6.

1K 137 141
                                    

Acıdan gözlerimden akan yaşlar, Veliaht Prens'in benimle beraber yere oturmasıyla hızlanmıştı. Ormanın girişinde bekleyen askerler bizi görünce telaşlanmıştı.

Veliaht Prens askerlerden birini saraya haber vermekle, birini yarama bakmakla, kalanları da gidip diğerlerine yardım etmekle görevlendirdi.

Arkama geçerek, "Affınıza sığınıyorum, Prenses." diyen asker, kıyafetimin sırt kısmını yırtarak yaralara bakmak için kendine alan açtı.

Yerde dizlerimin üstündeydim, Veliaht Prens de sağ tarafımdaydı. Bir yüzüme, bi de yaralara bakıyordu.

"Okları çıkarıyorum."

Acıyla inleyip elime geçen ilk şeyi, Veliaht Prens'in yakasını, tutmuştum. Diğer elimle de koluna tutunarak dişlerimi birbirine bastırdım.

Veliaht Prens, "Prenses," dedi şaşkın bir sesle. "Sırtınızdaki izler...?"

Yaralardan birine bastırılan ilaç ile müthiş bir sızı tüm sırtıma yayılmıştı. "Ne izi?" dedim gözlerimi sımsıkı kapatmış iken. Acıdan düşünemiyorum.

"Yeni olmadıkları belli, iz kalmış."

"Ben canımın derdindeyim, siz ne soruyorsunuz ya." diye tersledim. Sonrasında aklıma gelmişti ne izi olduğu. "Kraliçe'nin işi işte. Bunca yıl gerçekten prenses gibi yaşadığımı falan mı sanıyorsunuz?" Yaraya bastırılan ve yine sızlamasına sebep olan ilaç yüzünden, "Biraz yavaş ol." dedim askere.

"Çok özür dilerim Prenses." dedi asker endişeyle. "Yaralarınız mikrop kapmasın diye telaş yaptım. İyileşince beni cezalandırın."

"Şimdiden cezalandırılacağım." dedim. Asker iyice telaş yapıp eli kolu birbirine dolanınca, "Minho'nun odasını temizleyeceksin ceza olarak." dedim.

Kısa bir an donduktan sonra güldüğünü duydum. "Ahırı temizleyeyim ama Minho komutanımın odasına girmeyeyim. Lütfen." dedi şakayla karışık.

Başımı, Veliaht Prens'in omzuna yaslayarak, "Kusura bakmayın Prens Christopher. Omzunuzu biraz ödünç alacağım." diye mırıldandım. Dik duracak gücüm yoktu.

Beklemediğim bir şekilde elini omzuma koyarak ona daha çok yaslanmamı sağladıktan sonra, "Önemli değil." dedi.

•••

Yaralandığımı duyan teyzem ve dayılarım başıma üşüşmüştü. Sonra bir anda İmparatoriçe gelip herkesi göndermiş, sarayda güvende olacağıma dair söz vermişti. Buradaki doktorlar ülkenin en iyileri olduğu için kalmamı ısrarla istemesine şaşırmıştım aslında. İmparatoriçe'yi sadece bir kere uzaktan görmüştüm, hiç konuşmamıştık.

İki hafta sonra kendimi daha iyi hissettiğim için hizmetçiler bahçeye çıkmayı teklif ettiler. Biraz temiz hava iyi olurdu. Hem odada içim daralmıştı.

Kocaman bir ağacın gölgesine koyulan masa ve sandalye ile keyfim yerindeydi. Elbette masanın üstündeki atıştırmalıkların da bunda etkisi büyüktü.

"Normalde de bu kadar kalabalık mı saray?" diye sordum karşımda oturan hizmetçiye. Sürekli birileri gelip gidiyordu.

"Son bir haftadır böyle." dedi ve boşalan bardağıma çay doldurdu. "Prensler ile görüşüp evlilik teklif ediyorlar."

Yüzümü buruşturdum. "Iy, evlilik mi? İğrenç." diye homurdandım.

Hizmetçi tepkime gülerek, "Neden öyle diyorsunuz Prenses? Size de teklif geliyordur mutlaka." dedi.

"Geliyor ama ben okumadan yakıyorum hepsini. Hatta bana kalmadan abilerim yakıyor."

Kaşlarını kaldırdı. "Abileriniz?"

TOP | BangChanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin