8.

850 135 176
                                    

Yorum yapmazsanız size bölüm yok bir daha hıh.

Bir ay.

Geçmişin kabuslara dönüşerek beni yiyip bitirdiği, abimden ufacık bir haber bile alamadığım koskoca bir ay geçmişti. Tek tesellim ise kötü bir haberin olmamasıydı. İyi haber yoktu tamam, ama kötü bir şey olsa da hemen duyulurdu.

Terden sırılsıklam olmam ya da nefes nefese kalmam hiç umrumda değildi. Tüm gücümle Minho'ya savurduğum kılıç, onun atik bir şekilde darbeden kurtulmasıyla boşluğa savruldu. Kılıcın ağırlığını taşıyamayarak ben de peşinden savruldum ve yüzüstü yere yapıştım.

"Mola vermek ister misin?" dediğini duydum Minho'nun. Yattığım yerde başımı ona doğru çevirdim. O da nefes nefeseydi, göğsü hızla inip kalkıyordu. Saçları terden alnına ve ensesine, gömleği ise üstüne yapışmıştı.

"Hmhm." diyebildim sadece. Enerjim o kadar tükenmişti ki sadece nefes almak bile tüm hücrelerimin sızlamasına neden oluyordu.

Yanıma oturdu ve yüzüme düşen saçları geri itti. Derin nefesler alırken, "Dayanıklılığın baya arttı." demişti. "Beni bile zorlamaya başladın nerdeyse. Aferin."

Tebessüm edip, "Öğretmenim iyi olmasaydı bir ay içinde bu kadar hızlı gelişemezdim." dedim.

Biz konuşup birbirimizle şakalaşırken koşarak gelen bir asker dikkatimizi çekti. Minho oturmayı bırakıp kalkarken yüz ifadesi ciddileşmişti. Bende kalkıp üzerimi silkeledim.

Asker yanımıza geldi ve soluklanmadan telaşla, "Haber-" dedi ve derin bir nefes aldı. Nefes nefese, "Haber geldi!" dedi heyecanla.

Minho ile birbirimize baktıktan sonra aynı anda ana saraya doğru koşmaya başladık. Bunu o kadar uzun zamandır bekliyorduk ki ana saraya nasıl geldiğimizi asla hatırlamıyordum.

Bahçedeki kalabalığı fark ettik ilk olarak. Büyük ve ihtişamlı saraya uzanan merdivenlere oturmuş, sarsıla sarsıla ağlayan kuzenlerimizi gördük sonra. Changbin ve Hyunjin yan yana oturmuş ağlıyorlardı.

Ben olduğum yerde kaskatı kesilirken Minho kardeşine doğru ilerleyip elini omzuna koydu. "Ne oldu?" dedi nefes nefese. Sabırsız olduğu için birkaç saniyelik sessizliğin ardından bu sefer bağırdı, "Ne oldu diyorum!"

Etrafta birkaç hizmetçi vardı kendi aralarında fısıldaşan. Ne düşünmem gerektiğini bilemedim. Ağlıyorlarsa iyi bir şey olmamıştı demek ki, sadece bunun farkındaydım.

Boğazım düğümlendi, kalbime ağırlık çöktü.

Changbin titrek bir nefes alarak, "Jeongin," dedi. Devamını getirirken kendini zorladığı, boynunda beliren damarlardan ve yumruk yaptığı ellerinden belliydi. "Ölmüş."

Minho'nun elindeki kılıç gürültüyle yere düştü ve bir adım geriledi. "Yalan." dedi Minho şokla. "Onu ben eğittim, mümkün değil!" diye ekledi. Sinirliymiş gibi görünse de üzgün olduğu için böyle davranıyordu, biliyordum. Dolan gözleri, kıpkırmızı kesilen yüzü ve sağa sola saldırarak bağırıp çağırması bu yüzdendi.

"Yalan haber bu! Yalan!" diye bağırmaya devam etti. Changbin ayağa kalkıp onu omuzlarından tutarak durdurduğunda ise güçsüz bir şekilde, "Onu ben büyüttüm..." demişti.

"Biliyorum," dedi Changbin. "Birlikte büyüdük." diyerek sarıldı Minho'ya. Minho da ona sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında kendimi yutkunmak için zorladım. Boğazımdaki kocaman yumru yüzünden nefes almak bile zordu.

Geriye doğru önce bir adım attım, sonra bir tane ve bir tane daha.

Arkama dönüp sessizce oradan uzaklaşırken dökülmek için bekleyen göz yaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Başarılı olamayarak birkaç damlanın yere düşmesine sebep olduğumda odama gelmiştim. Yatağa oturamadan bacaklarım daha fazla dayanamadı ve yere kapaklandım. Kendimi daha fazla tutamayarak sesli bir şekilde ağlamaya başladım.

TOP | BangChanWhere stories live. Discover now