١٥) nikâh.

5.1K 483 21
                                    

٠٠٠

Hamza,karşımda dikiliyordu. Başı yerdeydi. Kafamı çevirip anneme ve babama baktım. Şaşkın gözlerle bize bakıyorlardı. Elinde yüzük,yüzünde mahcubiyet karşımda duruyordu Hamza.
- Hamza. Şimdi sırası değil,şimdi değil.
Kafasını kaldırmıştı ama gözleri hâlâ yerdeydi. Bugün onun yüzüne hiç bakmamıştım. Kudüs'ün heyecanı sarmıştı beni. Üstünde lacivert bir tişört,koyu bir kot pantolonu vardı. Fiziği gayet düzgün olduğu için,ne giyse yakışıyordu. Esmer olduğu için lacivert hele bayağı yakışıyordu. Stresten saçlarını kestirmişti. Haklıydı burda yaşamak stresliydi.
Bir şey söyleyecekti bana,ama ne ?
Kafamı kaldırdım,duruşumu dikleşirdim.
Hamza ile aynı anda ;
- Olmaz ! Dedik.
İkimiz de karşılıklı gülümsemeye başladık. Ağzımla elimi kapatmış,karşımda benimle beraber gülen Hamza'ya gülüyordum.
- Ne gülüyorsun ?
+ Sana gülüyorum Hamza.
- Ee,ben de sana gülüyorum.
Yüzüğü cebine koyup koşmaya başladı.
Bir anda hepimizi ciddiyet kaplamıştı. Nereye koşuyordu bu çocuk ? Niye koşuyordu ? Ortam yumuşamıştı nasılsa.
Esma evdenrak yanıma geldi.
- Niye gülüştünüz Şühedâ Hanım ?
O da kıkırdıyordu.
- İkimiz de birbirimize gülüyormuşuz meğer. Nereye gitti şimdi ?
+ Hay Allah iyliğinizi versin yâhu. Onun her zaman kaçtığı bir yer var. Oraya gitmiştir.
- Nerede burası ?
+ Eski çarşının ilersinde.
- İlk önce çarşıyı gezdikten sonra gidelim oraya,çok merak ettim.
+ Tamam,olur.
Annemleri Hacer Teyze'yle eve gönderip tam da hayâlini kurduğumuz gibi Esma ile gezmeye başladık. Kudüs'ün her karesine adım atmak istiyordum.
- Esma,şu poşiden almak istiyorum ben. İstanbul'a dönünce devamlı takarım. Hım,bir de şu atkıdan. Aa sonra şu tişörtten. Bir de şu Filistin fotoğrafından,dönünce çerçeveletirim. Bir de filistin bayraklı bilekliklerden alayım. Sonra...
+ Şühedâ,ukhti. Yavaş ol,ilk defa mı görüyorsun diyeceğim de,sen de haklısın.
- Ee,yani. Sen sus da şunları alalım,hadi bir el at. Pazarlık yapalım biraz.
Eski çarşıda böyle geziniyordum. Çarşıdan çıktığımda yiyecekten,kıyafete hatta kokuya kadar her şey vardı. Ee,ne yapayım,bir kere geliyorum. Hepsinden bir hatıra kalsın. Evet,param çok azaldı ama helâl olsun hepsi bu vatana.
Şimdi yokuş aşağı iniyor,dar sokaklardan geçiyorduk. Her yeri taş, merdivenli dar sokaklardan. Hamza her üzüldüğünde bu yolları mı yürüyordu ? Açıkcası çok şanslıydı çok. Dura dura ilerliyorduk,çünkü havayı içime çeke çeke,her adımımı,her taşı ezberleyerek gidiyordum. Esma bana o yemyeşil gözleri parlamış hâlde bakıyordu. Seviyordum bu kızı işte. Candı,canândı.
Dar sokaklardan geçen esen hafif rüzgâr,yüzümü okşuyordu. Allah'ım ! Bu ne kadar güzel bir his,ne güzel nâsip. Gelmek isteyen herkese nâsip et ! âmin.
