Bölüm 7 - Doğanın Asıl Sahibi

3.6K 582 333
                                    

Önceden sevmediğim kış mevsiminden artık bütünüyle nefret ediyordum. Tüm bunlar yine yaşansaydı ancak mevsim kış değil de yaz olsaydı mesela, her şey bundan çok, çok daha farklı olurdu.

Kışın beyaz olması onun karanlık yönlerini saklamak için midir? İnsanları, neye yürüdüklerini bilmeden cezbetsin diye bir tuzak mıdır sadece güzel olması? Ya da daha açık olmak gerekirse, kışın kendine özgü o beyaz göz alıcılığı, fare kapanına koyulan peynirden farksız mıdır?

Kara bata çıka, yüksek sesle, tüm vahşi avcılara nereden gelip nereye gittiğini belli ederek yürümek, yavaşça bastıran uykunun sıradan ve yorgunluğun sonucu bir uyku mu yoksa uykunun öz kardeşi, ölümün ta kendisi mi olduğunu bilememek... Bir gün uyumak için gözlerimi yumduğumda aslında donarak ölüyor olursam bunu anlar mıyım? Ölüler, öldüklerini bilirler mi?

Burnumu çeke çeke, tahminimden çok daha az ince dalla Zaina'yı en son gördüğüm yere döndüğümde ne kadar süredir gezindiğimi bilmiyordum. Yön bilgim beni hiç yanıltmamıştı, yanılttığını sandığımda bile. Döndüğümde Zaina gitmişti ancak söylediğim gibi biri, tekrar oraya dönmüştü. Marlo hızla, olduğu yerde bir ileri bir geri yürürken beni görünce durdu.

"Eira, şükürler olsun."

Yüzündeki endişe başlarına çok kötü bir şeyin geldiğinin habercisi olmasın diye dua ettim, boştaki elim madalyonumu kavrarken. "Ne oldu, Nos ve Zaina nerede?"

"Bir şey olmadı, sadece..." Sağ kolumun üzerinde yeni doğmuş bir bebekmiş gibi tuttuğum dalların bir kısmını aldı. "Çok uzun süredir yoktun. Başına bir şey geldi sanıp endişelenmeye başladık. Nos kaybolduğunu düşünüp sen daha fazla uzaklaşmadan seni aramaya çıkmamız gerektiğini söyledi ama Zaina buraya döneceğini söyleyince ben de buraya geldim. Diğerleri kafayı yemeden yanlarına gitsek çok iyi olacak."

Kamp alanı olarak seçtikleri düzlüğe geldiğimizde Zaina kollarını kavuşturmuş, az önce Marlo'nun yaptığı gibi bir ileri bir geri yürüyordu. Nos da bir kayaya oturmuş, elindeki parlak bozuk parayı çevirirken bir bacağını titretiyordu. Gergin olduklarını fikri olmayan bir Datura bile anlayabilirdi.

Marlo ve beni gördüklerinde Zaina derin bir nefes verdi.

"Seni tek başına gönderdiğim için az daha kendimden nefret edecektim," dedi Zaina gülerek, gergin olduğunu belli etmemeye çalıştığını fark ettim.

"Yakalım şu ateşi artık."


Kışın orta yerinde ateş yakmak sandığımdan çok daha zordu. Yakma girişimlerimiz rüzgâr tarafından pek çok kez başarısızlığa uğratıldı. Bir kez de ateşi güç bela yaktıktan sonra esen kuvvetli rüzgâr yalnızca ateşi söndürmekle kalmadı, tüm dumanı yüzlerimize savurdu ve gözlerimizi yaktı. Yorgunduk, açtık ve sabrımız tükenmeye başlıyordu.

Sayısız denemeden sonra ne kadar süre yanacağını bilmediğimiz bir ateş daha yaktık. Marlo ve Zaina uyurken Nos ve ben de nöbete kaldık.

Nöbet yine dövüş eğitimiyle geçti ancak bu sefer odağımızı dış dünyadan bir anlığına bile olsa koparmadık. Biz nöbet tutmak yerine hançerle dövüşmekle uğraşırken bir hayvan saldırısına uğrasak Nos da ben de böyle bir sorumluluğun, böyle bir hatanın ağırlığı altından kalkamazdık.

Nos, bana karşı sakin ve yavaştı. Öğrenebilmem ve bunu yaparken kendimi yaralamamam için çok uğraşıyordu. Basit hamlelerdi gösterdikleri. Bu hızla her gün iki saat kadar çalışsak önümüzdeki otuz ya da otuz beş yıl içinde uzmanlığı hançerler olan bir savaşçı olabilirdim. Tabi bu da o zamana dek sahip olacağım sırt ve bel ağrılarına pek iyi gelmezdi yüksek ihtimalle.

Gümüş YürekOnde histórias criam vida. Descubra agora