçak?"

Yaşadıklarına rağmen karanlık gözleri yıldızlardan daha parlak ışıldayan bir genç. İyi bir dost. Kâbussuz uyuyayım diye düş engeli büyüsü yapma inceliği gösteren sessiz bir kahraman.

"Nos'sun," diye yanıtladım sorusunu. Yine. "Ve sanıyorum ki bu sefer senin hakkında yeterince bilgi sahibiyim."

Onu tanıdığım yaklaşık bir hafta içinde gördüğüm kadarıyla bir kaçaktan, bir katilden, bir "Doğramacı"dan çok daha fazlasıydı o, ancak insanlar sürekli öyle ya da böyle birisi olduğunuzu söylediğinde aksine inanmak zordu. Marlo'nun yalnızca "Marlo" olarak hatırlanmak istemesi gibiydi bu. Nos uzun süredir hiç yalnızca "Nos" olmamıştı.

Nihayet, yavaşça döndü, bana hayretle bakıyordu. Minnetle bakıyordu. Teşekkür ediyordu. Çünkü onun istediği de buydu: Yalnızca Nos olmak. Bir katil ya da günahkâr olabilecek en son kişi gibi görünüyordu. Yüzünden bir saniyede çok fazla duygu geçecekmiş de dudakları, kaşları ya da yanaklarındaki kaslar buna izin vermiyormuş gibi görünüyordu.

Onu bu işkenceden kurtarmak isteyip "Benim sıram," dedim gülümseyerek. Aramızdaki bu oyun fazlasıyla hoşuma gidiyordu.

Başını öne eğip belli belirsiz kıkırdadı. Güldüğünde hareket eden omuzları da gülüyordu. Dudaklarının rengi geri dönmüştü.

"Baban senin orada çalışmana nasıl oldu da izin verdi?" diye sordum soruma hazır olduğunu belirtmek için başını sallayınca.

"Onun gibi olmamı sağlayacağını bilse böbreklerimden birini hiç düşünmeden köpeklerimizin önüne atardı. Tek istediği buydu, onun olduğu askerin bir kopyası olmam. Daha iyisi ya da kötüsü değil."

"Yalnızca bir çocuktun," diye fısıldadım.

"İşkence etmek için yeterince büyük olduğuma karar vermişti."

Gümüş YürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin