Bölüm 18

73 8 3
                                    

Luke yüzünün sol tarafını kitabının açık sayfasına yaslamış, penceresinden gökyüzünü seyrediyordu. Kasabanın her tarafında bugün yazı aratmayacak türde parlak ve sıcak bir güneş olduğu için herkes dışarıdaydı. Çocuklar bahçede ya da sokakta top oynuyor, bağırış çağırışları Luke'un odasının açık penceresinden içeriye süzülüyordu.

Luke canı sıkılmış gibi ofladı. Başını kaldırdığında yanağında kitabın sayfalarının üstündeki yazıların neredeyse hepsi yanağına yapışmıştı. Bunu görünce hazırlıksız yakalandığım için anında kıkırdamaya başladım. Kitaptan okuyacağım o sayfayı yanağından da rahatlıkla okuyabilirdim. Ama Luke neyin beni bu kadar güldürdüğüne pek aldırış etmedi. Güneş üstüne vurduğu için de bir yavru kedi gibi mayışmış, altın sarısı saçları birbirine karışmıştı. Nerede ve kim olduğunu sorsam yanlış cevap vereceğinden emin olacağım kadar kafası karışmış bir şekilde yüzümü seyrediyordu.

"Dışarıda hava çok güzel."

Onu onaylamak için başımı salladım. Gerçekten de hava eve tıkılıp ders çalışmak için fazla harikaydı. Günü bu şekilde harcıyormuşuz gibi hissediyordum ve böyle hissettiğim zamanlar çok nadir olurdu. Yapmam gereken şeylerin öncelik sıralamasını havanın güzel ya da kötü oluşu etki etmezdi. Ama bugün güneş insanların sorumluluklarını bir kenara bırakıp, tüm kuralları bozmaları için teşvik edecek kadar pırıl pırıl parlıyor, çevreye yaz havası saçıyordu.

"Keşke dışarı çıkabilseydik..." dedi Luke, dışarıya bakarak özlem dolu bir iç geçirmeyle.

"Bunu yapamayız," dedim ben de. İlk defa bir şeyi reddetmek çok zordu benim için. "Yarın sınavımız var."

Luke sanki midesinin bulanmasına sebep olacak kadar kötü bir şey anlatmışım gibi suratıma çevirdi mavi gözlerini. Yanaklarına yapışmış harfleri görünce tekrar gülesim geldi.

Güçlükle ders kitabının sayfalarını çevirdi. Her bir sayfayı büyük bir yavaşlıkla, zamana meydan okuyarak geçiyordu. Sınava kadar sorumlu olduğumuz kısmı belirtmek için derste işlenen son konunun olduğu sayfaya küçük, renkli bir yapışkanlı kâğıt yapıştırmıştım. Luke da sayfaları ne kadar çevirse bir türlü o son noktaya erişemeyecek kadar gerideydi.

"Of!" dedi baygınlık geçirmenin eşiğinde bir sesle. "Şuraya yığılmadan önce bize atıştırmalık bir şeyler getireceğim." Sandalyesini arkaya doğru iterek isteksizlikle ayağa kalktı. Eve geldiğinde kapüşonlusunu çıkartmıştı, şimdi sadece bol, bisiklet yakalı kısa kollu beyaz bir tişörtle ve kotuyla oturuyordu. "Ne istersin?"

Kalemimi hâlâ parmaklarımın arasında tutarken elimi sallayıp, "Hiç fark etmez," diye yanıtladım. Sonra da kalemi uyarırcasına bir hareketle Luke'a doğrultup, "Yalnız ortalıktan uzun süre kaybolmak yok," diye de ekledim. Ne olur ne olmaz, uyarmam gerekiyordu. Liz'in kilere doldurduğu atıştırmalıkların yanı sıra kendi elleriyle hazırlayıp mutfak tezgâhında bir sunum tepsisinin içine koyduğu çörekler, kekler ve kurabiyelerle dolu, Luke için harikalar diyarından hallice bir dünyada kendini kaybetmesi muhtemeldi.

Luke güldü. Tamam dercesine başını salladı. Artık içi boş olan kahve kupalarımızı da aldı. "Elmalı tarttan kaldıysa ondan da getiririm. Biraz daha kahve?"

"Olur. Teşekkür ederim."

Luke kısaca rica edip yanımdan ayrıldı. Sallana sallana odasının kapısını açtı ve koca ayaklarıyla evin döşemesinde gürültü çıkarta çıkarta merdivenlerden aşağı indi. Evine geldiğimde benim bir şeylere yardım edip ona göre kendimi yormamı istemiyordu. Her şeyi kendi başına hallediyor, elinden geldiğince beni rahat ettirmeye çalışıyordu. Oysaki bu ev zaten gelmeyi sevdiğim ve kendimi rahat hissettiğim bir yerdi. Luke'un ailesini de çok seviyordum. Bana karşı her zaman nazik ve korumacılardı.

Folklore || cthWhere stories live. Discover now