Bölüm 15

208 18 86
                                    

Calum başını önüne çevirmiş, önündeki sayfaları açık test kitabına bakıyordu. Düşünceliydi. Çözülmeyi bekleyen soruyu değil de, aklının başka yerde olduğu izlenimine kapılacağım türden bir dalgınlık hali. Sağ elinin parmakları arasında kalemi tutmaya devam ederken öteki elini ensesine atıp saç diplerini ovuşturmasını izledim. Onu seyrediyor olduğumu fark etmesinden yana bir çekincem yoktu, bunun olmayacağından emindim çünkü.

Hafta ortasında son sınıflar olarak okuldan sonra girmemizin şart koşulduğu etüt dersindeydik. Okul çıkış saatinden yaklaşık yarım saat sonra başlıyor ve üç saat sürüyordu. Test çözmek, konu çalışmak serbestti. Bunların haricinde istediğimiz dersin öğretmeninden bize istediğimiz konuyu anlatması için haftanın başında panolara her ders için ayrı ayrı oluşturulan listelere dolmadan adımızı yazmamız gerekiyordu. Sistem bu şekilde işliyordu.

Luke matematik listesine adını yazdırdığı için yanımızda değildi. Kai ve Inez dokuzuncu sınıflar için bir etkinlik düzenlediklerinden bu hafta etütten izinlilerdi. Michael ise yanımızdaydı ama Bayan Porter bakmadığı zamanlarda sık sık yer değiştirip, Penny ve Frances'in oturduğu masaya gidip geliyordu. Onlar Rus edebiyatı kitaplığının arkasındaki masadalardı, arkamızda kaldıkları için birbirimizi görmüyorduk ve bu benim için bir bakıma rahatlatıcıydı. İkide bir gözlerim oraya kaymayacak ve kendimi huzursuz edecek düşüncelerde kaybetmetmeyecektim.

Ama Calum'a baktığım zaman da ne yazık ki durum böyle olmuyordu.

Hâlâ onu bariz bir şekilde izlemekte olduğumun farkında değildi. Kulaklığında çalan şarkının ritmine göre kaleminin ucunu sayfanın köşesindeki boş alana ince ince vurarak ritim tutturuyordu. Masa da sallanıyordu ve buna sebep olan şey huysuz huysuz salladığı bacağıydı. Kütüphanenin kaloriferleri bozulduğu için içerisi buz gibiydi ve dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığı için insanın  kafasının içinde çok çabuk kaybolabileceği bir atmosfer oluşmuştu.

Michael ile aynı anda göz göze geldik. Bu noktadan sonra geçiştirmek için uyduracağım şeylere inanmayacaklarını tahmin edebiliyordum ve bana çaktırmadan Calum'u işaret edip nesi var? dercesine dudaklarını oynattığında susup kaldım. Bildiğim ve söylemediğim de ortadaydı. Bu yüzden Michael yosun yeşili gözlerini çok uzun bir süre benden bir açıklama yapmamı beklercesine yüzümde sabitledi.

Tek yapabildiğim omuzlarımı çeneme doğru çaresiz bir edayla kaldırmak oldu. Calum söylememi kesinlikle istemiyordu. Çok kararlıydı tembihlerken. Çünkü birinin onun için endişelenmesini istemiyordu. Ancak o gün David ile yaşananlar kaygılanılması gereken bir durumdu ve buna alışmış gibi ortada gezinmesi nasıl hissettiğimi değiştirmeye yeterli değildi.

Gerçi kavganın yaşandığı akşam ve ertesi günü olduğu kadar kötü bir durumda olduğunu söyleyemezdim. Biraz toparlamıştı. Ama hâlâ ara sıra gözleri şimdi de olduğu gibi uzaklara dalıyordu. Gülüyor, sohbetlere katılıyor olsa da bunlar dalgın halini örtmeye yetecek kadar güçlü değildi. Çocukların dikkatini çekiyordu ve ikimiz de onları geçiştirdikçe onlar daha da fazla bir şey olduğu kanısına inanıyorlardı.

Michael ona söyleyemeyeceğimi bir kez daha yüzümden okuyunca bakışlarını Calum'a kaydırdı. Pek de nazik olmayan bir edayla Calum'un kemikli parmaklarının arasında duran kaleme vurdu. Kalem Calum'un elinden aniden kayıp yere düşünce, Calum neye uğradığını şaşırdı ve irkildi. Kulaklığının bir tekini çıkartırken, "Ne bok yediğini sanıyorsun sen?" diye sitemlendi.

Kütüphanenin içi olması gerektiği gibi sessiz değil, aksine başında bir öğretmen olmayan sınıf kadar gürültülüydü. Bu yüzden hiç kimse ses tonumuza aldırmıyordu. Gerçekten işine bakanlar ya kulaklık takıyor ya da direkt öğretmenlerden özel etüt alıyorlardı.

Folklore || cthWhere stories live. Discover now