Üstümde siyah bir ferâcem vardı. Başıma da siyah bir örtü örtmüştüm. Aldığım poşiyi hemen boynuma dolamıştım. Bileklikleri de hemen takmıştım. Ayağımda da kalıplı bir ayakkabı vardı. Kendimi El-Kassam Tugayları gibi hissediyordum. Mücâhide gibi. Bu işler kıyafetle olacak işler değil vesselâm,imân lâzım imân. Vatan sevgisi lâzım. Merdivenlerden inerken pat pat diye sesler çıkıyordu ayağımdan. Heyt be biz geliyoruz ! Genç mücâhideler. Biiznillâh !
Esma da aynı benim gibi giyinmişti. Hım. Benden daha güzeldi o. Peçesi vardı. Evet,peçeliydi ! Yeşil gözleri siyahlar içinde pek bir güzeldi. Kolunda bir çantası vardı. İçinde hep Kur'ân taşıyordu. Ağzından duâlar düşmüyordu. Hamza'nın nasıl bir insan olduğunu bilmiyorum daha.
Abim.
Evet abim !
Yanımda değil. Nasıl gitti aklımdan ?
İnşaAllah bağlantı kurabilirsek görüntülü konuşacaktım bu akşam.
Cancağzım. Nasıl da özledim. Burnumda tütüyor. Akhi'm benim. O da olacaktı burda,o zaman görmeliydiniz Filistin sokaklarını. Kim bilir ne yapıyor ? Kaç demlik çay içiyor acaba ? Efkârını sevdiğim çaycı. Deminde demlenir o da. Sanki çaysız yapamazmış gibi. Ben bilirim,uyuyamaz da. Sınavları da var. Akşam olsun hele bir,aldıklarımı da gösteririm. Yüzü düşmezse tabii.
Ahmed. Ha evet. Kardeşi Mustafa. Haberini almadı daha.
Kahrolası israil.
Gelemedi toprağına. Gelemedi kardeşinin cenazesine.
Hamza,Mustafa'nın yanında kalıyordu. Süt kardeşler onlar da. Kardeşten öte olduklarını anlamıştım onları yanyana sohbet ederken görünce.
Mustafa, yarınki eyleme katılacağını söylemişti. Hamza'yı dâvet etmişti. Hamza hastaneye gitmesi gerektiğini söyleyerek,nazikçe reddetmişti. Mustafa hepimizle helâlleşip ;
- Ahmed'ime iyi bakın. Yalnız kalacak yarın. Kimsemiz yok birbirimizden başka. Hamza kardeşim. Önce Allah'a sonra sana emânet.
Hissetmiş miydi şehîd olacağını ? Ağlamış mıydı şehîd olmadan önceki gece ? Uzun boyuna aldırmadan girmiş miydi bütün kazılan çukurlara,kör kuyulara ?
Hamza o akşam eve geldi. Perşembe'yi cumâ'ya bağlayan gece.
Mustafa,dedi takâtsizce. Evdekiler anlamıştı zaten. Başları öne eğik ,
- İnna lillâhi ve inna ileyhi râciun !
Âyetini tekrarlamışlardı üç kez.
Hamza anlatmaya başladı. Çünkü...
Çünkü...
Mustafa'yı Hamza tedâvi etmeye çalışmış,onu kurtarmaya çalışmıştı.
" Bismillah. Telâşla Mustafa'yı kurtarmaya...
Âh. Çalışıyordum. Çok..çok kötüydü. Yüreğinden kurşun yemişti. Dövülmüş üstelik. Bu kadar eziyet,eylemin öncüsü olduğu için. Nesi suç bunun ?
Sağ şehâdet parmağı devamlı havadaydı. Ben anlıyordum. Kardeşim... Şehâdet getiriyordu devamlı.
Nasıl zordu biliyor musunuz ?! Bakakaldım onu bana getirdiklerinde. Ağlayarak,duâ ede ede kurtarmaya çalıştım ! Yüreğim yandı ! Sarılamadım cansız bedenine ! Öpemedim alnından ! Kardeşim,sabret diyemedim kulağına ! Omuzlarından sarsıp uyan Mustafa uyan diyemedim ! Bu acı mezara kadar benimle gider ! Önce babam,sonra hastanedeki çocuk,sonra cân kardeşim Mustafa ! Ahmed'e ne diyeceğim ben ? Nasıl söyleyeceğim ? Şimdi Mustafa olmayan eve nasıl gireyim ben ? Nasıl açayım kapısını ?! Uyuyamam ben o evde,uyuyamam ! Gidemem...
Cenâzesi yarın Mescid-i Aksâ'dan kalkacak. Şehîdliğe gömülecek. Duâ edin ona,duâ edin... "
Hamza.. Hamza..
Yüreği yanıyordu,yüreğini sevdiğim. Çok ağır şeyler yaşıyordu. Bu konuşması... Hıçkırarak ağlayamadım yanında. Ellerini nereye koyacağını bilemiyordu. Ellerini tutup ağlama diyemedim. Bakın,bu acıdır. Bu sancıdır. Neresinden tutsam elimde kalacak gibi... Bu acıya yüreği dayanır mı ? Hamza günden güne çöküyordu. Eriyordu gözümün önünde. Hastanede yaşadıklarını daha bilmiyorduk bile...
İşte bir hafta geçmişti bu olayın üstünden. O gün bugündü. Hamza'ya iyi gelmesi için de gelmiştik Kudüs'e. Belki de artık hayatındakileri kaybetmemek için bir hamle yapmıştı,ikimizin adına.
Ama iyi gelmemişti işte ona burası. Her zaman kaçtığı yere kaçmıştı yine.
Toprak bir yola indik. Ayakkabılarımızdan çıkan toprak sesi bana huzur veriyordu. Dört yol ayrımına benzeyen bir yere gelmiştik. Sokaklar eskiydi. Ev yok denecek kadar azdı. Bir sürü moloz yığını vardı. İçim acıyordu yürürken. Burası Filistin'di işte. Köşede ayakta kalmış bir ev vardı sadece. İlerde park denmez ama kırık dökük bir alanda biri oturuyordu. İki elini dizlerine koymuş,gözleriyle toprağa bakıyordu. Yaklaştıkça Hamza olduğunu anladım.
- Burası işte Şühedâ...
Selâm vererek yanına yanaştık. Selâmımızı almıştı ama başı yerden kalkmıyordu. Çünkü ağlamıştı. Yüzünü bir çırpıda sildi ve ,
- Şühedâ. Nasıl diyeceğim bilmiyorum. Belki sana iyi gelmiyorum. Oturup konuşacak kadar vaktimiz yok. Olmamalı da zaten. Benim hayatımı gördün. Şey... Hâlâ benimle beraber misin ?
+ Ee... Şey... Evet.
- O zaman bugün kendine elbise almayı unutmuşsun galiba. Beyaz bir elbise almanı isteyeceğim senden. Mescid-i Aksâ'ya öğle namazından sonra gel.
+ Ta..tamam.
Efendim ? Yarın mı ? Nasıl yani ? Ne olacak ? Amanın ! Aklıma gelen başıma mı geliyor yoksa ?!
Hıphızlı adımlarla geldiğimiz tarafa yani eski çarşıya yürümeye başladık.
- Esma,ne oldu şimdi ?
+ Abim artık ciddi. Uzatmak istemiyor. Dün gece konuştuk onunla. Senin ailenle konuşmuş,onaylarını almış.
- Oha,ne zaman yapmış bunları ? Başına saksı mı düştü ?
+ Ahaha Şühedâ, çok komiksin ukhti. Hadi yürü.
Çarşıya gelmiş,beyaz bir elbise arıyordum. Ben.. Elbise arıyordum elbise... Bizimkiler nasıl hemen onay verdiler yâhu ? Bana niye bir şey söylemiyorlar ?
Yokuş yukarı tırmanan çarşıda bir aşağı bir yukarı gidiyorduk. Sonunda sade,dümdüz bir elbise bulmuştum. Hemen üstüne bir örtü almıştım. Hemen Aksâ'ya giderken üstüne ferâcemi giyip öyle gidecektim,elbise içimde kalacaktı.
Akşam eve vardığımızda hemen abimi aradım. Görüntülü konuşmaya başladık.
