Bölüm 17

256 16 86
                                    

"Biraz daha salata alır mıydın, Tony?"

Joy bu soruyu sorduğunda Tony'nin ağzı yemekle doluydu. Onun vereceği cevaptan önce sandalyesinden kalkmış, elini salata kâsesinin kenarında duran tahta kaşığa atmıştı çoktan. Tony başını tabağından kaldırıp Joy'la göz göze gelince hızlı hızlı çiğneyip lokmasını yuttu. Önce biraz kararsız kaldı. Ardından Joy'u kırmamak için gülümseyerek tabağını uzattı ona doğru. "Biraz daha alabilirim aslında. Çok güzel olmuş çünkü."

Joy'un sevinçten neredeyse gözleri ışıldıyordu. Tony'nin tabağına birkaç kaşık salata koyarken, "Afiyet olsun," dedi.

Tabağımda birkaç parçaya bölüp yan yana dizdiğim tavuk parçalarına çevirdim gözlerimi. Yemek masası salona kurulmuştu ve sekiz kişilik masada yerlerimize ip gibi dizilmiştik hepimiz. Babam ve David masanın karşılıklı iki ucunda oturuyorlardı. Annem, ben ve Joy masanın pencerenin önündeki ayrıtında oturuyorken, Mali, Tony ve Calum da hemen karşımızdalardı.

Başka zaman olsa Calum'un karşımda oturması bana kendimi diken üstünde hissettirmezdi. Ama odasında yaşadığımız tartışmadan sonra salonun duvarlarının üstüme geldiğini, beni sıkıştırıp ezmek için masada milim milim yanıma yaklaştığını hissediyordum. Bu boğucu duygunun baskısı altında aşağıya indiğimden beri hiçbir şey yapamıyordum. Ne gülümseyebiliyordum ne yemek yiyebiliyordum ne de konuşabiliyordum.

Ki bu akşamın ışığında bunların en azından sadece bir tanesini yapmam gerekiyordu.

Çatalımın ucuna bir tavuk parçası aldım. Sivri uçları iyi pişmiş yumuşak tavuk etinin içine gömüldü fakat serçe parmağımdan da küçük bir boyutta olmasına rağmen o an ağzıma atamayacağım kadar büyük geldi. Sanki çatalımın ucundaki bir taştan ibaretti ve ben tabağıma baktığımda bu yüzden iştahımı giderek kaybediyor, mide kapağımın üstüne kilit vuruyordum. Yemek başladığından beri kendi içerisinde alışılagelmiş melodik bir ritme bürünen çatal ve bıçakların tabağa vurunca çıkarttıkları o ince ses ensemde karıncalanıyordu.

Çatalımı bıraktım. Şakaklarımda ve gözlerimin arkalarında sinsi sinsi bir ağrı geziniyordu. Salonun ışıkları öyle insanın gözlerini oyuyormuş gibi hissettirecek cinsten kuvvetli ya da keskin bir parlaklıkta olmadığı halde gözlerim neredeyse buna dayanamayıp kapanmak üzereydi. Başımda bütün vücudumdan ayrı olarak gerçekleşen bu rahatsız edici hisler silsilesi yüzünden kendimi hiç iyi hissetmiyordum.

Su bardağıma uzanıp beni biraz yatıştırmasını umarak birkaç yudum su içtim. Yemek servisi başladığında David, herkesin bardaklarına belli bir miktar kırmızı şarap doldururken Calum ve bana da istersek doldurabileceğini söylemişti. "Güzel bir akşamdayız ve hep beraberiz. Şimdi olmasa ne zaman?" diye de eklemişti, oldukça düşünceli ve modern bir baba tavrıyla. Daha yemek masasına gelmeden önce Calum'la gizli gizli bira içtiğimizden habersizdi.

Ben kibarca reddettim. İçmek istemiyordum. Yemek yemek bile istemiyordum aslına bakarsanız. Calum da babasının bu teklifine karşı pek oralı olmayıp duymazdan geldi. Joy servisleri yapmak adına herkesten tabaklarını rica edince bu ufak durum arada çabucak kaynamıştı ancak David buna fazla içerlenmiş gibi birkaç dakika boyunca bakışlarını Calum'un üstünden çekmedi.

Birkaç büyük yudum suyu içip bardağımı masaya yavaşça geri bırakırken babamın endişeli gözlerini üstümde hissettim. Nitekim hemen solumdaki yüzüne baktığımda hislerim gördüklerimi doğruladı. Bir elinde çatal, öteki elinde de bıçağı tutuyordu ve gözleri üstüme çöken durgunluk halini anlamak adına yüzümün her miliminde geziniyordu. Ama hemen öylesine gülümsedim ve bakışlarımı kaçırıp gözlerimi tabağıma çevirdim. Çatalı yeniden elime alıp elimden geldiğince her şey normalmiş gibi davranmaya çalışmak en doğrusuydu.

Folklore || cthWhere stories live. Discover now