Jae'nin gülümsemesi daha çok büyüdü. ''Memnun oldum, Jimin.'' Başını çevirip Jungkook'a baktı. ''Bir ay baya uzun bir süre.'' dedi imayla.

Jimin de Jungkook'a baktığında yine o memnuniyetsiz yüzünü gördü. Aslında, onun hala Jae ile birlikte duran ellerine dalmış görünüyordu. Jimin farkındalıkla elini yavaşça ondan ayırdığında Jungkook sanki uyanmış gibi silkelendi ve önce Jimin'e, sonra Jae'ye baktı. Bu sırada dilini yanağına yuvarlamıştı. Jimin onda ilk kez tanık olduğu bu hareketine kaşlarını kaldırarak baktı. ''Evet. Bir sorun yok.'' diye mırıldandı.

Jae tekrar Jimin'e baktı. Onu bu sefer uzun uzun süzmüştü. Jimin bundan şikayetçi olmadı, nasıl göründüğünün farkındaydı. ''Şirkete gidene kadar bir saatlik boşluğum var,'' dedi Jimin'e doğru bir adım atarken. ''Belki ikimize birer kahve söylersin, Jimin? Ne dersin?''

Anlaşılan Jae bunu söylerken arkasındaki Jungkook'u yok sayıyordu. Onun teklifinden sonra Jimin Jungkook'a baktı. Ondan izin alma gereği duyduğundan falan değildi, sadece bu konuda daha sonra kendisine patlamasını istemiyordu. Sonuçta iki haftalık güzel geçen günlerin daha uzun olabileceğinden söz etmişti, değil mi?

O anda Jungkook, Jae'nin teklifinden açıkça rahatsızdı. Bir sorun yaratmak istemiyordu, sonuçta Taehyung'un söyledikleri hala aklının bir köşesindeydi. Kardeşi Jungwoo'nun buraya gelmesini ve istemediği bir şeyi yapmasını istemiyordu. Eğer bunun olmaması için Jimin'e her zamankinden biraz farklı davranması gerekiyorsa bunu başarabilirdi.

O yüzden bir şey demedi ve Yeeun'la birlikte çıktı toplantı odasından.

Hal böyle olunca Jimin gülümsedi ve Jae'nin teklifini kabul etti.

-

Jae oldukça tatlı biriydi. Jimin'in onun hakkında düşündüğü şeylerden biri buydu.

Şirketin kendi kafeteryasına inmektense hemen yanındaki bir kafeye gittiler. Doğrusunu söylemek gerekirse Jimin orayı çok seviyordu, ortamı çok güzeldi ve çok güzel içecekleri ve atıştırmalıkları vardı. Etraftaki holdingleri ve şirketleri düşününce, öğle aralarında ya da akşamları aşırı kalabalık oluyordu ama buraya daha yakın olduğu için Jimin hep kendine yer bulurdu. Orada arkadaş bile edinmişti.

Bu yüzden bir şey sipariş vermesine gerek kalmadan her zaman aldıklarından bir içecek ve atıştırmalık getirdiler. Jae kıkırdadı. ''Bu kafenin daimi müşterisisin sanırım.'' dedi. O da kendine bir kahve söylemişti.

''Evet. Bizim şirketin kafesi o kadar da iyi değil. Sadece kahve satıyorlar ve ben pek kahveden hoşlanmıyorum.''

Jae gülümsedi. ''Sabahları uyanmak için kahveye ihtiyacı olmayanlardansın demek.''

Jimin hafifçe güldü. ''Sabahları uyanmak için daha farklı seçeneklerim var.'' dediğinde Jae ona merakla baktı. Jimin içeceğinden birkaç yudum aldıktan sonra açıklama gereği duydu. ''Köpeğim var. Ve her sabah diktatör gibi başımda bekliyor.''

Bunu beklemiyormuşçasına şaşkınca baktı Jae. ''Gerçekten mi? Köpeğin mi var? Cinsi ne?''

Ah, şu meşhur soru. ''Akita İnu. Belki biliyorsundur.''

Jae bilmediğini söyledi ve internetten arattı. Bulduğu resmi direkt olarak Jimin'e gösterdi, ''Senin köpeğin de böyle bembeyaz mı?''

Jimin kısa bir an resme baktı. Resimdeki daha ufak bir köpekti, Lou ilk sahiplendiklerinde o kadarcıktı. Tüyleri yumuşacıktı ve bembeyazdı, boy olarak şimdi neredeyse Jimin'in dizine kadar geliyordu. Cevap vermek için Jae'ye baktığında onun kocaman gülümsediğini, gözlerinin parladığını fark etti. Sanki Jimin ona eğer beyaz tüyleri olmadığını söylese hayal kırıklığı yaşayabilir gibiydi. Resimdeki gibi bir köpeği olma düşüncesi onu heyecanlandırmıştı anlaşılan.

505 | kookminWhere stories live. Discover now