33

411 38 0
                                    

Telefonumun titremesi ve mesaj bildirimi gelmesi için çıldırıyordum. Sebebini bilmediğim bir şekilde gerçekten o mesajın gelmeyeceğini de düşünüyor olduğum gerçeğiyle yüz yüzeydim. Nitekim sorun etmiyordum. Bunun sebebi zaten ben olduğum için, sorun etmediğim gibi kızamıyordum da.

Kendime anlam veremiyordum. Bu şey dışardan bakıldığında o kadar ütopik duruyordu ki, klişeliğine kusasım geliyordu. Aptalcaydı. Yaşadığım şey, hissettiğim her duygu abartı ve saçmaydı bana göre.

Çünkü ben bir şey hissetmeyeli uzun zaman oluyordu ve bu yüzden kendime kızıyordum. Birkaç ayda tanıdığım birine, üstelik yüz yüze doğru düzgün konuşmadığımız halde güvenmek neyin nesiydi anlamıyordum.

Bir erkeğe, asla hissetmeyeceğime emin olduğum duygular beslemek, sebebi veya güzel bir bahanesi olmadığı halde güvenmek neydi gerçekten anlamıyordum. Yıllardır yanımda olan arkadaşlarıma bu kadar güvenmezken ona nasıl güvenebildiğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu ve bu canımı sıkıyordu.

Ona karşı içimde kendini gösteren şeylerin ne olduğuna dair pek bir fikrim yoktu ama bir erkeğin bir erkeğe hissedeceği masum duygular değildi, buna emindim.

Durup dururken benimle ilgili şeyleri sorgulaması, sinirli anlarımda sürekli dalga geçip beni güldürmesi, bende kimsenin fark etmediği şeyleri görmesi,  ince ince yürüyüşleri... Ne bileyim, hoşuma gidiyordu.

Gidiyordu gitmesine ama, sorunlar çoktu anasını satayım. Onunla konuşmak güzeldi, eğlenceliydi falan ama ona durduk yere umut veriyordum. Benim ilerim de, sonum da belliydi. Onu bu kargaşaya çekmem saçmalıktı. Ne sevgisini küçümsüyordum ne de hisleriyle dalga geçiyordum. Onu bir şekilde kendimden uzak tutmam gerekiyordu çünkü bağlandıkça daha çok canı yanacaktı. Daha çok üzülecekti. Ve ben, benim mutluluğumu bu kadar düşünen birini üzmek istemiyordum.

Sen benim sevgime layık değilsin, derken ciddi olmadığını ve sinirden böyle söylediğini elbette biliyordum. Kırıla kırıla parçası kalmamıştı, farkındaydım ve bu yüzden istemediği sözler sarf etmesine kızmıyordum, haklıydı.

Bana ne kadar öfkeli olduğunu da görebiliyordum. Karşısında olmama rağmen yüzüme bile bakmıyor oluşu, bunu açıklıyordu.

Teşkilat-ı İİBF masasında teşkilattaki diğer çocuklarla oturuyordu ve ben de karşısındaki masada tek başıma oturuyordum. Aradaki masalarda oturan birkaç öğrenci daha vardı ama benim gördüğüm tek kişi o kırık kalpli çocuktu. Üzülüyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Yapmam gereken şeyi yapıyordum. Ya da yapmam gerektiğini düşünüyordum.

"Boş mu?"

Bakışlarımı telefondan kaldırmadan karşımdaki sandalyeyi göstererek soran kıza umursamazca cevap verdim, her zamanki gibi.

"Hayır."

Kızın kıkırdadığını duydum ama kantin çok kalabalık olduğu için belki de yanılmıştım.

"Bana boş görünüyor," dedi bu kez.

Omuz silkerek telefonuma bakmaya devam ettim.

"Değil, egom oturuyor orada. Rahatsız etmezsen sevinirim."

Karşımdaki sandalyenin çekildiğini fark ettiğimde başımı istemsizce kaldırıp baktım. Kız, sandalyeye oturmuş gülümsüyordu.

"Komiksin, yarım saatten fazladır seni izliyorum. Tanışabilir miyiz?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırdım.

Kız, siyah saçlarını örmüş sade bir şekilde sağ omzuna almıştı. Güzeldi, yalan yok. Ama ilgimi çeken o değildi.

"Hayır," dedim ters bir şekilde. "Masamdan kalkar mısın?"

Kızın yüzü düşerken umursamamaya devam ederek tekrar telefonuma döndüm. Bu devirdeki kızlar da fazla cüretkardı. Garipsiyordum.

Kız sandalyeden kalkarken önümdeki kapağı açık su şişesini eliyle itti. Üzerime dökülen suyla ayağa kalktığımda umursamadan arkasını dönüp giden kıza sövmemek için dilimi ısırdım.

Hep mi beni bulurdu arkadaş!

Siyah pantolonumu çekiştirip elimle silmeye çalışırken oflayarak üzerime baktım. Harika, cidden harika. Reddedilmek bu kadar mı dokunurdu bir insana?

Sinirle telefonumu masadan alıp cebime atarken başımı kaldırdım ve istemsizce bakışlarım Burak'la buluştu.

Gülüyordu.

Çok komik, amına koyayım.

Gözlerimi devirerek kantinden çıktım. Zaten dersim olmadığı halde okula ne diye gelmiştim onu da bilmiyordum.

Fakültenin önünde sigara çıkarıp yakarken durağa yürümeye başladım. Çakmağı cebime sokarken omzuma çarpan biriyle başımı kaldırıp arkama baktım.

"Dikkat et lan," diye söylenirken çarptığım kişinin Umut olduğunu görerek sustum.

"Pardon kardeşim, görmedim."

"Sorun değil, görüşürüz," diye karşılık verdikten sonra tekrar önüme dönüp yürümeye başlamıştım ki, Umut'un sesiyle durdum.

"Tunahan,"

Gözlerimi kapatıp açtım. Hayır, bugün cidden bu okula gelmemiş olmayı dilemeye başlamıştım. Ona dönerken çoktan yanıma gelmiş olduğunu fark ederek gelecek yumruk için saniyeleri saydım. Lakin, gelmedi.

"Burak'la aranı düzelt," dedi sadece.

"Umut, sen karışma abi," dedim tek düze bir ses tonuyla.

"Karışmak istemiyorum ama onu böyle görmek istemiyorum. O benim en yakın arkadaşım oğlum, yapma lan."

"Burak'tan uzak durmam lazım Umut. Bunu onun iyiliği için yapıyorum, üzülmesini istemediğim için. Karışma o yüzden. Hadi eyvallah."

Neden insanlar empati kuramıyordu amına koyduğum yerinde?

00.00 [boyxboy]Where stories live. Discover now