•Başlangıcın Sonu•

1K 45 3
                                    

|Funda Arar- Yak Gel|

"Her şey vaktini bekler, ne gül vaktinden önce açar ne de güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir."

Art arda işittiğim silah sesleri ve bağırışlar aldığım soluğun hızlanmasına sebep oldu. Kalbimin atışını hissediyordum resmen sol tarafımda. Ve biz bu odada kilitli kalmıştık. Kapıdan uzaklaştım refleksif bir hareketle ve pencerinin yanına gidebildiğim en uzak noktaya gittim. İşittiğim her bir ses sanki bedenime acı veriyormuş gibi hissediyorum. 

Hiç bir 'çatışma'ya şahitlik etmemiştim lakin muhtemelen bir çatışma oluyordu aşağıda. Çünkü durduk yere dağ başında bu kadar silah ateşlenmesinin mantıklı bir nedeni olamazdı değil mi? Pencerenin sağ tarafından dışarı doğru baktığımda aydınlanmak üzere olan havayı gördüm daha sonra da evin ön tarafına doğru giden birkaç adam ve sonsuzmuş gibi görünen ağaçlar girdi görüş açıma. Ne oluyorsa ön tarafta oluyordu.

"Arel." diye mırıldandı Leyla. Arel'in geldiğini ve bu çatışmanın da o sebepten mi çıktığını düşünüyordu. Benimde bir an zihnimden geçmişti lakin bu da Oğuz'u öldürüyor olmaları tahmini gibi yersizdi. "Arel olamaz." diye karşılık verdim Leyla'ya. "Onun silahı bile yok." üstelik onun etrafında onun için çatışmaya girecek silahlı adamlar bile yoktu. Arel'in bir şoförü bile yoktu. Sadece Serhan vardı yanında ve Serhan'ın tek başına onca adamı indireceğini hiç sanmıyordum.

"Haklısın Arel için fazla basit bir yöntem. O işlerini kaba kuvvetle çözmez zekasıyla çözer." dedi Leyla kendinden emin bir tavırla. O gerçekten biz burada böyle tutulurken Arel'in hangi şekilde kurtaracağını mı düşünüyordu. Ve bu durumda bile neden Arel'in bahsi geçince ona olan hayranlığını belli ediyordu. Aslında o neden Arel'in adını ağzına alıyordu ki? Derince bir soluk aldım, kıskançlığın sırası değildi. 

Bakışlarımı pencereye çevirdim, demir korkuluk yoktu ve ikimizin de bedeni sığardı. Lakin ikinci kattaydık, atlatabilir miydik ki? İşittiğim silah ve bağırış seslerini umursamadan pencereden aşağı doğru baktım, atlanmayacak gibi değildi fakat ayağımı ya da başka bir kemiği kırma ihtimalim kesinlikle vardı. Hem hangi şehirde olduğumuza bile emin değildim ve sonsuz gibi görünen bir çam ağacı ormanı vardı önümde. 

"Avukat." diye bağıran Barlas'ın sesini duyduğumda odağımı pencereden çekip kapıya çevirdim. O gerçekten Barlas'ın sesi miydi yoksa artık yorgunluktan kendi kendime sesler mi duyuyordum? Leyla'nın da bakışları benim gibi kapıyı bulduğunda o hareketlendi ve kapının önüne doğru geçip "Buradayız." diye bağırdı. Birkaç saniye sonra "Leyla," diye bağıran Barlas'ın sesi geldi tekrar. Lakin bu defa daha net ve daha yakından geliyordu. 

Adımlarımı ben de kapıya doğru yönelttiğimde kapının kulpunun sertçe iki defa aşağı infiğini gördüm. Barlas gelmişti, gerçekten gelmişti. "Çekilin, ateş edeceğim." diye konuştuğunda Barlas ikimizde kapının sol tarafına geçtik ve kapının kilidine iki defa ateş etti. Barlas bu deda kilidi kırılmış kapıyı sert bir tekmeyle ittirdiğinde kapı açıldı ve elindeki silahla siyah gözleri anında bedenimin üzerinde gezindi. "Çıkmamız gerekiyor." dedi telaşlı çıkan sesiyle.

"Ertuğrul Karataş bir ordu adamla buraya geliyor." diye konuştu ve biz tam arkasındayken kapıdan dışarı çıktı. Tavırları fazlasıyla aceleciydi. "Ertuğrul Karataş'ın ne kadar adamı olabilir ki?" dedi Leyla Barlas'ın arkasından merdivenleri inerken, sanırım Barlas'ın bu telaşını yersiz bulmuştu. Ben ikisininde arkasındaydım. Ve korkuyordum, işittiğim silah seslerine yaklaşmak mideme kramplar girmesine sebep oluyordu. "'Şövalye'nin cömert eli kaç tane verdiyse." diye yanıtladı Barlas.

KATRE-İ ADALET |+18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin