17. Bölüm; 'Maske'

Começar do início
                                    

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ya uyanmazsa? Sonuçta başına yakın bir yere darbe aldı ve çok kan kaybetti."

Kupayı sehpaya bıraktım. "Please, Sedef. Eminim Saffar ilk defa bu kadar kan kaybetmiyordur. Ayrıca abin çok kansız bir adam, yani kansız kalmak ona koymaz."

Saffar'ın tıp atıp kopyası olan koyu kahverengilerini suratımda gezdirirken "İyi olur değil mi?" diye sordu çekinerek.

"Olur tabii. Endişelenme. Bak kendimden örnek verecek olursam, bir keresinde bar kavgasına karışmıştım ve bir kız kocaman bir sürahiyi kafamda kırmıştı. Etraf kan gölü olmuştu ve ben o gölün kendi kanım olduğunu üç saat boyunca anlamamıştım. Kavga etmeye devam ettim."

Sedef merakla tek kaşını kaldırdı. "Sonra?"

"Sonra kan kaybından bayıldım işte. Bir de yaklaşık bir hafta kadar hastanede takıldım ama bak, şu an sapasağlamım." Tebessüm ettim. "Ha bir de o bayılma dediğim şey kalp durmasıymış meğersem de... Orasını boşver. Allah'dan bazı barmenler kalp masajı yapmayı biliyorlar. Sen sonuca odaklan, hâlâ hayattayım."

Bu anım onu ürkütmüştü. Birkaç dakika ne diyeceğini bilemiyormuş gibi suratıma baktığında onun konuşmasına izin vermeyerek "Benim asıl anlamadığım şey, bu ettiğiniz kavga nasıl şiddete döndü?" diye sordum. "Beni yanlış anlama. Özel bir kavga nedeniyse söylemek zorunda değilsin ama gerçekten çok merak ettim. Boyum kadar olan bir vazoyu ne oldu da Saffar'ın başında patlattın?"

Sedef kahve kupasını yanındaki masaya bırakarak mahçup bir ifadeyle beni süzdü. Ne kadar mahçup ve üzgün görünsede, asık suratının altında kuzu kuzu yatan o öfkenin pençelerini görebilmiştim. Sedef genel olarak -Poyraz ailesini göz önüne aldığımda- masum bir kızdı, en azından yüzü öyle gözüküyordu fakat dikkatli bakınca o masumluğunun altındaki canavarın nefesini burnunuzda hissedebiliyordunuz.

Melek yüzlü şeytan denilen bir tipi vardı yani. O aurayı Sedef'den almıştım.

"Eski kocam bir ormanın ortasında ölü olarak bulundu." dedi Sedef patadanak. "Bende abimin yaptırdığını düşündüm ve ona sinirlendim."

"Ah, haberlerde gördüm o olayı. Başın sağolsun." diye fısıldadım. "Bu arada ex kocanı Saffar öldürseydi sana söylerdi. Söyledi mi?"

Sedef duraksadı. Oval yüzünün her bir karesinde şaşkınlık gezinirken "Hayır." dedi ikilemde kalmış gibi. "İtiraf etmediği için kavga etmiştik zaten sonra ben çok sinirlenerek..." Durdu, bakıştık. "Sence yapsaydı itiraf eder miydi?"

"Dalga mı geçiyorsun, canım? Abinden bahsediyoruz. Bundan... Bu tipten..." Elimde uyuklayan Saffar'ı işaret ettim. "Bu yediği boku, 'Ben yedim, ben yaptım.' diye bağıra bağıra söyleyen bir adam. Bunun korkusu yok ki. Bunun kimseden korkusu yok. Bu bir bok yediyse, itiraf eder." Güler gibi bir ses çıkardım. "Babamı vurdurttuğunda bile gelip bana 'Ne güzel vurdurttum!' muhabbeti yapmış bir insan, sence ex kocanı öldürseydi sana söylemez miydi?"

Sedef dondu. Mimikleri, ifadesi ve hareketleri tamamiyle donmuştu. Bir süre aval aval suratıma baktığında "Ah, hadi ama..." dedim kuru bir sesle. "Gerçekten Saffar'ı işlemediği bir cinayetle suçladın ve onunla kavga ettikten sonra koskocaman vazoyu ensesine mi geçirdin? Wow... İdolüm artık sensin."

Sedef titreyen elleriyle yüzünü mest ettiğinde onu suçluluk duygusuyla yalnız bırakarak yavaşça yerden kalktım ve koltuğa oturdum. Evin içi loştu, ışıklandırma sistemi yok denecek kadar azdı ama yine de dekorasyonu net bir şekilde görebiliyordum. Saffar evinin içinide kendi karanlığına gömmüştü. Salon duvarlar haricinde simsiyahtı; koltuklar, televizyon ünitesi, kitaplık, halılar... Siyahın en koyu tonuyla birleşmişlerdi. Bunun dışında siyah haricinde sadece gümüş rengi kullanılmıştı, bunu da küçük salon aksesuarlarında kullandığı için pek göze batmıyordu.

MaziOnde as histórias ganham vida. Descobre agora