Kapıda bekleyen at arabasına bir bakış atarak bana, dolu gözlerle bakan hizmetçilerime döndüm. Gideceğimi, sadece iki saat önce öğrenmiş ve aceleyle valizimi hazırlamışlardı. Bazıları ağlıyordu bile.
Onlar için, deli olmadığımı da öğreneli iki saat olmuştu.
"Sizi bu zamana kadar kandırdığım için özür dilerim." dedim. "Eminim neden böyle yaptığımı anlayacaksınız."
Başlarını sallayarak burunlarını çeken genç hizmetçilere karşılık gülümsedim. Benim yanımda çalışmaya başlayalı üç yıl olmuştu bu genç hizmetçilerin. Fakat ilk geldikleri gün bile, onlara maaşlarını normalin çok altında ödememe rağmen, bana sanki bir annenin bebeğine bakması gibi nezaketle bakmışlardı. Zaten annemin ölümünden sonra benim yanıma gelen hizmetçilerin hepsi gönüllü olarak gelmişti.
"Prenses," diyen baş hizmetçiye baktım. Gözleri dolmuştu ama gülümsüyordu. "Sizi kızım gibi gördüğümü biliyorsunuzdur. Bana bile söylememeniz beni üzdü. Ama söylemediğiniz için değil, sizi bu kadar dikkatli olmaya zorladıkları için üzüldüm. Bu yaşınıza kadar çok zorlandınız, umarım bundan sonraki yaşamınızda rahat içinde yaşarsınız."
Uzanıp ellerini tuttum. Bu, yaşlanmanın getirdiği kırışıklıklar ve yılların çilesini gösteren sıcacık eller, bana her zaman annemin sıcaklığını hissettirmişti. "Sen olmasan buraya kadar bile gelemezdim. Fakat geri döneceğim, veda eder gibi konuşmaya gerek yok. Ben dönene kadar bekleyin lütfen."
Ağlayan hizmetçilerden biri, "Bek-bekleyeceğiz." demişti.
Önce baş hizmetçiye sarıldım, sonra da sırayla hepsine sıkı sıkı sarılmıştım. Vedalaşmamız bitince at arabasının yanında beni bekleyen Seungmin abimin yanına ilerledim. Yanında Prens Jisung, Jeongin ve birkaç asker vardı.
"Şimdi vedalaşma sırası bana mı geldi?" dedi abim tebessüm ederek, sarılmam için kollarını uzatmıştı. Çekinerek kolları arasına girdim ve gözlerimi kapattım. "Orada sana çok iyi bakacakları için içim rahat."
Derin bir nefes alarak geri çekildim. "Senden birkaç şey isteyeceğim." dediğimde devam etmemi işaret etmişti. "Hizmetçilerime ben gelene kadar sahip çık, hiçbirinin zarar görmesini istemiyorum. Annemin mezarına ve bu köşke sahip çık, çünkü eminim kraliçe, deli olmadığımı öğrenince sinirden kuduracak ve bu iki yere saldıracaktır. Ayrıca ne olursa olsun hayatta kalmanı istiyorum. Kazanamasan bile, bir şekilde hayatta kal ve Dyreen'e gel."
Tebessüm etti. "Kazanacağım."
"O zaman, kazandığında yapmanı istediğim bir şey daha var. Kraliçe'yi cezalandırmayı bana bırak."
O kadının, annemle aynı zehri içerek öldüğünü kendi gözlerimle görmeliydim ama bunun öncesinde acı çektiğinden emin olacaktım. Öyle kolayca ölmeyecekti.
"Peki, istediğin her şeyi yapacağım. Aklın burada kalmasın."
Gülümsediğimde arkadan gelen adım sesleri ve elbette Kraliçe'in cırtlak sesini duymuştum. Ne söylediğini anlayamasam da arkama dönerek baktım. Yüzü sinirden kıpkırmızıydı.
Ah, numara yaptığımı öğrenmişti bile. Sarayda sır saklamak çok zordu.
Sakin görünmeye çalışarak yanımıza geldiğinde tamamen ona dönmüştüm. "Kraliyet ailesini kandırdıktan sonra, böyle rahatça gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun? Tutuklayın."
Kraliçe'nin emrindeki askerler beni tutuklamak için hamle yaptığında, Dyreen'den gelen askerler hemen önüme geçerek kılıçlarını çekmişti.
Prens Jisung, "Prenses, Dyreen İmparatorluğu'nun koruması altında. Boşuna çabalamayın." demişti.
"Oh, çok değerli Kraliçe." dedim yüzümdeki gülümsemeyle. Kraliçe'nin alnındaki damar sinirden şişmişti. "Sizi hayalkırıklığına uğratmış olmalıyım. Bunca zaman benim yaşamama izin verip bir oyuncak gibi istediğinizi yaptınız. Sonra aniden öğrendiniz ki, asıl oyuncak olan sizsiniz. Sizinle oynarken keyif aldım, teşekkürler."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOP | BangChan
FanfictionBir kenara itilen bir prenses, ne kadar tehlikeli olabilirdi ki? Ah, baştan uyarayım; Isırıyorum.