- Abi ! İnanmıyorum,saçların ?
+ Kızım sakin ol,çok uzamıştı kestirdim.
- Hıhı kesin öyledir.
+ Sen beni bırak,ne yaptın oralarda,tam iki hafta oldu.
- Abi çok şey oldu çok. Gelince sana roman hâlinde versem olur mu ?
+ Hah şakacı. Tamam ben anladım.
- Yarın..şey.. Nikâh..
+ Efendim ? Nikâh mı ?!
- Evet...
+ Resmi nikâhın burada olacak küçük hanım.
- Tamam tamam. Yarın bir geçsin. Abi ya çok özledim seni.
+ Ben de kardeşim ben de. Sabahtan akşama kadar evdeyim,kaç demlik devirdim,sayamadım.
- Ben biliyordum. Saçların da aynı sebepten gitti. Sıfıra vurdurmuş,on numara adam. Evde geberirsin,deli.
+ Siz gelmezseniz asıl o zaman gebereceğim. Niye yakışmamış mı ?
- Yakışmış,yakışmış. Bak saç yoksa kıyafetini adam gibi giy. Üstüne kareli gömlek giy.
+ Ne alaka şimdi ? Tamam,giyip fotoğraf atayım istersen.
- Oo çok iyi olur beyefendi.
Biz konuşurken Esma yanımızdaydı. Sadece bir saniye abimin yüzünü görmüş,sesini duymuştu. Anında dışarı çıkmıştı. Gülümsemiştim arkasından.
-
٠٠٠
Sabâhul khayr.
Kuşlar cıvıldıyor,güzel bir güne uyandığımı hissediyordum. Strestliydim açıkcası. Heyecanlıydım bir de tabiiki. Hemen giyindim,beyaz elbise ve beyaz örtü.
Hep beraber vakit gelince evden çıktık. Kudüs'e Aksâ'ya doğru. Beyt'ül Makdis'e doğru...
Gidene kadar kafamı yerden kaldıramadım. Aşırı derecede utanıyordum.
Kudüs'e çok çabuk varmıştık. Allah Allah,bu kadar yol nasıl bir çırpıda bitmişti ? Annem elimden tutmuş,bana bir şeyler fısıldıyordu.
- Kızım. Hamza konuştu bizimle. Bir şartla olur dedik. Nikâhtan bir hafta sonra istanbul'a döneceğiz.
+ Anne. İki hafta olsun.
- Ama kızım.
+ Anne,ne olur ?!
- Eh,peki tamam. Öyle olsun.
Avlunun basamaklarını çıkarken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. İnşaAllah hayra yürüyordum şu anda.
Kubbetü's Sahra'nın altın kaplama kubbesine bir bakış atarak aklıma o an hangi duâlar geldiyse etmeye başladım.
Allah'ım hayırlı eyle ! Utandırma Ya Rab !
Sağ ayakla Aksâ Câmii'ne girmiştim. İmamın namaz kıldırdığı yerde Hamza ve Aksâ'nın imamı !
Bir saniye.
Aksâ'nın imamı mı ?
O mu kıyacak nikâhı ?
Allah ! Sen büyüksün. Nâsibe bak.
٠٠٠
Hamza'nın karşısına nasıl oturduğumu bilmeden yaptığım ilk şey gözlerimi kapatmak oldu. Bilmem kaç dakika geçmişti nikâh için.
Nikâh kıyılana kadar ömrümden ömür gitmişti. Ama dert değildi,birinin ömrü benim ömrüme eklenmişti.
Hamza bana Şühedâ diye seslenince daha da anlamlandı ismim ağzında. Ağlamak geldi içimden.
- Ehlen ve sehlen habibi.
Habibi mi ? Gerçekten şu an öyle miyiz ? Rüya değil, değil mi ?
+ Eh ? Şükran ya habibti,şükran.


*******
Selâmun aleykum dostlar.
Yeni bölümümüz de burda bitmiş bulunmakta. Bilmem beğendiniz mi ? :)
Gününüz hayrolsun,bölümü seve seve okumuşsunuzdur inşaAllah :)
Allah'a emânet...

Şühedâ.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin