BÖLÜM 5

53 4 17
                                    


PETER

Saatlerdir yatağımda dönüp durmak dışında hiçbir bir şey yapmamıştım. İtici kırmızı ışıklar odayı ürkütücü bir hâle sokuyordu ve ne zaman gözlerimi kapatsam sanki zihnimi kemiren kötü anılar bir beden hâlini alıp beni yiyecek gibi oluyordu. Kırmızı ışıklar, güneş doğmaya başladığında iticiliğini az çok kaybetmişti ama artık uyumak için çok geçti. Ağrıyan göz kapaklarımı kırpıştırırken doğruldum ve esnerken kocaman açılan ağzımı elimle kapattım. Hiç uyumamama rağmen bitkin hissetmiyordum. Gözlerimin altında biriken torbaları tahmin edebiliyordum ve bunu bilmek aklıma eski anıları getiriyordu. Küçüklükten beri uyku sıkıntısı yaşayan biri olduğumdan, aslında hep orada duruyorlardı. Öcüye benziyorsun, ilkokulda her gün duymaktan usandığım sözdü bu. Öcüye niye benzediğimi soran yoktu tabii.

Dün beraber yemek yedikten sonra ev arkadaşım William'la hiç görüşmemiştik. Ev arkadaşı olup da böyle olan tek insanlar biz miydik bilmiyorum ama ikimizin de odalarında farklı bir yaşantı sürdüğü açıktı. Sanki en tezat iki insan olarak bir şekilde yollarımız kesişmişti ve buna rağmen ikimiz de birbirimiz oldukça iyi idare ediyorduk. William'ın odası sadece beyaz ve griden oluşuyordu mesela, oldukça düzenli -kıyafet dolabı hariç- ve oldukça temizdi. Benim odam ise tam tersi denilebilecek cinstendi. Ağır renkleri kombine etmeyi başarmış olsam da William bazen odaya girdiği anda bile kendisini bir kâbusa girmiş gibi hissettiğini söylerdi. Ona göre kâbus tanımı koyu renklerden oluşuyordu ve ben bunu oldukça manasız bulsam da sırıtmakla yetinirdim. William'ın dağınık dolabının aksine benim de dolabım her zaman düzenli olurdu. Yatak örtümü toplamaya üşendiğim için bulabileceğiniz en büyük kusur bu olurdu. Zaten her gün yatağa giriyordum, toplamaya ne gerek var değil mi? Mutfağa götürmeyi sürekli unuttuğum kupalarım masamın üzerinde birikmişti, onun dışında temiz sayılırdı. Yani en azından bana göre.

Çoğu zevkimiz uyuşsa da William'ın bazı belirsiz duvarları örülü halde aramızda dururdu ve ben buna saygı duyardım. Her ne kadar insanların kendisini sanki kapalı bir kutuymuş gibi saklamasından nefret etsem de, William'ın bile emin olamadığı geçmişinin buna sebep olduğunun farkındaydım. Bir keresinde kendini yeterince tanımadığını söylemişti. O an bunu algılayamasam da, sonradan William'ın geçmişinden bazı kısımların hafızasında kalmadığını veya bir şekilde kaybolmuş olduklarını ima ettiğini anlamıştım. Belki de bazen fazlasıyla dalıp gitmesinin sebebi de buydu. Hep istemeden peşine düştüğü bir geçmişi vardı. Onu suçlayamazdım.

Örtüyü istemeye istemeye üstümden sıyırdıktan sonra kalkıp boşuna kapattığım perdeleri araladım ve bir esneme nöbeti daha geçirdikten sonra ilerleyip odamın kapısını açtım. Muhtemelen saat 8'di. Annem hep 8'de uyanırdı. Bende ne zaman alışkanlık hâline geldiğini bilmiyordum ama dakik bir şekilde hep bu saatte uyanırdım. Şimdi gözüme bir gram uyku girmemiş olsa da yine bu saat gelene kadar yatakta dikildiğim gerçeğini göz ardı etmem gerekiyordu. Bazı şeyleri ortaya çıkarıp üstüne düşmektense tozlu raflara kaldırmak daha iyiydi. En azından annemi kaybedeli geçen 7 yılda ben bunu öğrenmiş ve kendime de bunu öğretmiştim.

Kapıyı açar açmaz buz gibi hava yüzüme doğru esip beni afallattı ve anında buz tutan ellerimi kollarımın arasına sıkıştırıp soğuğun kaynağını tahmin edebildiğim yöne ilerledim: William'ın odasına. Bazen William'ın buz prens olduğu gerçeğine o kadar çok inanıyordum ki bir gün odama gelip Elsa gibi eliyle sihir yapmaya başlasa hiç şaşırmayacaktım. Soğuğu hissetmiyorum çoğu zaman, demişti. Ben ne mi demiştim? Sadece ağzım açık bir şekilde ona bakmış ve sonra başımı iki yana sallamıştım. Acaba damarlarında kan yerine buz mu akıyordu? Görmeden bilemezdim herhalde.

14Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin