Bölüm 12

192 20 24
                                    

Gecenin bir vaktinde telefonum komodinin üstünde titreyerek kaydı ve içi su dolu bardağıma çarptı. Sıçrayarak uyandım. Eve ilk geldiğimde odamın havalanması için penceremi birkaç parmak aralık bırakmıştım ve belli ki geri kapatmayı akıl edememiştim. Bu yüzden içerisi buza kesmişti. Yorganım da üzerimi örtmüyordu. Uykumun arasında benim tarafımdan yatağımın sol tarafına doğru karman çorman bir bohça gibi ötelenmiş ve yumuşak görünümlü bir yığın oluşturmuştu.

Telefonum ise o sırada odaklanmam gerekenin bu olmadığını bana hatırlatacak kadar şiddetle titremeye devam ediyordu.

Kum sarısı, ellerimle düzeltmeye çalıştığım her seferinde kuş yuvasından bir farkı olmayan saçlarımı toparlamaya çalışırken boştaki elim de telefonuma uzandı. Karanlıkta parlayan ekran ışığına elimi atıp aramayı hemen yanıtladım. Kimin aradığını kontrol edecek vaktim olmamıştı, kapanmadan önce yanıtlamak istemiştim.

"Alo?" dedim oldukça uykulu bir sesle. Ama sesim fazlasıyla kısıktı.

"Hey..." Hattın öteki tarafındaki sesin Calum'a ait olması beni şaşırttı. Bir an için rüya gördüğümü düşündüm. Telefonu yanağımdan çekip gözlerimin dibine yaklaştırdım. Ekran parlaklığı gözlerimi acıtacak kadar fazlaydı; gözlerimi iyice kısıp Calum'un adını görünce de gerçekten beni gecenin bilmem kaçında aradığının ve bunun salak bir rüya olmadığının ayırdına vardım.

Geç de olsa.

Az önce ekranda adını okumamışım gibi, "Calum?" dedim. Sanki onun da teyit etmesini bekliyordum.

"Bu saatte aradığım için özür dilerim. Uyandırdığım için de."

"Hayır— Tanrım. Saçmalama. Sorun değil." Hâlâ uyanmaya çalışıyordum. Algılarımın tam olarak açılmadığı gibi ses tellerimin de geri kalır yanı yoktu. Boğazımı temizledim yavaşça. "Bir şey olmadı, değil mi?"

"Her şey yolunda." Arkasından bir kedinin miyavladığını duyunca kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Dokuz yaşından beri gidip geldiğim, kimi zaman geceleri yatıya kaldığım ve her köşesine kendi evim kadar aşina olduğum evde bir kedileri olduğunu herhalde bilirdim.

"Neredesin?"

Bir süre yanıt vermesini bekledim. Neden sessiz kaldığını anlamamıştım. Bu yüzden farklı bir cümle kurarak merakımı gidermek için, "Bu saatte evde olmadığını söyleme sakın," dedim.

"Saatin kaç olduğunu bile bilmiyorsun."

"Gecenin bir yarısında olduğumuzu biliyorum. Bu yeterli değil mi?"

Yakınlarındaki kedinin yeniden miyavladığını duydum. Soruma hâlâ bir yanıt alamamış olmak ve şu anda dışarıda olduğunu bilmek daha çok kaygılanmama neden olmuştu. Kötü bir şey olacağından değildi; ama bir yerlerde tek başına olması fikri hoşuma gitmiyordu. Özellikle beni eve bırakırken moralinin hâlâ bozuk ve aklının başka yerde olduğunu bilmek bana iyi gelmiyordu. Benden ayrıldıktan sonra eve hiç mi dönmemişti? Yok. Hayır. Öyle bir şey olsaydı eğer Joy'un mutlaka beni ya da ailemden birini arayacağını düşünüyordum. Önceleri David ile bundan daha büyük tartışmalar yaşamış olsalar da bu her şeye rağmen Joy'un oğlunun eve dönmesi konusunda kaygılanmaması gerektiği anlamına gelmezdi. Öyle biri değildi.

"Bir şey söyler misin? Beni endişelendiriyorsun... Neden dışarıya çıktın?"

"Koşmak için. Sonra vazgeçtim. Birkaç saattir dolanıyorum." Sözcüklerini toplamak ister gibi biraz bekledikten sonra konuşmasına devam etti. "Seni aramak planımda yoktu. Ama parkın oradan geçerken aklıma geldin."

Folklore || cthDonde viven las historias. Descúbrelo ahora