BÖLÜM 3

66 8 19
                                    


ALEX

Başkaları için nasıldır bilmiyorum, ama benim için en sıkıcı şey bir senatörün oğlu olmaktı. Sıradan ve rutin hayat beni sürekli boğuyordu, ama sonuç olarak kendimi yine bir takım elbisenin içinde ve bana ait olmayan ciddi bir kişiliğe bürünmüş olarak buluyordum. Şikâyet etmenin bir anlamı yoktu, ailem beni bu resmiyete mahkûm etmişti ve ben bir çıkmazın içinde gidip geliyordum. Zaten hayat hep böyle değil miydi? Olmadığımız biri gibi olmaya çalışırken, iki göz kapağımızın hareketiyle geçip gidiyordu. Zamanın elle tutulabilir bir şey olmasını ne kadar çok isterdim.

Yönetim ele geçirildiğinde mecliste acil bir buluşma planlandı. Babam arkasına dönüp baktığında bana hazırlanmam için yine emir vereceğini düşündüm ama bu sefer beni umursamadan anneme birkaç şey söyledi ve kapıyı kapatıp gittikten sonra bir süre ayakta dikilmeye devam ettim. İçimde bir rahatlık hissi yayılmaya devam etti ve annem bana bir bakış atıp mutfağa yöneldiğinde, hafifçe tebessüm ettim. Kimsenin beni umursamadığı ve emir savuşturmadığı günler benim için kutlama gibi bir şeydi ve her ne kadar "işe yaramadığı zaman at" muamelesi görüyor olsam da sorun değildi. Böyle yaşamayı öğrenmiştim, artık acıtmıyordu.

Tek çocuk olmanın ayrıcalıklı olduğunu birçok kez duymama rağmen bizzat yaşama fırsatım hiç olmamıştı. İstediğim her şeye sahip olduğumu söyleyebilirdim, tabii mutluluk haricinde. Her zaman hevesle başladığım oyunlarım babamın sert tokatlarıyla sona ermiş, kendime gelmem için binlerce kez azar işitmiş ve ağlayarak odama dönmüştüm. Çocukluğumu yaşamama izin verilmemişti. Her zaman ne olmam istendiyse o olmaya zorlanmıştım. Annem beni özenle büyütmüş olsa da sanki hayatımda gerekli olduğu an beliren bir peri rolüne bürünmüş, babam azarlayıp canımı yaksa bile uzaktan izlemiş ve günün sonunda uyuyup uyumadığıma bakmak için odama girip sonra öylece çekip gitmişti. Bazen o kadar ketum birine dönüşüyordu ki konuşmayı unutmuş olabileceğinden hatta bir robota dönüşüp hayattan tamamen kopmuş olabileceğinden korkuyordum. Yemek masasına oturduğum zaman bir ölüm sessizliği ikisini sarıyordu, sanki beni bu hayata zorla dahil etmişlerdi ve ben ne zaman ortalıkta belirsem bütün hevesleri kaçıyordu. Çoğu zaman odama çekilip istenmeyen biri olduğumu düşünerek saatlerce ağladığımı hatırlıyorum, ancak büyüdükçe sızısı geçmişti ve ben bu duruma alışmış ve artık her şeyi daha iyi kavrar hâle gelmiştim. Sorun ben değildim. Sorun onlardı. Kabullenmek zor olsa da sorunlu bir ailede büyümüştüm ve her ne kadar şikayetçi olursam olayım onların benim ailem olduğu gerçeğini değiştiremezdim. Bazen hayatta kabullenmek dışında elinizden bir şey gelmezdi. Bu kaçıncı kabullenişim bilmiyordum ama zaman geçip gidiyordu işte.

Daha fazla dikilmemeye karar vererek bedenimi harekete geçirdim ve kırmızı ışıkların ulaşmadığı gölgelerden geçerek yavaşça merdivenleri çıkmaya başladım. Elim yanlışlıkla resim tablolarından birine çarptığında, hızlı bir refleksle tabloyu düşmekten son anda kurtardım ve derin bir nefes bıraktıktan sonra tabloyu tekrar yerine yerleştirdim. Resimde ileride nasıl bir çocukluk geçireceğini bilmeden gülümseyen 5 yaşındaki ben ve benimkine nazaran ciddiyetle dolu bir yüzle beni kucaklamış olan babam vardı. Acaba gülümsese ne kaybederdi diye düşünmeden edemedim. Hatta babam gülümsese nasıl bir görüntü oluşurdu merak ettim. Sahi onu hiç gülümserken görmüş müydüm? Belki de benden gizli çok kez gülümsemişti, tüm garezi banaydı. Tabloya baktıkça içimde bir ateşin korlandığını fark ettim ve başımı iki yana salladıktan sonra merdivenleri çıkmaya devam ettim. "Ne kadar çok düşünürseniz o kadar çok kötü senaryo bulursunuz." Bir makalede okumuştum ve doğruluğunu şimdi daha iyi kavrayabiliyordum.

Odama ulaştıktan sonra kapıyı arkamdan kapattım ve bir süreliğine her zaman dolabın kapağına asılı duran takım elbisemle bakıştım. Biraz ilerleyip aynanın önünde durdum ve üstümdeki rahat kıyafetleri izledim. Bir gömlek ve pantolon herkesin rahat tanımına uyar mıydı bilmiyordum ama benim için rahat bu demekti. Dolabıma dahi müdahale etme hakkım olmadığından, eşofman giyen insanları kıskanır hâle geldiğimi itiraf etme şansım bile hiç olmamıştı. Tonlarca gömleğim vardı ama hiçbirini kendime ait bir parça gibi göremiyordum. Sonuna kadar iliklediğim düğmeleri gömleğimden söküp atmak istercesine hışımla çözdüm ve boğazımı saran kumaştan kurtulduğumda, gözlerimi yumup ciğerlerime derin bir nefes çektim. Gözlerimi tekrar açtığımda, kendime daha fazla bakmaya katlanamadım. Aynayı döndürüp ters çevirdim ve kendi görüntümü görmeyi bugün için engellemiş oldum. Ne de olsa yarın başka bir takım elbiseyle karşısında dikilecektim.

14Where stories live. Discover now